"HASAN'A ACIDIM! VALLAHİ DE ACIDIM,BİLLAHİ DE ACIDIM..."!..AHMET HAKAN,"CAHİL ADAM İŞTE" DEDİĞİ VAKİT YAZARI HASAN KARAKAYA'YA NEDEN ACIDI?..

Hasan´ı tanımayanlar, o röportajı okuduklarında,"Yazık...Dar kafalı ama aslında sempatik de bir adamcağıza benziyor" şeklinde bir acıma hissi sergileyebilirdi...Oysa bendeki acıma hissinin nedeni farklı...

Hasan'a şefkat


PAZAR sabahı...

Herkese ve her şeye karşı "gerekçesiz" bir uzaklaşma ve abartılı bir nefret hissiyle dopdolu olarak güne başlamış durumdayım.

Abartılmasın: Klasik sabah bedbinliği işte!

Böyle bir ruh haliyle... Gazeteleri tararken...

Sabah gazetesinde, Vakit gazetesinden Hasan Karakaya ile yapılmış röportajla karşılaşıverdim...

Şöyle bir göz gezdirdim röportaja...

Sonuç?

Hiç de "şefkate açık" bir ruh halinde olmamama rağmen...

Kendimi Hasan'a karşı tuhaf bir şekilde "acıma" ve "şefkat" hissiyle dopdolu bir halde yakalamayayım mı?

Hasan'a acıdım! Vallahi de acıdım, billahi de acıdım...

Yok, yok...

Bendeki acıma hissi, Hasan gibi adamları yakından tanımayanların, yani hayatları boyunca Vakit adı verilen gazeteye el sürmemişlerin sergileyecekleri türden bir acıma hissi değildi...

Hasan'ı tanımayanlar, o röportajı okuduklarında, "Yazık... Dar kafalı ama aslında sempatik de bir adamcağıza benziyor" şeklinde bir acıma hissi sergileyebilirdi...

Oysa bende oluşan acıma hissinin nedeni farklı...

* * *

Evet... Hasan'a acıdım...

Neden mi? Anlatayım:

Hasan, hayatın bütün dağdağasını, insanın bütün çelişkilerini, varoluşun bütün sorunlarını, politikanın bütün karmaşıklığını kafasında çözmüş bir adamdır...

Çok salim bir kafası vardır Hasan'ın...

Şöyle ki:

Hasan'a göre yeryüzündeki insanlar ikiye ayrılır:

BİR: Ak sakallı, günahsız ve mazlum Müslüman mahallesi...

İKİ: Her daim Noel şarkıları söyleyen, her daim "Yaşasın kötülük" diye haykıran karşı mahalle...

Bizim Hasan, işte bu "iki cephe"yi kafasında oturttuktan sonra...

Üzerinde bir dakika bile düşünmeye bile gerek duymadan, "Olayı çözdüm abi" diyerek, her gün yarım sayfalık köşe yazıları döktürür!

Peki bu durum karşısında şefkat ve acıma hissiyle dolmazsınız da ne yaparsınız?

Bu neresinden bakarsanız bakın "hüzünlü bir tablo" değil mi?

Bir insanın beyninin bu kadar rahat olması ve en küçük bir kuşku kırıntısına bile hayat hakkı tanımaması karşısında "Yazık adamcağıza" demez misiniz?

* * *

Hadi gelin güncel bir örnekle "Hasan'ın acıklı rahatlığı"nı anlamaya çalışalım:

Mesela Hasan'a göre "Fazıl Say meselesi" acayip basit bir meseledir...

Fazıl Klasik Batı Müziği ile uğraşmıyor mu? Uğraşıyor.

Peki Klasik Batı müziği kilise kaynaklı bir müzik değil mi? Öyle...

O zaman Fazıl gibi bir kilise müziği icracısının, "Çekip gideceğim bu memleketten" demesi gayet anlaşılır bir şeydir...

Hem Fazıl Say, öyle önemli bir sanatçı da değildir... Sonuçta başkalarının bestelerini icra eden bir adamdır... Abartacak bir şey yoktur... Bunu Hasan'ın dedesi bile yapabilir...

Hani Kenan Evren, Picasso resimlerine bakıp, "Ne var bunda... Bunu ben de yaparım" demişti ya...

Onun gibi bi