HASAN PULUR'DAN FLAŞ AÇIKLAMA: "ÇEVİK BİR GAZETECİLERİ KORKUTMAK İÇİN ATEŞ EMRİ VERDİ"!!!
27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül'ü ve 28 Şubat'ı 'gazeteci' olarak yaşayan HASAN PULUR, 28 Şubat sürecinde gazetecileri karargahta yatırdığını, gece korkutmak için de nöbetçilere havaya ateş emri verdiğini Çevik Bir'den dinlediğini söylüyor
Son Saat, Yeni İstanbul, Vatan, Havadis, Akşam, Milliyet, Hürriyet, Güneş, Milliyet... derken meslekte 50 yılı devirdi Hasan Pulur. Gazetecinin bireysel tarihinin, yaşadığı toplumun sosyal-siyasal tarihiyle ne denli iç içe olduğunu iyi bilen bir başka gazeteci Sefa Kaplan, 'kavga' ile başlayan Hasan Pulur tanışıklığını yıllar sonra "Olaylar ve İnsanlar'ın Peşinde Bir Ömür" başlığında bir Hasan Pulur biyografisine dönüştürdü. Bir tarafta ilkeli bir gazetecinin sorgulayışı refleksi, diğer tarafta dört darbe dönemini yaşamış, hayatından geçen nice yayını yönetmeni ve patron ile 50 yılı geride bırakmış 'hoca'nın tecrübesi olunca, kitap hem tarihi hem de bugünü okumak isteyenlere özel dipnotları veriyor. Geçmişe dönük her yazı insanın kendisiyle hesaplaşması, tarihle yüzleşmesidir. Doğru ve yanlışıyla bu da bir cesaret işidir...
* * *
Siyasetçi gazeteciye nasıl bakıyor?
Genelde nasıl kullanabilirim diye bakar. Şu 'abi' lafı araya girdiği zaman gazeteci ile politikacı arasındaki mesafe kayboluyor. Gazetecileri en iyi kullanan Özal'dır. Keyifle anlatırdı... Bir konuyu gündem getirecekse, ünlü bir gazeteciyi arar, o da ertesi gün köşesinde "Başbakan beni aradı, şunları konuştuk" diye yazar, Özal işini yaparken, gazeteci de bunu kendinden bilirdi...
Büyükanıt'ın Harp Akademileri konuşması üzerine bir hafta önceden o kadar çok yayın yapıldı ki... Gazetecileri, kamuoyunu yönlendirmede araç olarak mı kullanıyorlar sorusunu akla getiriyor Özal örneği
Bunu bize kimse dayatmıyor, kendiliğimizden yapıyoruz. Bu meslek her zaman güçten yana tavır koymuştur. Bürokrasi de öyledir. Anayasa Mahkemesi 12 Eylül'den sonra biat etti. 28 Şubat'ta Onuncu Yıl Marşı'nı kim söyledi.
BASIN DARBELERE TEPKİSİZ
Meslekte 50 yılı devirdiniz. Üç modern, bir de postmodern darbeye tanık oldunuz...
Birkaç küçük gazete hariç Türk basını 27 Mayıs'ı 'hoş geldin' diye karşıladı. 12 Mart'ta basın tipik bir şaşkınlık içindeydi. Sıkıyönetimle geldiğinden kimse sesini fazla çıkaramadı. Asker varken bizde kimse kahramanlık yapamaz... 12 Eylül'ün ilk günlerinde çoğunluk darbeyi 'can pazarından kurtuluş' olarak gördü. Sesini çıkartmayanlar daha sonra esip kükrer oldular.
28 Şubat...
28 Şubat'ı bunlardan ayıran 'ateşi maşa ile tutmak' tır. Onuncu Yıl Marşı modası çıktı. Hakimler, savcılar, sivil toplumcular toplanıyor, yürüyüşler yapılıyor, marş söyleniyordu. Askere kimler biat etmedi ki? Sorunlar darbesiz de çözülebilirdi. Darbede askerler kadar siviller de suçludur. Büyük basın 28 Şubat'ın yanındaydı, ortamını da hazırlamıştı. 27 Mayıs'tan beri, darbelere ilk zamanlarında basının tepki gösterdiğini hiç görmedim.
Basın darbelerin hep içinde mi olur?
Bilerek veya bilmeyerek içinde yer alır. Basın sadece askerin değil siyasi süreçlerin de içindedir.
YETER Kİ İŞLERİM YÜRÜSÜN...
Siz darbelere destek verdiniz mi?
27 Mayıs'a gönülden destek verdim, 28 Şubat'a ciddi bir desteğim olmadı, ama iktidarın laiklik karşıtı davranışlarını eleştirdim. Fakat "bizi ancak asker kurtarır" diye bir yaklaşıma girmedim. Benim 27 Mayısçılarla, 12 Martçılarla, 12 Eylülcülerle ciddi ilişkilerim oldu, ama 28 Şubatçılarla hiç ilişkim olmadı. Aralarında bir tek Çevik Bir'i tanırdım. Onu da Evren'in yaveriyken tanıdım. Askeri yönetimlerin gazete kapatma yetkisi oldukça, gazeteler onlara direnemez. 'Direnmek ist