"HAYATIN POPOSUNA ÇİMDİK ATTIM" TEMPO GENEL YAYIN YÖNETMENİ ÇINAR OSKAY'DAN İLGİNÇ AÇIKLAMALAR!..

'Haber dergiciliği ömrünü tüketmiştir''Diğer dergiler de bizim gibi yapacaklar''Ayrılmak zorunda olduğumuz arkadaşları mağdur etmedik' 'Rakipsiz bir dergi olduk' 'Torpilli gazeteci mi?''Yöneticilik kibrim yoktur'


O, bir zamanlar Milliyet'in genel yayın yönetmenliğini yürütmüş olan ve şimdilerde de Doğan Dergi Grubu Ceo'su olarak görevini icra eden ünlü gazeteci Mehmet Y. Yılmaz'ın yeğeni. O, Star TV Kurumsal Art Direktörü, Radikal Spor Yazarı, FB TV programcısı, güzeller güzeli Feryal Pere'nin ve nev-i şahsına münhasır ünlü akademisyen Ünsal Oskay'ın oğlu. O, paraya para demediği Amerika'dan kalkıp daha düşük ücretle Türkiye'de gazetecillik aşkını dindirmeye gelen bir idealist. O, genç yaşında basamakları bir bir çıkıp yılların dergisi Tempo'nun kaptanlığını yürütmeye haiz olmuş bir insan evladı. O, muhabbet erbabı ve gülmeyi ağız dolusu becerebilen bir insan.


O, yani Çınar Oskay kendisiyle ilgili Türk basınında ilk defa bu denli geniş bir mülakatıBizim Gazete için sizlere verdi. Ben ortayı açtım, O kafayı vurdu. Sizlere de jeneriklik goller kaldı. Buyrun...


Ali Ersin Kelleci



TEMPO DERGİSİ YAYIN YÖNETMENİ ÇINAR OSKAY, AEK'ya KONUŞTU:


'Haber dergiciliği ömrünü tüketmiştir'


Tempo'yu haftalıktan aylığa geçirdiniz. Bunun sebepleri nelerdi?


Şimdi Dünya'da haftalık haber dergiciliği ömrünü tüketmiş durumda. Biz bunu görüyorduk zaten. Biliyorsun; internet, haber kanalları, günlük gazeteler haftalık bir haber dergisinin haber boyutuyla iş yapabilmesini çok zorlaştırıyor. Hollanda'daki son uçak kazasını düşünün mesela. Yani o uçak kazasıyla ilgili olan tüm haberleri, gelişmeleri saat başı izliyor, dinliyor ve görüyorsunuz zaten televizyondan veya internetten. İşte buradan yola çıkalım örneğin. Kim, bu uçak kazasıyla ilgili haberleri haftalık bir haber dergisinden izlemek ister sence?


Bir tarafta dakika dakika haber akıyor, yeni bilgiler geliyor; diğer bir tarafta da bu işi haftalık haber dergisinin imkan verdiği ölçülerde sunmaya çalışıyorsun okura...


Haftalık bir haber dergisinin rutin haberlerle, sıcak haberlerle yapabileceği şey şuydu geçmişte; daha önce bilinmeyen kimi konulardaki detayları ortaya çıkarmak... Bunun için uzun çabalar sarf edilirdi zaten.


Haberin arkasındaki sır perdesini aralamak...


Evet, haberin arkasındaki sır perdesi aralanıyordu. Daha geniş bir perspektiften bakılıyordu bu tür detaylarda. Analiz, yorum ve ekstra detaylar katılıyordu bunlara. Fakat artık insanların böyle bir talebi yok. Yani bu, dergilerin yaşamasını, on binlerce insan tarafından satın alınmasını sağlamıyor. Böyle bir şey olmadığı zaman da reklam veren dergilere olan ilgisini azaltıyor.


Siz, nereden sonra haftalık haber dergiciliğinin işlevini kaybettiğini düşünmeye başladınız?


