HERKESE EV SATIYOR, PEKİ KENDİSİ NASIL BİR EVDE OTURUYOR?
Ağa'nın evine ilk kez Şamdan Plus girdi. İşte Ali Ağaoğlu'nun 2500 metrekarelik evi.
Ali Ağaoğlu, İstanbul’da ve şehir dışında yaptığı konut projeleriyle artık marka haline gelmiş bir isim. Ataşehir’de bulunan evine doğru yola çıktığımızda "Acaba nasıl bir insanla karşılaşacağım" diye soru işaretleri vardı kafamda ama Ali Ağaoğlu, basında ve televizyon ekranlarında göründüğünün aynı, yani hep güleryüzlü ve içten. Çekim yaptığımız süre boyunca bizi esprileriyle kahkahaya boğan, hatta kimi şakalarıyla da korkutan Ali Bey, röportajımızda da dediği gibi gerçekten içindeki çocuğun büyümesine izin vermemiş, Günde 16-18 saat çalışacak kadar işine aşkla bağlı ama bir yandan da çocuklarını asla ihmal etmeyen çok iyi bir baba. Üstelik çapkınlık iddialarına da son derece karşı ve ilişkilerinde de istikrarlı.Zaten Petek Ertüre ile uzun süredir devam eden ilişkisi de bu sözünü kanıtlıyor. Lükse düşkünlüğü ve 20’ye yakın lüks arabasıyla da adından söz ettiren Ağaoğlu ile Ataşehir’deki 2500 metrekarelik evinde buluştuk. Bu görkemli evi siz de görün istedik.
Bu evinizi ne zaman yaptırdınız?
Yaklaşık iki sene oldu sanırım.
Şu anda kaç tane eviniz var?
Bana kapı çok! Burası kızım, oğlum ve annesinin yaşadığı ev. Ben de her zaman çocuklarımın yanında olmaktan mutluluk duyarım ve burada sık kalırım o yüzden. Eşimle 12 senedir ayrıyım ama her zaman çocuklarımın yanındayım.
Gördüğüm kadarıyla oldukça büyük bir ev burası. Biraz evinizi anlatır mısınız bize?
Bu ev 2500 metrekare. Kaç odalı olduğunu da vallahi hiç hatırlamıyorum. Herhalde 12-15 kadar oda var.
Peki, kendinizi hangi evinizde daha rahat hissediyorsunuz?
Burası çocuklarımın kaldığı ev, dolayısıyla benim için ayrı bir önemi var. Onlar her zaman benim başımın tacıdır. Aynı zamanda Vaniköy’de bir yalım var. Orası da çok keyif aldığım bir evdir. Altunizade’de bir ahşap köşküm var, orada da 5 yaşındaki oğlum yaşıyor. Onun yanına da sık sık giderim.
Hayatınız bütün bu evler arasında gidip gelmekle geçiyor o zaman.
Evet, biraz öyle oluyor aslında. Ben kaçta yatarsam yatayım saat 07.00’da kalkarım ve 08.00’da işimin başında olurum, yani hayatımın 4’te 3’ü işimde geçiyor.
Tam anlamıyla bir işkoliksiniz sanırım...
Evet, kesinlikle öyleyim. Hayatım çocuklarım ve işim arasında geçiyor. Araya zaman zaman başka şeyler de sıkıştırıyoruz.
Hiç "Yeteri kadar çalıştım, artık hayatın tadını çıkarayım" demiyor musunuz?
Benim yaşım daha 22, 1954 doğumluyum ve hesaplayınca 22 yapıyor! Bu yüzden de emekliliği konuşmak için daha çok erken.
Uzun bir süredir 22 yaşında olduğunuzu söylüyorsunuz. Hiç büyümüyor musunuz?
Her zaman verdiğim sözlerin arkasında dururum. Bugüne kadar hep 22 yaşında olduğumu söyledim ve bu sözümün de arkasındayım. Kendimi 22 yaşında hissediyorum ve öyle görüyorum ama aslında gönlüm 18 yaşında.
