HEM GAZETECİLİK HEM SİYASET OLUR MU? İSMAİL KÜÇÜKKAYA O SORUYA NE YANIT VERDİ?

Medyanın 'bir güç odağı' olarak sahnede kendisine alan yaratma çabası yeni değildir.

Gazetecinin tarafsızlığı

Türk siyaset ve devlet hayatının ’en kritik dönem’lerinden birine girildi ve ’bu olağanüstülük havası’ kendini ilk önce ’medyadaki bölünmüşlükte’ hissettirmeye başladı.

Bir yıllık süreçte muhtemelen referandum ve bir de mutlaka genel seçim yapılacak. Ondan sonraki yıl veya en geç 2014’te yeni cumhurbaşkanı için sandığa gidilecek.

Mücadele işte bu nedenle keskinleşiyor. Medyanın büyük bölümü kendini ’o tarafta’ veya ’bu tarafta’ konumladığı için kavganın aktörlerinden biri haline geldi.

Gündemde ’siyasetteki yenilenme’ kadar gazetecilikteki ’yandaşlık-sırdaşlık-yoldaşlık’ etiketlenmesinin izleri belirginleşiyor.
İşi ağırlıklı olarak toplumu izlemek olan gazetecilerin politikayla ilgilenmesinde şaşılacak yan yok. Ama bugünün tartışma konusu, bir parti yetkili kuruluna giren isimlerin yazı yazmaya, TV’de program yapmaya devam edip etmemesi.

Benim bu konuda herhangi bir parti veya kişi farkı gözetmeksizin her durumda uyacağım ve uygulayacağım etik değerlerim, profesyonel çerçevem ve taviz vermeyeceğim ilkelerim vardır. Kavramsal düzlemde sahip olduğum bu bakış açısını pratikte harfiyen uygularım.

SİYASAL GÖREVİ OLANLAR AKŞAM’DA YAZAMAZ
Mesleğimizin saygınlığı ve çalıştığımız kurumların itibarı söz konusu olduğu için elbette bize düşen sorumluluklar var. Gazetemizde haftada bir gün uzmanlık konusu ekonomiyle ilgili yazıları yayımlanan, çok değerli bir isim olan Hüseyin Yıldız artık AKŞAM’da yazmayacak. Çünkü o, değerli birikimini bundan böyle parti meclisi üyesi olduğu CHP için kullanacak. Bu konuda herhangi bir tartışmanın bile yapılması gereksizdir.

Benzer yaklaşım son yerel seçimlerde belediye başkan adayı olan Mustafa Dolu için de geçerlidir. Kuşkusuz siyasetle ilgilenenler bir işi, mesleği yapmaya devam edecekler. Ekmeklerini bir şekilde kazanacaklar. Bunun istisnası ’yazı yazmak’ olmalıdır.

Sevgili Mustafa Dolu, yapmaya çalıştığım ’halka yakın gazetecilik’ açısından son derece uygun olmasına ve benden önce gazetemde düzenli yazılar yazmasına rağmen, aday olduğu günden itibaren yazılarına son vermiştir. Bu durum, seçimi kazanamamış olduğu günden bu yana geçerliliğini korumaktadır.

Aynı şekilde, çok yakın bir dostum olan eski bir AKP milletvekilinin talebini de, akademisyen kimliği ile gazeteme katkı sağlayacağına inanmama rağmen çok üzülerek reddettim. Aksini düşünemem.

İktidar belirleme peşindekiler
Şu anda medya kompozisyonuna baktığımızda ’AKP iktidardan gitsin’ diye çalışan gazeteciler olduğu gibi, ’Mutlaka iktidarda AK Parti kalmalı’ diye çabalayan meslektaşlar da görüyoruz. Gönül verdikleri senaryonun dışındaki gelişmeler için her iki kesim panik yaşıyor. Çünkü zihinsel angajman içindeler.

Ya aşırı coşku hali veya paranoya eşliğinde tedirginlik havası hakim. Aynı şekilde ’Deniz Baykal kalmalı, gittiyse dönmeli’ diyenler veya ’Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçmeli’ diye pozisyon alanlar... Gelişmeleri okumaya çalışmak yerine kendi gönlünden geçeni haber ve yorum olarak halka empoze etme çabasındalar.

Bir taraf, Kılıçdaroğlu lehine esen rüzgarın hızını artırmak için var gücüyle çaba sarf ediyor, karşı taraf o rüzgarın önünü kesmek için barajlar kurmakla meşgul. İnanılmaz...

Medyanın ’bir güç odağı’ olarak sahnede kendisine alan yaratma çabası yeni değildir. Medya, iktidarın ve sistemin kurucu unsurlarından biridir. Hatta bizzat kendisi ’iktidar odağı’dır. Elindeki ’gündemi dayatma’ silahı çok etkilidir. Siyasetle iç içeliği açıktır. ’Kabine kurma, bakan tayin etme, iktidar değiştirme’ gibi tecrübeler yakın tarihimizde sıkça yaşanmıştır. Alışkanlıklar hayli güçlüdür. Bu çaba, habercilikten çıkıp, siyasetin oyun alanının çerçevesini belirlemeye uzanmakta. Siyasi aktör belirleme ve gerçeğin kendisini değil de üretilen gerçekliği dayatma en fazla karşılaştığımız sorundur.


İŞ BAŞA DÜŞÜYOR
Maalesef toplumsal ve kurumsal zihniyetimiz özgür medyaya, eleştiriye açık değil. Yaşadığım tecrübeler bana, herhangi bir partinin veya liderin, herhangi bir kurumun ve o kurumun yöneticisinin istisna teşkil etmediğini, eleştirilmeyi kimsenin istemediğini gösteriyor. O halde sorumlulukta aslan payı gazetecilerindir. Başka hiçbir baskı, telkin, öneri veya eleştiri gelmeden, kendi vazifemizi kendimiz üstlenmeliyiz. Mesleki itibarı artırmayı, en azından korumayı düşünüyorsak, iş başa düşüyor demektir.
En eski çağlardan beri altın kuraldır, Platon’un ideal devletinin özüdür: Herkes en iyi şekilde kendi işini yapmalıdır.
Bir not daha: Gazeteci, eleştiri gücünü yitirdiği sürece en büyük zararı desteklediği siyasi düşünce ve yapıya verir. Halk gözünde inandırıcılığını yitirdiği gibi mesleğine karşı körlük yaşar. Kitlelerle kurduğu ilişki, üzerine yapışan etiket nedeniyle sakatlanır. Gazeteciler dikkat...

İsmail Küçükkaya/Akşam