Bana Mehmet Y. Yılmaz, "Tempo'nun başına geçer misin?" diye sorduğu anda dedim ki, "Çok teşekkür ederim beni bu işe uygun gördüğün için. Tabii çok isterim; fakat haftalık dergiler kan kaybetmiş durumdalar. Benden ne istiyorsun? Bir rakibimiz var, onu geçmek mi? Onu yapmaya çalışırız, fakat onun dışında bir mucize beklemek gerçekçi olmaz"


O da, "Sen gel güzel dergi yap, gerisine bakarız" demişti.


O zamandan görmüştüm haftalık haber dergiciliğinin mevcut tablosunu. Ve sadece Tempo ve Aktüel olarak da düşünmüyordum. Dünya'da da artık bu dergiler çok kan kaybetti. Newsweek, Time dergilerini de buna örnek gösterebiliriz. Bu dergiler eskiden daha kalın çıkar ve heyecanla beklenirdi. Şimdi o durum bitti.


Peki Newsweek'in Türkiye'ye de girmesi Ciner Grubu bünyesinde, mevcut haftalık haber dergilerinin durumunu olumsuz anlamda etkilemiş olabilir mi?


Yoo, gayet olumlu bir şey o.


'İnsanlar gündemi haftalık dergilerden takip etmek istemiyor'


Tempo özelinde bakalım. Etkilemedi mi sizi?


Hiç etkilemedi. Bizim satışlarımızı hiç değiştirmedi. Nokta vardı mesela, 10 bin civarlarında satıyordu. Bazen daha yüksek satış rakamlarına ulaşıyordu ama bizi etkilemiyordu. Ve Nokta'nın kapanmasının da bize bir etkisi olmadı. O satış bize kaymadı yani. Mevcut satış rakamı buharlaştı sadece. Ama mesela bakın, bizim 'Haftalık Tempo' olarak kapandığımız hafta Newsweek biraz tiraj aldı. Fakat çok etkili değildi bu. Zaten bu üç derginin toplam satışına bakmak lazım. Ve burada bahsedebileceğimiz rakamlar çok iç açıcı değil. Yani en fazla 70 bin oluyor. O kadar çabaya, yatırıma, emeğe göre hiç tatmin edici olmayan bir rakam bu. Bu da gösteriyor ki, artık insanlar haberi, gündemi haftalık haber dergilerinden takip etmek istemiyorlar. Çok ilginç bir şeydir, biz bu kararı aldıktan bir süre sonra Uluslararası Newsweek dergisinin yöneticisi de benim teorilerime benzer şeyler söyledi.


Bitti yani bu iş?


Aynen öyle. Dünyada bitti.


Keza internet faktörü de ortada...


Sen haftalık bir dergiden haber okur musun?


'Diğer dergiler de bizim gibi yapacaklar'


Yo, hayır.


Bir örnektir bu işte. Biz dergiyi bitirdikten iki gün sonra piyasaya çıkıyorduk ve o iki günde yaşanan gelişmeler haliyle dergiye yansımıyordu mesela. O zaman, biraz daha popüler kültür alanına, yaşam tarzına kaydırmak icap etti dergiyi. Gazetelerin, televizyon kanallarının, internetin veremediği bir lezzetle, uzmanlıkla aylık olarak verelim bu dergiyi okura dedik. O yüzden biz aslında bununla biraz da gurur duyuyoruz; çünkü bu işi ilk yapan olduk. Ve bence diğer yayınlar da bizim çizgimize geçiş yapmak zorunda kalacaklar.


Peki aylık periyoda döndükten sonra elinize gelen satış rakamları nasıldı?


Müthiş bir başarı...


İlk ay ne kadar sattı mesela?


En az elli bin.


İkinci baskıyı da yaptınız değil mi ilk ay?


Evet, ikinci baskıyı yaptık. Zaten iyi olacağını tahmin ediyordum. Bir de çok iyi bir promosyonumuz vardı biliyorsun 'Gökyüzünden Türkiye' diye ve biz bunu satışı bir noktada tutar diye tahmin ediyorduk ama beklediğimizin de üstünde oldu satış.


