Hendekler “Öcalan’a rağmen” mi kazıldı?..
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Öcalan’ın yeniden gündeme getirilmesi hazırlıklarını ve PKK’nın “Hendek siyaseti”nin “Öcalan’a rağmen” olup olmadığını tartıştı…
Söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Lakin dinleyen kim? Artık duymadıklarından mı, duymak istemediklerinden mi yoksa sakalımız yahut afili bir titrimiz olmadığından mı bilmem. (Ne olacak canım “alt tarafı bir komplo teorisyeni” yani!) Uzun süredir “Öcalan / PKK”, “Öcalan / HDP” çelişkisi olmadığını,(Varsa da stratejik düzeyde değil sadece taktiksel düzeyde olabileceğini) süregelen olayların ”Öcalan’a rağmen “ değil, bizzat “ Öcalan’ın bilgisi dahilinde” yapılmış olabileceğini anlatmaya çalışıyorum. Ancak belli ki başta “devlet zihni” sahipleri olmak üzere kimsenin umurunda olmuyor. Başlarını bir kere daha duvara toslayacaklar halbuki.Tabii toslayacak “baş” kaldıysa!..
PANAYIR KUMPANYASI TİYATROSUNUN BİRİNCİ PERDESİ!..
Hatırlayın Apo’ya “Birinci Parlatma Operasyonu” esnasında neler denmemiş, neler yapılmamıştı? Önce cezaevlerindeki PKK’lılara “mizansenden bir açlık grevi” ayarlattılar. Sonra Apo araya girdi ve grevler son buldu. Böylelikle “Sorun çözen Apo” imajı ilk o zaman parlatıldı. Sonrası kendiliğinden geldi ve “Umudumuz Apo” oluverdi.”Kanaat inşacıları” harekete geçmişti!..
Gerisini zaten biliyorsunuz. “Açılım” şarkıları, türküleri arasında ne kadar topçu, popçu, “sanatçı” takımı varsa Dolmabahçe’de huzura çıktılar ve bir “atraksiyon” tertiplendi. (Habur Rezaleti ve “Oslo Skandalı”nı saymıyorum bile!) Ardından onu “akil adamlar” kumpanyası, “İmralı turları” izledi. Diyarbakır’da Nevruz vesilesiyle “Apo’nun mektubu” okunduğunda -ayarlanmış medyanın da üstün gayretleriyle- neler denmedi ki? “Terörist Apo” bir anda “Barış için çabalayan Apo” oluverdi. PKK’lılar birden “Aktivist”e çevrildi. Ellerinde “Keleşler”le dağda bayırda piknik yapan, çiçek toplayan çocuklar muamelesi gördüler. Güvenlik güçleri onları gördüğünde başlarını çevirdiler. Yeter ki “analar ağlamasın”dı!..
O günlerde bizim gibi (Akil olmayan!) sürecin kotarılma biçimine ilişkin kaygıları, itirazları, şüpheleri olan kişilere ise neler denmedi ki? Ne “barış, kardeşlik istemememiz” ne “savaştan, kandan, kinden beslenmemiz” ne “çözüme karşı olmamız” hatta neredeyse “vatan hainliği”miz kaldı. Doğrusu “etiketlemeci kalemşor”lar iyi çalışıyordu. Salla gitsindi, millet her şeyi yer sanıyorlardı ne de olsa. Onların bir kısmı daha sonra AKP’nin politika değiştirmesiyle çark edecekler hatta bazıları bizi bile geçeceklerdi!..
ŞAPA OTURAN SÖZÜMONA “ÇÖZÜM” SÜRECİ!..
Fakat sonra ne olduysa oldu birden jetonlar düşüverdi. Devletin “sinir merkezleri” evdeki hesaplarının çarşıya pek uymadığını fark ettiler. (Başka ne bekliyorlardı ki? Düğmeleri baştan yanlış iliklemişlerdi!) Sonra birden anladılar ki; PKK, bütün bu süreci kuvvetlerini daha da tahkim etmekte değerlendirirken, “Rojava kantonu” misali “yerinden yönetim” şartlarına dönüştürüp, “genel bir ayaklanma”ya çevirmenin zeminini oluşturmaya uğraşıyordu. Üstelik birden Türk askerine, polisine, devletin sıradan memuruna dahi saldırmalar başlamıştı. Bu arada pek bel bağlanan “siyasi ve sivil kol” HDP’de hem Meclise daha güçlü girmiş hem de tehditkâr ve kışkırtıcı açıklamalarına tam gaz devam etmişti!