Bu durumda oğlunuzdan küçüksünüz değil mi?
Oğlum 24 yaşında, ondan küçüğüm artık. (gülüyor)
Peki, evde olduğunuz zaman neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
Aslında çok fazla evde vakit geçiremiyorum. Az önce de söylediğim gibi; mesaim sabah 08.00’da başlıyor ve akşam da 21.00 ya da 22.00’a kadar sürebiliyor, yani işim ne gerektiriyorsa, o saate kadar işte kalabilirim. Eve geldiğim zaman da, özellikle çocuklarımla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Evde oturup, televizyon izlemeye çok zamanım olmaz ama yine de zaman zaman koltuğa uzanıp, TV izlemekten de hoşlanırım. Ayrıca ev yemeklerini inanılmaz severim fakat maalesef çoğunlukla dışarıda yemek yemek zorunda kalıyorum. Evde ev yemeği yemeyi çok severim ve özellikle de isterim. Annem kara lahana dolması yapar ve gönderir bana. Ona bayılırım.
Bu evin dekorasyonunu yaparken bir iç mimarla mı çalıştınız, sizin müdahaleleriniz de oldu mu?
Şirketimizde dekorasyon bölümümüz var ve buradaki iç mimarlarımızla çalıştık. Tabi ki onlar da benim zevkimin nasıl olduğunu biliyor ve benden onay alıyorlar. Dönem dönem de müdahele ettim fakat özellikle bu evde kızımın ve annesinin benden daha çok sözü geçmiştir.
Çocuklarınızın eğitiminden de bahsedelim biraz. Neler yapıyorlar şu anda?
Oğlum Alican eğitimini Londra’da devam ettiriyor. Lise eğitimini İsviçre’de aldı ve üniversite için de Londra’ya gitti. Bu sene de inşallah mezun oluyor. Alican, mezun olur olmaz benim işimi devam ettirecek. Londra’nın finans merkezinde iki tane kule inşaatımız var ve Alican da bu işin sorumluluğuna geçti. Onun iş tecrübesini yurtdışında edinmesini istedim. Biz, Ağaoğlu’nu Türkiye’de iyi bir marka konumuna getirdik ve Alican da markamızı uluslararası boyuta taşıyacak. Becerisi ve öngörüsü çok gelişmiş. Bu konuda ona gerçekten de çok güveniyorum. Bizim bu noktaya getirdiğimiz işi, çocuklarım çok daha ilerilere taşıyacaklar. Kızım Sena ise şu anda lise eğitimini tamamlamak üzere. O henüz küçük, 17 yaşında. Fırsat ve zaman buldukça onları işin içine şimdiden sokmaya çalışıyorum. İş toplantılarına sokuyorum ve dinlemelerini istiyorum. Onlar da zaten toplantılara zaman zaman katılıyorlar, çok ilgiler işe karşı. Hayatta bitmeyen servet, iş yapma yeteneğidir. Çocuklarınıza ne bırakırsanız bırakın, bitmeyen servet yoktur. Eğer onlara sürekli iş yapabilme, çalışabilme şevkini kazandırabiliyorsam, bu en büyük servettir. Ben de her baba gibi doğal olarak çocuklarımın işimi daha ilerilere taşımasını arzu ediyorum çünkü bizim işimizden binlerce insan ekmek yiyor.
Ali Ağaoğlu’nun çocukları olarak aslında çok geniş imkanlara sahip bir şekilde dünyaya geldiler. Bu imkanların içinde şımarmamaları için onlara nasıl bir eğitim verdiniz?
