''HAYAT ZATEN KOLAY DEĞİLDİ ŞİMDİ HİÇ DEĞİL!'' YİĞİT KARAAHMET 93 GÜN NELER YAŞADI?

Yeni yıla saatler kala gözaltına alınan ve 93 gün boyunca Metris Cezaevi'nde kalan Akşam yazarı Yiğit Karaahmet, içeride yaşadıklarını, duruşma öncesi ve sonrası duygularını yazdı.

Mektubundan sonra kendi geldi

Başıma gelenlere isteyen karma, isteyen ilahi adalet diyebilir, ben sadece şans diyorum
Yeni yıla saatler kala gözaltına alınan ve 93 gün boyunca Metris Cezaevi’nde kalan arkadaşımız Yiğit Karaahmet, 2 Nisan günü yapılan ilk duruşmasında tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Duruşma öncesi okurlarına ve arkadaşlarına mektup gönderen Yiğit, ’çıkamazsam bitkisel hayata girerim’ demişti. Çıktı ve bu kez, içeride yaşadıklarını, duruşma öncesi ve sonrası duygularını yazdı.

’BİR YANLIŞLIK OLMUŞ GERİ DÖNECEKSİN’ DEMELERİNDEN KORKTUM
Açıkçası, cezaevindeki son iki günümde çıkma havasına girmiştim. Avluda volta atarken kendimi dışarıda sanıyordum. Sanki etrafımda arkadaşlarım varmış gibi, kafamın içinde onlarla konuşuyordum. Yazılarımı da önce hep beynimin içinde konuşarak yazarım, kendimi hiç yazılmamış yazıları yazarken buluyordum. Sonra bir anda ’Kendine gel ya çıkamazsan çok kötü olursun’ diyerek düşüncelerimi durdurmaya ve kötü ihtimali düşünmeye zorluyordum. Çıkamasaydım eğer, ziyaretçilerin daha az gelmesini isteyecektim. Mektuplara cevap vermeyi de kesecektim çünkü gerçekten çok ağır oluyor. Bütün bir hafta ’içeri’ psikolojisine alışıyorsun. Sonra ziyaret günü geliyor. Sen, orada, camın arkasında bekliyorsun... Hayatta en önem verdiğin insanlar geliyor; 45 dakika boyunca bir şeyler anlatıyorlar. Sonra ışıklar kapanıyor ve gidiyorlar. Sen de koğuşa dönüyorsun... Ağır gelmeye başlamıştı artık. Çıkışım hafta sonuna geldiği için, çıktıktan sonra da sanki izne gelmişim gibi hissettim. Dönecekmişim gibi geliyordu... Bir süre, sanki birazdan telefon çalacak ve ’Bir yanlışlık olmuş. Geri dönmeniz gerekiyor’ diyecekler sandım...

CEZAEVİNE GİRİŞİM DE ÇIKIŞIMDA RÜYA GİBİYDİ
Tahliye olduğum gecenin sabahı uyandığımda, 93 gün sonra yatağımda olduğuma inanamadım. Cezaevine ilk girdiğimde birkaç hafta boyunca bunun bir kabus olduğunu ve birazdan uyanacağımı sanarak, yataktan çıkmadan etrafa bakıyordum. Uyanmıyordum ve o bir kabus değildi tabii. Cezaevindeydim. Çıktığımda, yatağımda uyandığım ilk sabahsa yine rüya görüyorum sandım ama bu sefer gerçekti. O ana kadar hala şaşkındım. Bu kez de ’ya tekrar girersem’ korkusu sardı ve ağlamaya başladım...

HAYAT ZATEN KOLAY DEĞİLDİ ŞİMDİ HİÇ DEĞİL
Bundan sonrası için bir planım yok. Bir şekilde yazmaya devam etmek istiyorum. Zaten çok kolay bir hayatım yoktu, şimdi işler benim için eskisinden de zor. Eğer gazetede yazarsam köşeye tıkılıp kalmak istemiyorum. Tekrar sahaya dönmeyi planlıyorum. Sadece cezaevi için değil, ondan önce de çok zaman kaybettim. Daha fazla beklemek istemiyorum. Milyonlarca malzemeyle dolu bir ülkede bunları değerlendirmeden bırakmak büyük aptallık.