Bütün o “barış ve kardeşlik projesi” suya düşmüş, başladıklarından bile geri bir noktaya gelinmişti. Tam o sıralarda birden Apo’nun da sesi çıkmaz olmuştu. Onlara kalırsa Apo “PKK’nın kendisini dinlememesine kızmış” ve kendini geri çekmişti. “PKK’ya kırgın” bir Apo” vardı artık karşımızda. İmralı seferleri iptal olmuştu. Doğrusu “Kanaat İnşacıları”nı bir kere daha kutlamamız gerekecekti belki de. Bu herkese “Küskün Apo” fikrini kim bulduysa madalya takmak gerekecekti!
Peki gerçekler öyle miydi acaba? Hiç sanmıyorum. Bir türlü “özgür bırakılmaması için somut bir adım atılmamasına “ pek kızan Apo, birden “ortalığı biraz karıştırmanın hiç fena olmayacağı” vehmine kapılmış olacak ki yeni dalga terör başlatıldı. Hendek ve barikatlar siyaseti bunun bir sonucuydu.Durup dururken oluşmadı. (Nedense tam o esnada KCK Eş Başkanı Bese Hozat “Devrimci Halk Savaşı” kararı aldıklarını ve “Önder Apo”nun özgürlük koşullarının yeniden gözden geçirilmesini” gündeme getiriverdi.) Bence bin dereden su getirilerek toplumdan asıl gizlenen bu olmalıydı. Apo’nun birden sesinin soluğunun kesilmesi -büyük ihtimalle- bu yüzden oldu!..
Anlaşılan o süreçte “Devlet-Apo Balayı” şiddetli geçimsizlikten dolayı bitmişti. Bunun analizini yapmaya çalıştığım Medyaradar’daki “Devlet Apo Balayı bitmiştir!..PKK ne yapmak istiyor?” başlıklı, 09.09. 2015 tarihli yazıma bakabilirsiniz. Lakin öyle anlaşılıyor ki şimdi yeniden nikâh tazeliyorlar. Ne diyelim? Hayırlısı!..
“ÇADIR TİYATROSU”NUN “İKİNCİ PERDESİ” AÇILIYOR!..
Öyle anlaşılıyor ki yeniden Öcalan’a “mecbur kalan” (Kimbilir hangi pazarlıklar sonucu!) birileri onu tekrar dolaşıma sürmeye hazırlanıyor. (Bu kez hangi “parlatma numarasını” çekecekler acaba? Zaten verdikleri zararı verdikten sonra “Hendekçiler”i geri çektirme olabilir mi?) Bunun için ufak nabız yoklamalar, sinyal çakmalara başladılar bile. Önce AKP’li Galip Ensarioğlu “Öcalan’ın kapısını çalmalıyız” derken, Orhan Miroğlu ise “Kandil, hendek siyasetini, Öcalan’a rağmen inşa etti.” diyerek bir girizgâh oluşturuyorlardı.
Fakat ben en çok Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin yazısını önemsedim. Selvi “Öcalan ne zaman devreye girecek?” diye sorarken yeni anayasa ve reform sürecine dikkat çekiyordu. Selvi ayrıca Öcalan’ın “hendekleri ve barikatları halk benimsemediği için doğru bir strateji olarak görmediğini” belirtirken (Şu işe bakın demek ki halk benimsese o zaman “doğru” olacak?) tüm faturayı “Kandil”e çıkartıyordu. İyi “bakış” doğrusu!..
Peki gerçekten öyle olabilir mi?.. Hiç zannetmiyorum. Öyle olsaydı, Öcalan terör ve hendekler konusunda sahiden “Kandil politikası”yla ters düşseydi tam tersine çıkar konuşur, bu politikayı terk etmelerini söylerdi. (Daha önce de hatırlanırsa “Öcalan konuşursa Kandil’in kendisini dinlemeyip, otoritesinin zayıflamasından korkuyormuş” gibi iddialar dolaştı. Hatta bakan düzeyinde “Öcalan bunları yakalasa sopayla kovalar” bile dendi.) Tersi olsaydı aylardır -her ne gerekçe ile olur ise olsun- suskun kalmaz, “misyonu”na sahip çıkar, karşı çıkışları göğüslerdi. Demek ki öyle olmamış. Hiçbir “bahane” bunu örtemez. Mantık bunu söylüyor. O halde kimi tilkiliklerle örülü “başka hesaplar” dönmüş olmalı!