Her zaman onlara şunu söylemişimdir: "Yaptığınız bir harekette ’babam duyarsa kızar’ diye değil, ’babam duyarsa, üzülür’ diye düşünerek hareket edin". Neticede çocuklarıma kızabilirim, sinirlenebilirim. Karadenizliyim, benim sinirim çabuk geçer ama üzüntü kolay kolay geçmez. Bugüne kadar da çocuklarım beni en ufak bir şekilde bile üzmemişlerdir. Özellikle Alican, yaşı gereği de kendi sorumluluklarını bilen, çevresinde lider konumunda olan ve sözünü dinleten bir genç olmuştur. Hiçbir zaman şımarıklık yapmamıştır. Aynı şekilde kızım ve küçük oğlum da öyledir. Bugüne kadar her zaman Ali Ağaoğlu’nun çocukları olma sorumluluğunu taşıdılar ve bundan sonra da taşıyacaklarına inanıyorum.
Sizin için hep ’sonradan görme’ denildi ama siz aslında aileden zengindiniz, değil mi?
Babam 1946 yılında İstanbul’a gelmiş ve çok başarılı olmuş bir işadamıdır. İyi bir tüccar, iyi bir sanayici ve iyi bir müteahhitti. Lise zamanımda da benim altımda en son model BMW, Mercedes arabalar oldu. Her zaman kolejlerde okudum. 1977 senesinde babamla kuşak çatışması nedeniyle ayrıldım ve kendi işimi kurdum ama özellikle çocukluğum, hep belli bir seviyenin üzerinde geçti.
İşinizi babanızdan destek almadan mı kurdunuz?
Hayır, hiçbir destek almadım. Babam 1975 senesinde bir kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ben o zaman Kabataş Erkek Lisesi’nde son sınıfta okuyordum. Beni alıp, işin başına geçirdi. İki sene boyunca işi ben idare ettim. O arada babam iyileşti. Ben babama göre daha ataktım ve işi genişletmek istiyordum. Babam daha tutucuydu ve risk almak istemiyordu. Dolayısıyla da aramızda kuşak çatışması başladı. 1977 senesinde babamla görüştüm ve iki senede yaptıklarımı, işi nasıl büyüttüğümü anlattım. Bütün hesapları, şirketleri teslim ettim, cebimdeki 25 kuruşu ve arabalarımın anahtarlarını da bıraktım, ceketimi alıp, babamın yanından ayrıldım. O yaşta büyük bir riskti aslında benim için. 23 yaşındaydım, en kral noktadaydım ve iyi bir işadamıydım. Çevremde inanılmaz bir saygınlığım vardı ama hepsini bıraktım.
Sıfırdan başlayıp, işinizi nasıl bu kadar büyük bir holding haline getirebildiniz?
Bu işin sırrı kesinlikle çok çalışmaktır. Benim en büyük şansım şu: Babam beni neredeyse çocukluğumdan beri işin içinde büyüttü. Benim ilkokul çağım bile inşaatların içinde geçti. Kendime güveniyordum, işi biliyordum ve babamdan dolayı bir çevrem vardı. Aslına bakarsanız, o çevreye güveniyordum ama o çevreyi babam kullanmamı engelledi. Bunu tabi ki bana kötülük olsun diye yapmadı, onun yanına tekrar dönmemi istiyordu. Ben de çevremin babamdan dolayı olduğunu hesaplayamamıştım. Kredi almak için bankalara gidiyordum ama öğreniyordum ki, babam önceden bana bir kuruş vermemeleri için sıkı tembihlemiş. Bütün bunları bir şekilde aştım ve kendi işimi kurdum.
Başarımın sırrı da dürüst olmak ve çok sıkı çalışmaktır. Zorluklar beni hiçbir zaman yıldıramaz ve yolumdan döndüremez. Yeni nesilde en büyük eksikliğin bu olduğuna inanıyorum. Önlerine en ufak bir engel çıktığı zaman hemen pes ediyorlar. Benim önüme bir engel çıktığı zaman, o duvarı nasıl yıkacağımı hesaplarım. Bu, herhalde Karadenizli olmamdan da kaynaklanıyor. Biliyorsunuz, Karadeniz’in doğası da, denizi de hırçındır. Dolayısıyla Karadeniz insanı mücadeleyi çok sever. Ben de zorluklardan yılmam, aksine üzerine giderim.