HÜCREDE İLK GÜN: BU DA GEÇER KARDEŞİM
Cezaevine ilk gittiğim gece, tek kişilik bir hücrede kaldım. Nerede olduğum, niye orada olduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu. Son ana kadar hep çıkacağımı düşündüm çünkü... Olmadı! Semt olarak Gaziosmanpaşa’yı bile bilmem ama o an Metris’teydim. ’Tanrım’ dedim kendi kendime; ’Metris’teyim şu an. Ne yapacağım ben bundan sonra?’ Kaldığım yerden sadece bir askerin kulede nöbet tuttuğunu görebiliyordum. Anladığım kadarıyla hücreler yan yanaydı. Diğer hücredekiler, benimkinin numarasını bağırdılar. Korktum ve gardiyanlar bir şey der diye cevap veremedim. Sonra ’Buradayım’ diye cevap verdim ama sesim titriyordu galiba... Uzaklardan bir erkek sesi cevap verdi: ’Geçmiş olsun kardeşim. Bu da geçer üzülme.’ O sırada kar yağmaya başlamıştı, yılın ilk karı...

İÇERİDE KİMSEYLE ARKADAŞ OLAMAZSIN
Oradaki kişilerin hiçbirini unutamayacağım. Aslında hepsini, her şeyi, yaşanan tüm bu olayları unutmayı çok istesem de bunları yapamayacağımı çok iyi biliyorum. Toplumun, tahmin dahi edemeyeceğim basamaklarından insanlarla karşılaştım; sohbet ettim; birlikte yaşadım. Hepsi çok ilginçlerdi bence ama bir sevgi ve dostluk çemberi olduğu sanılmasın. Herkes birbirinin yüzüne karşı aslında arkadaş olmadığımızı, oradan çıkınca bir daha birbirimizi aramayacağımızı açık açık söylüyordu. Haklılar da... Hayatta para hesabı yapabilen biri değilimdir. Ne kadar param var? Kimden alacağım, kime vereceğim? Bunları hiçbir zaman bilmem ama orada çatır çatır 50 kuruşumun hesabını yaptım. Çünkü onlar da bana yapıyorlardı.

YENİ YILA NEZARETTE VE GÜLÜMSEYEREK GİRDİM
Gözaltında kaldığım günlerde uyumaktan başka bir şey yapamıyordum. Tarkan olmadığım için zaman geçirecek ve oyalanacak en ufak bir şey bile vermediler. Uyuyordum. Sonra biraz yürüyüp başka bir pozisyonda uyuyordum. Bir ara uyandım, o sırada parmaklıkların arkasından bir polis geçiyordu, saati sordum. ’12’ye geliyor. Birazdan yılbaşı olacak’ dedi. Evimden, ailemden, tüm sevdiklerimden uzakta, bir bodrum katında, parmaklıkların arkasındaydım. Yeni yıla giriyorduk. Tek başınaydım. Hayatımda yaşadığım en garip anlardan biriydi. Tarif edemiyorum. ’Yeni yıla nasıl girersen, öyle geçer’ geyiği aklımdan hiç çıkmıyordu zaten. O an ne yapacağımı bilemedim. Gülümseyeyim bari dedim. En azından gülümseyerek gireyim yeni yıla...

İÇİM RAHAT, ESKİSİNDEN DAHA TEMİZ VE CESURUM
Bütün bunlar neden benim başıma geldi, bilmiyorum. İsteyen karma diyebilir, isteyen ilahi adalet. Ben sadece şans demek istiyorum ama tesadüflerin de bir anlamı olmalı. Eğer her şey bu kadar anlamsızsa hayat çok saçma bir şey. Böyle olmamalı. Ben iç hesabımı, 93 gün boyunca durmaksızın yaptım. Kimsenin beni yargılayamayacağı kadar ağır davrandım, tüm hücrelerime kadar kendimi parça pinçik ettim. İçim ve vicdanım rahat. 93 gün boyunca 24 saat tavana bakıp düşünmek için fırsatım vardı. Şimdi içim daha rahat, daha temiz ve eskisinden de cesur hissediyorum kendimi.

