HAYRA ALAMET DEĞİL BU; HEM DE HİÇ DEĞİL! HASAN CEMAL OPERASYONLARA İSYAN ETTİ!

KCK kapsamında 20'den fazla gazetecinin gözaltına alınmasına rağmen medyadaki sessizlik Milliyet yazarı Hasan Cemal'i çok şaşırttı.

Gazeteciler gözaltına alınıyor, tık yok!

Gazeteciler büyük bir dalgayla gözaltına alınıyor. Sessizlik.
Tık yok.
Yaprak kımıldamıyor.
Kıyamet kopmuyor manşetlerde.
Oysa büyük bir operasyon.
KCK kapsamındaki 50 civarında gözaltının 20’den fazlasını gazetecilerin oluşturduğu belirtiliyor.
Ama gel gör ki gazetelerde gazeteci milletinin gözaltı haberi neredeyse kayboluyor.
Birinci sayfaların eteklerinden iç sayfalara doğru kayıyor haberler... Ara ki bulasın ne olup bittiğini...
Sanki tuhaf bir kayıtsızlık.
Rahatsız edici.
Neden?..
Medyada devlete hizmet arzı mı?..
Aklıma takılıyor:
Yoksa Başbakan Erdoğan’ın Ankara’da, Başbakanlık Konutu’nda medya patron ve yöneticileriyle yaptığı toplantının bir ürünü mü?..
Bilemiyorum, belki de...
Ama altını çizmek istiyorum.
Hayra alamet değil bu.
Hem de hiç değil.
Gözaltı dalgası 20 küsur gazeteciyi vuruyor.
Devletin yarattığı havaya kulak verirseniz, bunlar gazeteci milletinden değil.
Ya ne?
Terörist!
PKK’nın maşası!
Hatta içlerinde Kandil’de eğitimden geçen bile var.
Nerden biliyorsun?
Nasıl emin olabiliyorsun?
Bir gözaltıyla nasıl oluyor da gazeteciyi bir anda meslekten silebiliyorsun?
Hangi hakla?..
Benim yıllarım bu konuyla geçti.
Cumhuriyet’te muhabirlik ve genel yayın yönetmenliği yaparken, Uluslararası Basın Enstitüsü Yürütme Kurulu üyesiyken önümüzde hep aynı meseleler vardı.
İfade özgürlüğünden, basın özgürlüğünden içeri atılanların ‘kimlik’leri tartışılıp durulurdu.
Gazeteci değil komünist!
Gazeteci değil şeriatçı! (TCK 163. Madde)
Gazeteci değil terörist!
20 küsur gazeteci hapse atılıyor.
Henüz tutuklu değiller.
Şüpheli değiller.
Sanık değiller.
Mahkûm olmamışlar.
Ama sanki kesin hüküm verilmiş:
Onlar KCK’lı, onlar PKK’lı...
Yaprak kımıldamıyor.
Tık yok.
Haberler kıyıda köşede saklanıyor.
Yine aynı soru:
Medya devlete hizmet mi arz ediyor?
Birgün gazetesi manşet atmış:
“Haydi bizi de alın, memleketi kurtarın!”
Dün Ankara’da, kısa adı USAK olan Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu’nda yaptığım konuşmaya yukarıda anlatmaya çalıştığım rahatsızlıkla başladım.
Konu, Kürt sorunuyla PKK ve bu açıdan Türkiye’nin bölgesel rolüydü.
Özetle demeye çalıştım ki:
Siyasal iktidar, devlet bugün PKK’ya karşı topyekün bir mücadele başlatmış durumda. İmralı’yı da tecrit ederek dağda, şehirde PKK’nın üstüne çullanıyor.
1990’lardakine benzer bir durum...
PKK’yı çökertmek için, PKK’nın tekelini kırmak için silahı önplana çıkartırken, demokrasi ve özgürlük alanını daralttıkça daraltıyor devlet...
Bu siyaset geri tepebilir.
PKK’nın tekelini kırmanın, ‘dağın vesayeti’ni etkisizleştirmenin yolu tam tersine, demokrasi ve özgürlük alanını genişletmekten geçer diye düşünüyorum.
Bu açıdan herhangi bir somut adım yok kaç yıldır. Nitekim, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, hükümeti adına bütçenin kapanış konuşmasını yaparken önceki gün dedi ki:
“Kürtlerin bütün hakları verilecek!”
Demek ki, bugüne kadar verilmemiş...
Demek ki, Başbakan Erdoğan’ın teröre inat demokrasi sözü kaç yıldır havada kalmış...
Özetle bunları söyledim.
Sonra dinledim.
Bir süreç içinde yol alındığını, önce “PKK’ya devletin elinin nasıl ağır olduğunun fena halde gösterileceği”ni, zamanla başka aşamalara da sıranın geleceğini dinledim ya da ben öyle anladım.
Son olarak da dedim ki:
İnşallah ipler boşalmaz ve Türkiye bir ‘şiddet sarmalı’na yuvarlanmaz; böyle olursa, Türkiye yalnız içte değil, dışta da, özellikle bölgesel rolü konusunda da son derece fırtınalı sularda kendini bulur.

Hasan Cemal/Milliyet