İyi bir moral olmuştur sanırım.


Çok moral verdi. Çünkü çok çalışıyoruz. Gecemiz, gündüzümüz burada geçiyor.


Haftalık iken, aylık periyoda dönme vakitlerinde sanırım ekip olarak bir moral kaybınız olmuştur.


Evet. İşten ayrılan arkadaşlarımız oldu, onlar için çok üzüldük mesela.


'Ayrılmak zorunda olduğumuz arkadaşları mağdur etmedik'


Neden ayrıldılar?


Aylık dergi olunca haliyle ekibi küçültmek zorunda kalıyorsunuz. Çünkü haftalık iken daha geniş bir çalışma grubuna ihtiyacınız var ve aylıkta bu durum mümkün değil. Bu sebepten tatsız şeyler yaşadık dediğim gibi. Fakat çoğu arkadaşımızı internet sitemize, Hürriyet'e, Referans'a yönlendirdik.


Bir taraftan mağdur duruma düşürmek istemediniz yani...


Aynen öyle.


'Rakipsiz bir dergi olduk'


Aylık bir dergi olarak kendi alanınızda şu an bir rakibiniz var mı?


Hayır, yok. Zaten rakibi olmayan, benzeri olmayan bir yere konumlandırdık dergiyi. Biz yeni bir dergi formülü bulduk kısacası. O yüzden başarılı olduk.


Boşluğu mu doldurdunuz?


Evet. Hem satış olarak, hem de etraftan aldığımız tepkiler olarak böyle bir boşluk olduğunu anladık. İnsanların böyle bir dergiye ihtiyacı olduğunu gördük.


Okurların geri dönüşü nasıl oluyor peki?


Çok olumlu geri dönüşler aldık. Haftalık iken gelen okur mektuplarıyla şu anda gelen mektuplar arasında nitelik açısından epey bir fark var. Türkiye'de Dünya'yı bilen, yabancı gazete okuyan, aydın, entelektüel insanların olduğunu gördük.


Dünyayı bilen bir dergi: TEMPO!


Dünya'yı bilen bir dergi yaptığınızı söyleyebilir misiniz?


Zaten bizim yola çıkışımız; evrensel bir dergi yapmak. Bunun için bizim en kuvvetli tarafımız, yazarlarımız. İşte Umberto Eco,Alain de Botton, Türkiye'den Murat Belge. Bu yazarlarımız, bu bahsettiğimiz çizgide her zaman ilgi çekecekler diye düşünüyorum. Biz dergide alanında en iyi isimler olsun istedik. En iyi gurme yazarı, en iyi astrolog ve benzeri... Bu, bizim en büyük avantajımız. Ekibimiz de kuvvetli bunun yanında. Her biri yabancı bir dili anadili gibi konuşan, kalemi kuvvetli, bakışı güçlü isimlerle çalışıyoruz. Bu ekip kendi yaptığı editoryal çalışmaların yanı sıra, dünya gündemini yakından takip edip önemli isimlerden yazı almaya da çalışıyor devamlı. Mesela şu an nükleer enerji konuşuluyorsa, bu konuda en çok konuşulan kitabın yazarından söyleşi, yazı alınılıyor. Yine başka bir konuda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nden yazı alıyoruz.


Mesela Davos'taki krizden sonra Şimon Peres'in eski danışmanından bir yazı aldık. Siyaset, sanat, ekonomi gibi konularda dünyada sözü geçen aktörlerden direkt yazı istiyoruz. Bu, Türkiye'de bir eksiklikti, boşluktu. Gazetelerde ve dergilerde çok fazla yapılan bir şey değildi.


Bunların yanında 'keyif' faktörünü de göz ardı etmiyorsunuz herhalde...


Tabii. Keyifli bir dergi yapıyoruz aynı zamanda. Yani tüm bu ciddi konuları yaparken insanların canını da sıkmak istemiyoruz.


Ekşi Sözlük'ün ve Okan Bayülgen'in Aziz Kedi'si!


Bir keyif faktörü olarak Aziz Kedi var dergide.