Bu durumda “Taktik ve strateji dehası Öcalan” ya bu sürecin bizzat başlatıcıları arasında ya da oluşmuş durumdan nemalanmak istedi. Kendisine yeniden “özgürleşmesini hızlandırıcı” bir “pazarlık kozu” oluşturmayı umdu. Bana göre birinci şık daha doğru olmalı. Yani ki “Ona rağmen” olan biten bir şey yok. Sadece öyle görmek ve göstermek tüm tarafların işine gelmiş olmalı o kadar. Tahminlerim bu yönde…
Ne yani birilerinin çıkıp “Öcalan’da sorumlu, onunda payı var, o yüzden onu geri çektik, konuşturmadık. Şimdi ise yola gelir gibi tekrar öne sürmeye hazırlanıyoruz” deyip kendi hatalarını itiraf etmelerini mi bekliyordunuz? Ya da “Biz ‘İyilik meleği Öcalan’ beklerken birden karşımızda bizi de keten pereye getiren ‘Şeytan Öcalan’ı’ bulduk” demelerini mi? Hadi canım sizde!.Kim kimi kullanıyor acaba?
Anlaşılan birkaç aya kalmaz, yeniden, modifiye edilmiş “Kandil mağduru Öcalan” imajı piyasaya sürülecek, “İyi Polis-Kötü Polis” skeci sahnelenecek. Arka planda başka cilaların atıldığı “Yeni akiller” veya benzeri oluşumlar (“Sivil Toplum Kuruluşları” ve “Kanaat Önderleri” adı altında) sahnede yerini alacak, dekorlar değişecek ve şov yeniden başlayacak. Bu kez nereye kadar sürer bilmem?
Ne diyeyim?.. “Aman Öcalan’a toz kondurmayalım” cılar kendisine kurşun döktürtün, tütsüler yakın, üfürükçüleri çağırın, muskalar yaptırın, pamuklara sarın. Sakın nazar filân değmesin. Yeter ki “Barış ve kardeşlik isteyen Kurtarıcı Apo” imajı yara almasın!
Her defasında kandırıldıklarını düşünen millet kumpanyadaki ikinci perdeyi nasıl karşılayacak bakalım? Alkışlar mı kopacak, yoksa sahneye ıslıklar eşliğinde, gazoz kapakları, bozuk paralar, çakmaklar, kola şişeleri, fındık fıstıklar, alaska frigolar mı atılacak? Sizce hangisi olacak dersiniz?..
Bekleyip görelim!..
24.12. 2015
atillaakar@gmail.com
PANAYIR KUMPANYASI TİYATROSUNUN BİRİNCİ PERDESİ!..
Hatırlayın Apo’ya “Birinci Parlatma Operasyonu” esnasında neler denmemiş, neler yapılmamıştı? Önce cezaevlerindeki PKK’lılara “mizansenden bir açlık grevi” ayarlattılar. Sonra Apo araya girdi ve grevler son buldu. Böylelikle “Sorun çözen Apo” imajı ilk o zaman parlatıldı. Sonrası kendiliğinden geldi ve “Umudumuz Apo” oluverdi.”Kanaat inşacıları” harekete geçmişti!..
Gerisini zaten biliyorsunuz. “Açılım” şarkıları, türküleri arasında ne kadar topçu, popçu, “sanatçı” takımı varsa Dolmabahçe’de huzura çıktılar ve bir “atraksiyon” tertiplendi. (Habur Rezaleti ve “Oslo Skandalı”nı saymıyorum bile!) Ardından onu “akil adamlar” kumpanyası, “İmralı turları” izledi. Diyarbakır’da Nevruz vesilesiyle “Apo’nun mektubu” okunduğunda -ayarlanmış medyanın da üstün gayretleriyle- neler denmedi ki? “Terörist Apo” bir anda “Barış için çabalayan Apo” oluverdi. PKK’lılar birden “Aktivist”e çevrildi. Ellerinde “Keleşler”le dağda bayırda piknik yapan, çiçek toplayan çocuklar muamelesi gördüler. Güvenlik güçleri onları gördüğünde başlarını çevirdiler. Yeter ki “analar ağlamasın”dı!..