Babanızla şu anda aranız nasıl?
Babam 82 yaşında. Aramız şu anda çok iyi ve çok sık görüşürüz. Zaten o zaman da ayrılığımızın tek sebebi kuşak çatışmasıydı. Hiçbir zaman aramızda kötü bir şey geçmemiştir.
İŞTE ALİ AĞAOĞLU’NUN MUHTEŞEM MALİKANESİNDEN GÖRÜNTÜLER :
Sabah
Bu evinizi ne zaman yaptırdınız?
Yaklaşık iki sene oldu sanırım.
Şu anda kaç tane eviniz var?
Bana kapı çok! Burası kızım, oğlum ve annesinin yaşadığı ev. Ben de her zaman çocuklarımın yanında olmaktan mutluluk duyarım ve burada sık kalırım o yüzden. Eşimle 12 senedir ayrıyım ama her zaman çocuklarımın yanındayım.
Gördüğüm kadarıyla oldukça büyük bir ev burası. Biraz evinizi anlatır mısınız bize?
Bu ev 2500 metrekare. Kaç odalı olduğunu da vallahi hiç hatırlamıyorum. Herhalde 12-15 kadar oda var.
Peki, kendinizi hangi evinizde daha rahat hissediyorsunuz?
Burası çocuklarımın kaldığı ev, dolayısıyla benim için ayrı bir önemi var. Onlar her zaman benim başımın tacıdır. Aynı zamanda Vaniköy’de bir yalım var. Orası da çok keyif aldığım bir evdir. Altunizade’de bir ahşap köşküm var, orada da 5 yaşındaki oğlum yaşıyor. Onun yanına da sık sık giderim.
Hayatınız bütün bu evler arasında gidip gelmekle geçiyor o zaman.
Evet, biraz öyle oluyor aslında. Ben kaçta yatarsam yatayım saat 07.00’da kalkarım ve 08.00’da işimin başında olurum, yani hayatımın 4’te 3’ü işimde geçiyor.
Tam anlamıyla bir işkoliksiniz sanırım...
Evet, kesinlikle öyleyim. Hayatım çocuklarım ve işim arasında geçiyor. Araya zaman zaman başka şeyler de sıkıştırıyoruz.
Hiç "Yeteri kadar çalıştım, artık hayatın tadını çıkarayım" demiyor musunuz?
Benim yaşım daha 22, 1954 doğumluyum ve hesaplayınca 22 yapıyor! Bu yüzden de emekliliği konuşmak için daha çok erken.
Uzun bir süredir 22 yaşında olduğunuzu söylüyorsunuz. Hiç büyümüyor musunuz?
Her zaman verdiğim sözlerin arkasında dururum. Bugüne kadar hep 22 yaşında olduğumu söyledim ve bu sözümün de arkasındayım. Kendimi 22 yaşında hissediyorum ve öyle görüyorum ama aslında gönlüm 18 yaşında.
Bu durumda oğlunuzdan küçüksünüz değil mi?
Oğlum 24 yaşında, ondan küçüğüm artık. (gülüyor)
Peki, evde olduğunuz zaman neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
Aslında çok fazla evde vakit geçiremiyorum. Az önce de söylediğim gibi; mesaim sabah 08.00’da başlıyor ve akşam da 21.00 ya da 22.00’a kadar sürebiliyor, yani işim ne gerektiriyorsa, o saate kadar işte kalabilirim. Eve geldiğim zaman da, özellikle çocuklarımla vakit geçirmeyi çok seviyorum. Evde oturup, televizyon izlemeye çok zamanım olmaz ama yine de zaman zaman koltuğa uzanıp, TV izlemekten de hoşlanırım. Ayrıca ev yemeklerini inanılmaz severim fakat maalesef çoğunlukla dışarıda yemek yemek zorunda kalıyorum. Evde ev yemeği yemeyi çok severim ve özellikle de isterim. Annem kara lahana dolması yapar ve gönderir bana. Ona bayılırım.