Aziz Kedi gülmekten öldürüyor bizi. Biliyorsun Okan Bayülgen'in editörü.


Evet, biliyorum.


Çok komik bir arkadaşımız Aziz. Kabare adını verdiğimiz mizah sayfalarının editörü o. "Al, sen yap bu işi" dedik. Bu ve buna benzer bir şekilde Kültür-Sanat sayfalarımız da dergiye eğlenceli, keyifli bir içerik katıyor.


Aziz'i kadroya katmanızın sebebi nedir?


Çok komik olması. (Gülüyor) Gazeteciler aslında komik insanlardır. Bakma ofiste, masa başında ciddi ve hararetli bir şekilde iş takip ediyoruz falan ama sohbet etmeyi, geyik yapmayı da çok severiz. Aziz'le de böyle bir geyik esnasında tanıştık. Adamın geyikteki performansı çok yüksekti. Televizyon programlarındaki yaptığı işleri de biliyoruz sonuçta. Ben de, "Aziz sen şunları denesene" falan dedim. "Tamam. Ben birkaç şey karalayayım, sana göndereyim" dedi ve gönderdiği şeyler bizi burada gülmekten öldürdü...


Aziz burada biraz kentli bir mizah yapıyor.


Tempo'nun dışında neler yapıyorsunuz?


Dergiden çıkarken kolumun altında epey bir dergi olur genelde. Evde uyuyana kadar onları okurum. Ama canım sıkıldığı zaman direkt buradan çıkarım, arkadaşlarla Beyoğlu'na gider içeriz. Yani benim hayatım genelde okuyarak ve onun dışında sohbet ederek geçiyor. Okuduğum zaman da çok abartırım. Saatlerce okurum. Sohbet ettiğim zaman da, sabaha kadar konuşuruz.


'LeMan bizim hayatımızı değiştirdi'


Mizah dergisi okur musunuz?


Tabii ki. Ben LeMan'la büyüdüm. Çocukluğum Gırgır, Fırt'ı okuyarak geçti. Sonra onlara yeni dergiler eklendi. Lise döneminde de LeMan bizim hayatımızı değiştirdi. Özal döneminin zengin çocukları LeMan sayesinde eleştirel düşünmeye, güzel yazı yazmaya, edebiyat ile ilgilenmeye başladı. O yüzden LeMan'ın yeri benim için ayrıdır. Ama bugün eskisi kadar keyif almıyorum; çünkü o zamanki formülle devam ediyor gibi geliyor bana. Fakat şunu da söyleyeyim, Yiğit Özgür'lerin bugün yaptığı işleri o zamanki LeMan'la kıyaslayabilmem mümkün değil.


Torpilli gazeteci mi?


Aynı zamanda Doğan Dergi Grubu Ceo'su, Milliyet'te bir dönem genel yayın yönetmenliği yapmış olan Mehmet Y. Yılmaz'ın da yeğenisiniz. Bugün medya dünyasındaki konumunuzla ilgili bir 'torpil' durumu ister istemez akıllara geliyordur. Ne diyorsunuz bunun için?


Ya tabii bundan kaçabilmem mümkün değil. Evet, Mehmet Y. Yılmaz'ın yeğeniyim. Ondan sonra Ünsal Oskay ve Feryal Pere'nin de oğluyum. Şimdi bu bana ne kattı, ne götürdü? Önümü kesemediler bir kere...