O günlerde bizim gibi (Akil olmayan!) sürecin kotarılma biçimine ilişkin kaygıları, itirazları, şüpheleri olan kişilere ise neler denmedi ki? Ne “barış, kardeşlik istemememiz” ne “savaştan, kandan, kinden beslenmemiz” ne “çözüme karşı olmamız” hatta neredeyse “vatan hainliği”miz kaldı. Doğrusu “etiketlemeci kalemşor”lar iyi çalışıyordu. Salla gitsindi, millet her şeyi yer sanıyorlardı ne de olsa. Onların bir kısmı daha sonra AKP’nin politika değiştirmesiyle çark edecekler hatta bazıları bizi bile geçeceklerdi!..
ŞAPA OTURAN SÖZÜMONA “ÇÖZÜM” SÜRECİ!..
Fakat sonra ne olduysa oldu birden jetonlar düşüverdi. Devletin “sinir merkezleri” evdeki hesaplarının çarşıya pek uymadığını fark ettiler. (Başka ne bekliyorlardı ki? Düğmeleri baştan yanlış iliklemişlerdi!) Sonra birden anladılar ki; PKK, bütün bu süreci kuvvetlerini daha da tahkim etmekte değerlendirirken, “Rojava kantonu” misali “yerinden yönetim” şartlarına dönüştürüp, “genel bir ayaklanma”ya çevirmenin zeminini oluşturmaya uğraşıyordu. Üstelik birden Türk askerine, polisine, devletin sıradan memuruna dahi saldırmalar başlamıştı. Bu arada pek bel bağlanan “siyasi ve sivil kol” HDP’de hem Meclise daha güçlü girmiş hem de tehditkâr ve kışkırtıcı açıklamalarına tam gaz devam etmişti!
Bütün o “barış ve kardeşlik projesi” suya düşmüş, başladıklarından bile geri bir noktaya gelinmişti. Tam o sıralarda birden Apo’nun da sesi çıkmaz olmuştu. Onlara kalırsa Apo “PKK’nın kendisini dinlememesine kızmış” ve kendini geri çekmişti. “PKK’ya kırgın” bir Apo” vardı artık karşımızda. İmralı seferleri iptal olmuştu. Doğrusu “Kanaat İnşacıları”nı bir kere daha kutlamamız gerekecekti belki de. Bu herkese “Küskün Apo” fikrini kim bulduysa madalya takmak gerekecekti!
Peki gerçekler öyle miydi acaba? Hiç sanmıyorum. Bir türlü “özgür bırakılmaması için somut bir adım atılmamasına “ pek kızan Apo, birden “ortalığı biraz karıştırmanın hiç fena olmayacağı” vehmine kapılmış olacak ki yeni dalga terör başlatıldı. Hendek ve barikatlar siyaseti bunun bir sonucuydu.Durup dururken oluşmadı. (Nedense tam o esnada KCK Eş Başkanı Bese Hozat “Devrimci Halk Savaşı” kararı aldıklarını ve “Önder Apo”nun özgürlük koşullarının yeniden gözden geçirilmesini” gündeme getiriverdi.) Bence bin dereden su getirilerek toplumdan asıl gizlenen bu olmalıydı. Apo’nun birden sesinin soluğunun kesilmesi -büyük ihtimalle- bu yüzden oldu!..
Anlaşılan o süreçte “Devlet-Apo Balayı” şiddetli geçimsizlikten dolayı bitmişti. Bunun analizini yapmaya çalıştığım Medyaradar’daki “Devlet Apo Balayı bitmiştir!..PKK ne yapmak istiyor?” başlıklı, 09.09. 2015 tarihli yazıma bakabilirsiniz. Lakin öyle anlaşılıyor ki şimdi yeniden nikâh tazeliyorlar. Ne diyelim? Hayırlısı!..
“ÇADIR TİYATROSU”NUN “İKİNCİ PERDESİ” AÇILIYOR!..
Öyle anlaşılıyor ki yeniden Öcalan’a “mecbur kalan” (Kimbilir hangi pazarlıklar sonucu!) birileri onu tekrar dolaşıma sürmeye hazırlanıyor. (Bu kez hangi “parlatma numarasını” çekecekler acaba? Zaten verdikleri zararı verdikten sonra “Hendekçiler”i geri çektirme olabilir mi?) Bunun için ufak nabız yoklamalar, sinyal çakmalara başladılar bile. Önce AKP’li Galip Ensarioğlu “Öcalan’ın kapısını çalmalıyız” derken, Orhan Miroğlu ise “Kandil, hendek siyasetini, Öcalan’a rağmen inşa etti.” diyerek bir girizgâh oluşturuyorlardı.