Bu evin dekorasyonunu yaparken bir iç mimarla mı çalıştınız, sizin müdahaleleriniz de oldu mu?
Şirketimizde dekorasyon bölümümüz var ve buradaki iç mimarlarımızla çalıştık. Tabi ki onlar da benim zevkimin nasıl olduğunu biliyor ve benden onay alıyorlar. Dönem dönem de müdahele ettim fakat özellikle bu evde kızımın ve annesinin benden daha çok sözü geçmiştir.
Çocuklarınızın eğitiminden de bahsedelim biraz. Neler yapıyorlar şu anda?
Oğlum Alican eğitimini Londra’da devam ettiriyor. Lise eğitimini İsviçre’de aldı ve üniversite için de Londra’ya gitti. Bu sene de inşallah mezun oluyor. Alican, mezun olur olmaz benim işimi devam ettirecek. Londra’nın finans merkezinde iki tane kule inşaatımız var ve Alican da bu işin sorumluluğuna geçti. Onun iş tecrübesini yurtdışında edinmesini istedim. Biz, Ağaoğlu’nu Türkiye’de iyi bir marka konumuna getirdik ve Alican da markamızı uluslararası boyuta taşıyacak. Becerisi ve öngörüsü çok gelişmiş. Bu konuda ona gerçekten de çok güveniyorum. Bizim bu noktaya getirdiğimiz işi, çocuklarım çok daha ilerilere taşıyacaklar. Kızım Sena ise şu anda lise eğitimini tamamlamak üzere. O henüz küçük, 17 yaşında. Fırsat ve zaman buldukça onları işin içine şimdiden sokmaya çalışıyorum. İş toplantılarına sokuyorum ve dinlemelerini istiyorum. Onlar da zaten toplantılara zaman zaman katılıyorlar, çok ilgiler işe karşı. Hayatta bitmeyen servet, iş yapma yeteneğidir. Çocuklarınıza ne bırakırsanız bırakın, bitmeyen servet yoktur. Eğer onlara sürekli iş yapabilme, çalışabilme şevkini kazandırabiliyorsam, bu en büyük servettir. Ben de her baba gibi doğal olarak çocuklarımın işimi daha ilerilere taşımasını arzu ediyorum çünkü bizim işimizden binlerce insan ekmek yiyor.
Ali Ağaoğlu’nun çocukları olarak aslında çok geniş imkanlara sahip bir şekilde dünyaya geldiler. Bu imkanların içinde şımarmamaları için onlara nasıl bir eğitim verdiniz?
Her zaman onlara şunu söylemişimdir: "Yaptığınız bir harekette ’babam duyarsa kızar’ diye değil, ’babam duyarsa, üzülür’ diye düşünerek hareket edin". Neticede çocuklarıma kızabilirim, sinirlenebilirim. Karadenizliyim, benim sinirim çabuk geçer ama üzüntü kolay kolay geçmez. Bugüne kadar da çocuklarım beni en ufak bir şekilde bile üzmemişlerdir. Özellikle Alican, yaşı gereği de kendi sorumluluklarını bilen, çevresinde lider konumunda olan ve sözünü dinleten bir genç olmuştur. Hiçbir zaman şımarıklık yapmamıştır. Aynı şekilde kızım ve küçük oğlum da öyledir. Bugüne kadar her zaman Ali Ağaoğlu’nun çocukları olma sorumluluğunu taşıdılar ve bundan sonra da taşıyacaklarına inanıyorum.