Birçok insanın önü kesiliyor ama benim önümü kesemediler. Türkiye'de önemli bir takım köşeler belli başlı insanlar tarafından tutulmuş durumda. Özellikle 'ekip yapılanması' bariz göze çarpıyor. Televizyonda, yazı işlerinde bile bu görülebilir. Ve bu aradan sızarak ne kadar yetenekli de olsanız, çalışkan da olsanız bile yıllar boyu aynı pozisyon da kalabilmeniz, haliyle potansiyelinizi tam anlamıyla gösterememeniz söz konusu. Böyle örnekler var. Çok başarılı, parlak bir gazeteci olacakken başka yerlere yönelmek zorunda kalan arkadaşlarım oldu. Üzücü bir şey tabii bu. Ben bu konuda şanslıyım. Çünkü Mehmet Y. Yılmaz, "Gel kardeşim sen. Tempo'nun başına geç" dedi. Ben de, "Acaba buna hazır mıyım?" diye kendi kendime sordum. Çünkü başka projelerim de vardı. Ama O, bana; benim kendime güvendiğimden çok daha fazla güvendi ve şunu söyledi bana evine çağırdığı akşam: "Bak şimdi herkes diyecek ki, 'yeğeni olduğu için geçirdi, torpildi vb.' Bunları dinleme, kulağını kapat işini yap. Bunları dert etme ve iyi bir dergi yap"


Biz iyi bir dergi yaptık. İçi boş haberler, tutarsız yayıncılık olmadı bizde. Çok ahlaklı, onurlu bir dergicilik yaptık.


Belki Mehmet Y. Yılmaz'ın yeğeni olduğum için moralimi bozacaklardı, işten soğutacaklardı, yine yurtdışına çıkıp ticaretle uğraşmak zorunda kalacaktım belki ama gazetecilik yapmayı istediğim ve buna inandığım için bu saydıklarımın hiçbiri olmadı. Sonuçta ben yurtdışında kazandığım parayı şu anda kazanmıyorum. Orada ticaret yapıyordum ama 'Gazeteci olacağım' diyerek geri döndüm.


Fedakarlık mı yaptınız yani?


Yok, hayır. Mutsuzdum orada yaptığım işten. İnsanın sevmediği bir işi yapması çok korkunç bir şey.


Burada mutlu musunuz?


Çok mutluyum. Başka bir iş yapamam.


Tempo'nun yanında ya da sonrasında başka projeleriniz olacak mı?


Şu anda Tempo'nun durumu çok iddialı bir proje olduğu için bunu bir oturtmamız lazım. Önümüzdeki 1 yıl bu dergiyi oturtup hem beğenilen, hem de kar eden bir dergi haline getirmek istiyorum. Onu yaptıktan sonra yeni dergi projeleri var aklımda.


Mesela?


Haha. Ona o zaman bakarız.


Mizah tandanslı bir tv programı mı geliyor?


Televizyonda bir şeyler yapmayı düşünüyor musunuz peki?


Belli olmaz, olabilir. Çok keyif alıyorum televizyondan. Muhtemelen olur.


Nasıl bir formatla çıkarsınız karşımıza?


Şu anda bilmiyorum ama haber tarafı da, eğlence tarafı da olur.


İşin içinde mizah olmazsa olmaz...


Evet, aynen öyle. Ama tabii dergiyi oturtmadan böyle bir projeye geçebilmem mümkün değil.


Tahminen ne kadar sürer dergiyi rayına oturtmanız?


1-2 aya oturur sanırım. Ama 'Bu dergi tamamdır, kar yapıyor' vb. şeyleri diyebilmek için 1 yıla ihtiyacımız var.


Derginin yeni halinin getirdiği yoğun çalışma, stres biraz kilo da aldırmış sanırım size...


Aldım vallahi.


Kaç kilo?


5 kilo gibi.


Nasıl vermeyi planlıyorsunuz?


Spora başlamam lazım, hayatımı bir düzene sokmam lazım ama bir iki ay daha yalan olur o iş.


Biraz özel ve klişe bir soru soracağım izninizle.


Tabii.


'Anneme de, babama da çok bağlıyım'


Kendinizi annenize mi, babanıza mı daha yakın hissedersiniz?


İkisine de. İkisine de obsesif derecede bağlı hissediyorum kendimi. Yani annemi de, babamı da çok severim ki, onlar ben çok küçükken ayrıldılar.


Şimdi annem çok hayata bağlı ve yaşama sevinci olan bir insandır. Devamlı pozitifdir, üretkendir, çalışır, güler ve çok kuvvetli bir kalemi vardır. Onlar çok ayrı bir jenerasyon.