Fakat ben en çok Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi’nin yazısını önemsedim. Selvi “Öcalan ne zaman devreye girecek?” diye sorarken yeni anayasa ve reform sürecine dikkat çekiyordu. Selvi ayrıca Öcalan’ın “hendekleri ve barikatları halk benimsemediği için doğru bir strateji olarak görmediğini” belirtirken (Şu işe bakın demek ki halk benimsese o zaman “doğru” olacak?) tüm faturayı “Kandil”e çıkartıyordu. İyi “bakış” doğrusu!..
Peki gerçekten öyle olabilir mi?.. Hiç zannetmiyorum. Öyle olsaydı, Öcalan terör ve hendekler konusunda sahiden “Kandil politikası”yla ters düşseydi tam tersine çıkar konuşur, bu politikayı terk etmelerini söylerdi. (Daha önce de hatırlanırsa “Öcalan konuşursa Kandil’in kendisini dinlemeyip, otoritesinin zayıflamasından korkuyormuş” gibi iddialar dolaştı. Hatta bakan düzeyinde “Öcalan bunları yakalasa sopayla kovalar” bile dendi.) Tersi olsaydı aylardır -her ne gerekçe ile olur ise olsun- suskun kalmaz, “misyonu”na sahip çıkar, karşı çıkışları göğüslerdi. Demek ki öyle olmamış. Hiçbir “bahane” bunu örtemez. Mantık bunu söylüyor. O halde kimi tilkiliklerle örülü “başka hesaplar” dönmüş olmalı!
Bu durumda “Taktik ve strateji dehası Öcalan” ya bu sürecin bizzat başlatıcıları arasında ya da oluşmuş durumdan nemalanmak istedi. Kendisine yeniden “özgürleşmesini hızlandırıcı” bir “pazarlık kozu” oluşturmayı umdu. Bana göre birinci şık daha doğru olmalı. Yani ki “Ona rağmen” olan biten bir şey yok. Sadece öyle görmek ve göstermek tüm tarafların işine gelmiş olmalı o kadar. Tahminlerim bu yönde…
Ne yani birilerinin çıkıp “Öcalan’da sorumlu, onunda payı var, o yüzden onu geri çektik, konuşturmadık. Şimdi ise yola gelir gibi tekrar öne sürmeye hazırlanıyoruz” deyip kendi hatalarını itiraf etmelerini mi bekliyordunuz? Ya da “Biz ‘İyilik meleği Öcalan’ beklerken birden karşımızda bizi de keten pereye getiren ‘Şeytan Öcalan’ı’ bulduk” demelerini mi? Hadi canım sizde!.Kim kimi kullanıyor acaba?
Anlaşılan birkaç aya kalmaz, yeniden, modifiye edilmiş “Kandil mağduru Öcalan” imajı piyasaya sürülecek, “İyi Polis-Kötü Polis” skeci sahnelenecek. Arka planda başka cilaların atıldığı “Yeni akiller” veya benzeri oluşumlar (“Sivil Toplum Kuruluşları” ve “Kanaat Önderleri” adı altında) sahnede yerini alacak, dekorlar değişecek ve şov yeniden başlayacak. Bu kez nereye kadar sürer bilmem?
Ne diyeyim?.. “Aman Öcalan’a toz kondurmayalım” cılar kendisine kurşun döktürtün, tütsüler yakın, üfürükçüleri çağırın, muskalar yaptırın, pamuklara sarın. Sakın nazar filân değmesin. Yeter ki “Barış ve kardeşlik isteyen Kurtarıcı Apo” imajı yara almasın!
Her defasında kandırıldıklarını düşünen millet kumpanyadaki ikinci perdeyi nasıl karşılayacak bakalım? Alkışlar mı kopacak, yoksa sahneye ıslıklar eşliğinde, gazoz kapakları, bozuk paralar, çakmaklar, kola şişeleri, fındık fıstıklar, alaska frigolar mı atılacak? Sizce hangisi olacak dersiniz?..
Bekleyip görelim!..
24.12. 2015
atillaakar@gmail.com