TÜMÜYLE KİNE DAYALI BİR ŞEY İSTİYORUM
Böyle düşünmemem gerekli biliyorum ama içimde tüm bu olanlara, adaletsizliklere, bu yaşadığımız düzene karşı derin bir öfke, keskin bir nefret var. Maalesef bunu engelleyemiyorum. Cezaevinde en son Henry Miller’ın, ’Oğlak Dönencesi’ kitabını okudum. Bu kitap Türkiye’de sansürlenmişti, hatırlarsınız... Ve sansürsüz halini basmak için küçük bir oyun çevirerek mahkeme kararını kitabın başına koymuşlardı. O kitaptan bir bölümü çok seviyorum. Hissettiğim şeyleri çok iyi anlatıyor. Diyor ki Henry Miller: ’Amerika’nın yok olduğuna, yerle bir olduğuna tanık olmak istiyorum. Seslerini hiçbir zaman yükseltememiş, nefretlerini, başkaldırılarını, haklı kana susamışlıklarını anlatamamış ben ve benim gibilere yapılan haksızlıkların bir bedeli olarak, tümüyle kine dayalı bir şey olmasını istiyorum.’
Ben de tam olarak buna yakın hissediyorum kendimi.

SİLAHIM ALAYCILIĞIM DEĞİL SAMİMİYETİM ONU DA KAYBETMEDİM
Hayata bakışım değişmedi sadece törpülendi ve kafam karışık bu konuda... Yine aklımda milyonlarca cin fikir, iğnelemeler, şakalar, espriler uçuşuyor. Ama bunları dile getirmeye kalkınca sanki suç işliyormuşum ve polisler gelip beni götürecekmiş gibi geliyor. Bana kalsa bu halimle de sonsuz dalga geçebilirim. Sağlıklı olanın da bu olduğuna inanıyorum ama canımın yandığı çok an oldu. Sadece ben değil, benimle beraber birçok kişinin de canı yandı. O yüzden biraz frene basıyorum şimdilik. Daha tam adapte olamadım dışarıya. Henüz nasıl davranmam gerektiğine tam karar veremedim. Ama silahım alaycı üslubum falan değil samimiyetimdi. Onu yitirdiğimi düşünmüyorum.

İKİ KİTAP VE BİR FİLM SENARYOSU YAZIYORUM
İçeri girmeden önce başladığım iki tane kitap projem vardı. İkisinin de kabası yazıldı, ince işleriyle uğraşmam gerekiyordu. Yarım kaldılar çünkü içeriye not kağıtlarımın sokulmasına izin verilmedi. Öncelikle onlardan birini bitirmek istiyorum. Bir sinema filmine senaryo yazmam için teklif geldi. Bir edebiyat uyarlaması olacak. Bu proje sadece bana anlatıldığı haliyle bile, beni çok heyecanlandırdı. Şu an o kitabı okuyup notlar alıyorum. Bunların dışında benim kafamda her zaman milyonlarca tilki dolaşır, fikirler uçuşur. Bir şekilde onları yakalamak ve hayata geçirmek istiyorum. İçimde sıkışmış bir enerji var. Bunu ya çığlık atarak ya da çalışarak kullanacağım.