Ne annem kadar iyi bir yazar olabileceğimi, ne de babam kadar iyi bir akademisyen olabileceğimi sanmıyorum. Bizim jenerasyondan da böyle adamların çıkabileceğini düşünmüyorum. O jenerasyon çok şey yaşamış. Darbeler görmüşler, iyi bir solculuk geçmişleri var. Ama biz Özal çocuklarıydık. Okula gider, ayakkabılarımızla hava atmaya çalışırdık. Bizim aklımız başımıza 18-19 yaşından sonra geldi. O zamanlardan sonra deli gibi okumaya başladık.


Şimdi babamı düşünüyorum. O, benim yaşımdayken doçent falan oldu sanırım. İşte o jenerasyon nefes alıp vermek gibi okurmuş.


İşinizi yaparken hiç babanızdan tavsiye alıyor musunuz?


Almaz mıyım?!


Örnek verebilir misiniz?


Çok. Mesela şimdi TKP'nin Genel Başkanı ile bir röportaj yapacağım ve o konuyla ilgili babama, "Ne okuyayım TKP'nin tarihiyle ilgili? Neler bilmem gerekir?" dedim. Tak tak tak söyledi şunu şunu oku, bil diye. "Var mı sende?" dedim, "Var" dedi ve gittim aldım.


'Yöneticilik kibrim yoktur'


Annenize danışır mısınız?


Tabii ki. Yazı konusunda mutlaka danışırım. Çünkü TRT'cidir annem, bu işi iyi bilir.


Annemle babama hep danışırım. Zaten benim karakterimde olan bir şey bu. Yani patronluk, yöneticilik taslama durumu söz konusu değil bende. Dergide de demokratik bir yapı var o yüzden. Tabii son kararı ben veririm ama insanların da mutlaka görüşlerini alırım. Mesela kapak yapacağız. İki tane versiyon var ve hangisi güzel diye küçük gruplar yapıyoruz. Kararları demokratik olarak alırız. Bundan da hiç gocunmam.


Fenerbahçeli misiniz?


Elbette.


Neyden kaynaklanıyor Fenerbahçeli olmanız?


Aileden kaynaklanıyor. Annemden, anneannemden, dedemden, dayımdan vs.


Maçlara gider misiniz?


Gidiyordum ama şu aralar üşenmeye başladım, evden seyrediyorum artık.


'Hayatın poposuna çimdik attım'


Yurtdışı maceranıza gelelim biraz da dilerseniz.


Tabii. Liseden sonra Amerika'ya gittim, orada üniversite okudum. Orada üç farklı şehirde yaşadım. Üniversiteyi bitirdikten sonra ticarete başladım. Ticaret yaparken master yapmaya çalıştım ama olmadı aynı anda. Bu arada bir beş ay İspanya'ya gittim. O dönem benim için çok önemliydi. İspanya'da çok dolaştım. Orada Sheakspeare aktörü bir arkadaşım vardı, onun evinde kaldım. Orada hakikaten hayatın poposuna çimdik attık. Çok aydınlatıcı bir geziydi o. Hala oradan arkadaşlarım var ve sürekli görüşürüz.


Hangi web siteleri takip edersiniz?


Eskiden Amerika'da The Onion vardı severek takip ettiğim. Bu adamlar haberin içine mizah katıyorlar. Düşün işte; format haber, dil haber ama işin içinde kolpa şeyler de var. Çok ciddi bir şekilde sunuyorlar haberi ama aslında dalga geçiyorlar. Mesela Bush'a saçma sapan açıklamalar yaptırıyorlar ve epey de güldürüyorlar. Sana özellikle tavsiye ederim bunu.


Ben de öyle bir şey düşünüyordum zaten. Yapılması planlanan projelerimiz arasında duruyor.


Müthiş bir şey. Çok da tutar yani.


Onun dışında internetten pek beslenmiyorum açıkçası. Genelde yazıları alır basarım ve sonra okurum. Onun dışında düzenli olarak bir yeri takip etmiyorum. Ben hala gazeteci ve dergiciyim.


Bizim Gazete/Renkhaber