Sizin için hep ’sonradan görme’ denildi ama siz aslında aileden zengindiniz, değil mi?
Babam 1946 yılında İstanbul’a gelmiş ve çok başarılı olmuş bir işadamıdır. İyi bir tüccar, iyi bir sanayici ve iyi bir müteahhitti. Lise zamanımda da benim altımda en son model BMW, Mercedes arabalar oldu. Her zaman kolejlerde okudum. 1977 senesinde babamla kuşak çatışması nedeniyle ayrıldım ve kendi işimi kurdum ama özellikle çocukluğum, hep belli bir seviyenin üzerinde geçti.
İşinizi babanızdan destek almadan mı kurdunuz?
Hayır, hiçbir destek almadım. Babam 1975 senesinde bir kalp rahatsızlığı geçirmişti. Ben o zaman Kabataş Erkek Lisesi’nde son sınıfta okuyordum. Beni alıp, işin başına geçirdi. İki sene boyunca işi ben idare ettim. O arada babam iyileşti. Ben babama göre daha ataktım ve işi genişletmek istiyordum. Babam daha tutucuydu ve risk almak istemiyordu. Dolayısıyla da aramızda kuşak çatışması başladı. 1977 senesinde babamla görüştüm ve iki senede yaptıklarımı, işi nasıl büyüttüğümü anlattım. Bütün hesapları, şirketleri teslim ettim, cebimdeki 25 kuruşu ve arabalarımın anahtarlarını da bıraktım, ceketimi alıp, babamın yanından ayrıldım. O yaşta büyük bir riskti aslında benim için. 23 yaşındaydım, en kral noktadaydım ve iyi bir işadamıydım. Çevremde inanılmaz bir saygınlığım vardı ama hepsini bıraktım.
Sıfırdan başlayıp, işinizi nasıl bu kadar büyük bir holding haline getirebildiniz?
Bu işin sırrı kesinlikle çok çalışmaktır. Benim en büyük şansım şu: Babam beni neredeyse çocukluğumdan beri işin içinde büyüttü. Benim ilkokul çağım bile inşaatların içinde geçti. Kendime güveniyordum, işi biliyordum ve babamdan dolayı bir çevrem vardı. Aslına bakarsanız, o çevreye güveniyordum ama o çevreyi babam kullanmamı engelledi. Bunu tabi ki bana kötülük olsun diye yapmadı, onun yanına tekrar dönmemi istiyordu. Ben de çevremin babamdan dolayı olduğunu hesaplayamamıştım. Kredi almak için bankalara gidiyordum ama öğreniyordum ki, babam önceden bana bir kuruş vermemeleri için sıkı tembihlemiş. Bütün bunları bir şekilde aştım ve kendi işimi kurdum.
Başarımın sırrı da dürüst olmak ve çok sıkı çalışmaktır. Zorluklar beni hiçbir zaman yıldıramaz ve yolumdan döndüremez. Yeni nesilde en büyük eksikliğin bu olduğuna inanıyorum. Önlerine en ufak bir engel çıktığı zaman hemen pes ediyorlar. Benim önüme bir engel çıktığı zaman, o duvarı nasıl yıkacağımı hesaplarım. Bu, herhalde Karadenizli olmamdan da kaynaklanıyor. Biliyorsunuz, Karadeniz’in doğası da, denizi de hırçındır. Dolayısıyla Karadeniz insanı mücadeleyi çok sever. Ben de zorluklardan yılmam, aksine üzerine giderim.
Babanızla şu anda aranız nasıl?
Babam 82 yaşında. Aramız şu anda çok iyi ve çok sık görüşürüz. Zaten o zaman da ayrılığımızın tek sebebi kuşak çatışmasıydı. Hiçbir zaman aramızda kötü bir şey geçmemiştir.
İŞTE ALİ AĞAOĞLU’NUN MUHTEŞEM MALİKANESİNDEN GÖRÜNTÜLER :
Sabah