DURUŞMA GÜNÜ HER ŞEY İKİ KERE OLDU
Normalde çok heyecanlı biriyimdir. Hayatım boyunca, buna üniversite de dahil olmak üzere, okulların açılacağı ilk günden bir gece önce heyecandan hiç uyuyamazdım. 1 Nisan gecesi de uyuyamayacağımı düşündüğüm için kendimi o gün özel olarak yordum. Korkmuyordum çünkü eninde sonunda o mahkemeye çıkmam ve orada o konuşmayı yapmam gerektiği biliyordum. Bir an önce bitsin ve ne olacaksa olsun istiyordum; bekleme ve hazırlanma stresi beni daha çok yoruyordu. Çıkıp çıkmayacağımı bilmiyordum.
Sabah erkenden hazırlandım. O gün her şey iki kez oldu. Önce, koğuştan sabah erken saatte çıkardılar, sonra ’mahkemen öğleden sonra’ diyerek geri getirdiler. Mahkemede de ’Dava sıran geldi’ diyerek nezaretten çıkardılar. Mahkemenin kapısında bir saat bekledik, benden önce iki dosya daha varmış, bir daha geri götürdüler. Askerler ’Neyse en azından bir tur attın’ dediler... Olaylar bu kadar üst üste ikilenince, ’acaba bugün tahliye olamayıp ikincide mi olacağım’ diye düşündüm. Nitekim o da iki kere oldu. Önce ’Tahliye olamadın’ dediler, sonra da çıkardılar. Garip bir gündü.

TAHLİYEMİ UYANDIRIP SÖYLEDİLER RÜYA SANDIM
Mahkeme heyeti duruşmaya ara verdiğinde askerler beni dışarı çıkardı. O sırada komutanları gelerek, ikinci duruşma tarihini söyledi ve beni apar topar götürdü. Dolayısıyla ’ikinci mahkemeye uzadı’ diye düşündüm. Arabada giderken moralim epey bozuktu, biraz ağladım. Koğuşa döndüm ve oradakilere mahkemeyi anlattım. Klasik; her kafadan bir ses çıktı; uzun uzun durumumu analiz ettiler. Bir şeyler atıştırıp uyudum. Sonra aşağıdan gelen alkışları ve bağırış seslerini duydum; ’Yiğit, tahliyesin’ diyorlardı... Duydum ama yataktan çıkmadım bile. İnanmadım çünkü... Yattığım koğuşa gelip bağırmaya devam ettiler ve zorla yatağımdan çıkardılar. Kapıda gardiyanlar bekliyordu. ’Çıkıyorsun’ dediler. ’Bir yanlışlık olmalı. Benim mahkemem devam ediyordu’ dedim. Gardiyan ’Oğlum manyak mısın sen? Çıkmak istemiyor musun yoksa?’ dediğinde şoka girdim. Hiçbir şey yapamadım, hala inanmıyordum... O sırada koğuş arkadaşlarım şok geçirdiğimi anlayıp kocaman bir çöp poşetine eşyalarımı koymaya başlamıştı bile. Birkaç tanesi de beni sarsarak kendime getirmeye çalıştı. En sonunda gardiyan dedi ki: ’Evladım, hazırlanmak için 5 dakikan var çünkü Müdür Bey, birazdan gidecek ve eğer belgelerini imzalamadan giderse, bu geceyi burada geçirirsin!’ Nasıl toparlandım hatırlamıyorum... Müdür belgeleri imzalayıp beni kapıya götürene kadar da inanamadım. Uykudan uyanıp tahliye olduğum için rüyadayım sanıyordum... İki gün kendime gelemedim.

HAYALİNİ KURDUĞUM BİR DİLİM BONFİLENİN AKIBETİ
Dışarıya çıkınca yapmak istediğim ilk şey kardeşime sarılmaktı. Vedalaşamadan ayrılmıştık çünkü... Çıktığımda beni bekliyordu yanında da tüm bu süreçte bana kardeşim kadar destek olan bir arkadaşım vardı. İkisine de sıkı sıkı sarıldım. Rüya gibiydi. İnanılmazdı. Bir de içeride kalın bir dilim bonfile yemenin hayalini kuruyordum, bir bardak kırmızı şarapla. Az pişmiş, kalın bir dilim et... Üçüncü gün, Barbaros Altuğ aradı ’Sosyeteyi ve ünlüleri özlemişsindir’ diyerek beni İstinye Park’a götürdü; hayal ettiğim bonfileyi ısmarladı. Ama maalesef istediğimiz gibi değildi yemek. İlk hayalimi yerine getirme girişimim garsonla ve işletme müdürüyle tartışarak bitti. Artık biraz uslandığım için tabağı kafalarına fırlatmadım. Edepli bir şekilde oturdum ve Barbaros’un meseleyi halletmesini bekledim.