HASAN PULUR VE DOĞAN HEPER'İN NİYE HALA BİR KÖŞEYİ İŞGAL ETTİĞİNİ ANLAMIYORUM!
Kanaltürk Genel Yayın Yönetmeni ve Bugün gazetesi köşe yazarı Tarık Toros, Kehkeşan dergisine çarpıcı açıklamalar yaptı.
"CNN’de Cüneyt Özdemir’i başarılı buluyorum, ama Milliyet’te Hasan Pulur ve Doğan Heper’in niye hala bir köşeyi işgal ettiğini anlamıyorum. Hıncal Uluç’un da artık Sabah Gazetesi’nde bittiğini düşünüyorum."
Samanyolu Televizyonu’nun aylık medya & magazin dergisi Kehkeşan, Kanaltürk’teki Merkez Siyaset programıyla siyaset gündeminin nabzını tutan, Bugün Gazetesi köşe yazarlarından Tarık Toros ile gündeme ve siyasete dair çok özel bir söyleşi gerçekleştirdi. Toros, Kehkeşan Dergisi’ne günümüz siyaseti ve gazetecilik mesleği ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. İşte o bomba etkisi yaratacak açıklamalar;
Gazeteciliğe nasıl başladınız? Tarık Toros kimdir?
1972 Tarsus doğumluyum. Gazetecilik eğitimi almadım. Gazi Üniversitesi’nde Elektronik Öğretmenliği okudum. Okul bittikten sonra arkadaşlarımın yönlendirmesiyle önce stajlar yaptım. Ardından Samanyolu TV, TGRT, Kanal 6, Habertürk, Akşam Gazetesi ve Kanal D’de kadrolu olarak çalıştım. Bu arada internet, televizyon, gazete gibi pek çok mecrada da çalışmış oldum. Mesleğe televizyon muhabiri olarak Ankara’da başladım. Sonraki yıllarda parlamento muhabirliği yaptım. İstanbul’a gelince iki televizyon kanalında ardından da ağırlıklı olarak internet medyasında çalıştım. Gazetede çalıştım ama bir gazete profesyoneli saymam kendimi. Fakat televizyon ve internet yapan insanlar için hele internet gazeteciliği yapan kişiler için gazete çok daha heyecansız ve durağan geliyor. Şuanda Kanaltürk Haber Dairesi Başkanı ve Bugün TV Genel Yayın Yönetmeni’yim. Aynı zamanda Kanaltürk’de haftalık Merkez Siyaset programını yapıyorum. Bugün Gazetesi’nde haftada 3 gün yazı yazıyorum. Bugün TV’de de günlük aktüalite, siyaset, popüler kültür gibi konuları işlediğim Editoryal diye kendi bir programım var.
Politikayla ilgili alanlarda çalıştınız. Niçin böyle tercih ettiniz?
En iyi bildiğim konu politika ve siyaset. Çocukluktan beri siyasi ve politik gelişmelere ilgi duydum ve de takip ettim. Magazine, spora, dış politikaya, ekonomiye hiç ilgi duymadım. Üniversitede okuduğum yıllarda bir fotoğraf makinem vardı. Onunla bir gazeteci gibi siyasi olayları belgeler ve anı olsun diye takip ederdim. Enteresan panellere ve seminerlere giderdim. Siyasilerin Cuma namazı kıldığı camilere giderdim sırf onları görebilmek için. Neticede çocukluktan ve gençlik yıllarımdan beri siyasete ve politikaya ilgim vardı. Ankara’ya geldiğimde siyasetin içine düştüm. Yolda giderken önünüzden Kenan Evren geçiyor. Süleyman Demirel ile karşılaşıyorsunuz. Turgut Özal bir yerde açılış yapıyor ona denk geliyorsunuz. Siyaseti iyi bilirim ama siyasete hiçbir zaman alaka duymadım. Yani bugün telefonum çalsa iddialı bir partinin lideri “seni şurada ilk sıraya konuyoruz, hadi hayırlı olsun” dese, teşekkür eder kabul etmem.
Bir röportajınızda “medya rahatsız etme sanatıdır” demişsiniz. Konuyu biraz açar mısınız?
Medya alkışlama, övme sanatı değil, yerme, rahatsız etme, sorunlara dikkat çekme ve bu sorunların arkasındakileri sorumluları rahatsız etme sanatıdır. Biz bir yerleri kaşımalı, dürtüklemeliyiz. Siyaseti, iş dünyasını, kamuoyunu, emniyeti, genel kurmayı rahatsız etmeliyiz. Medya patronu ya da genel yayın yönetmenine altında çalışanlarının yaptığı haberden dolayı bir şikayet gelirse bundan mutlu olmalı. Fakat bazı patronlar ya da genel yayın yönetmenleri siz nasıl o bakanı, iş adamını rahatsız edersiniz diye çalışanına adeta çemkiriyor.
Peki siyasete olan merakınız yüzünden sizin başınıza ilginç olaylar geldi mi?
Evet, üniversitedeyken öğrencilere siyasi gelişmelerle ilgili konferans vermesi için Fehmi Koru’yu okulumuza çağırmıştık. 1988 yılı, o dönemler Zaman Gazetesi’nde çalışıyordu. Konferans çıkışında kendisine Kütahya çinisi takdim edilecekti bunu da benim vermem söylendi. Anadolu’dan yeni gelmişim, tecrübesizim. Çiniyi uzatırken “Gerçi siz bu çiniye layık değilsiniz” dedim. Kırdığımız potun farkına vardı ama sağolsun “Gerçi çini bana layık olmayacak” diye düzeltti sonrasında. Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda Demirel’e bir soru sormuştum. Bana “Ben müneccim miyim, nerden bileyim?” demişti. Yine Erbakan’ı Refah Partisi dönemi ve başbakanlık döneminde iki yıl takip ettim. Yolda giderken çok açıklama yapmayı sevmeyen birisiydi. O dönemde Mercimek olayı patlamıştı. “Ben de Mercimek paraları Refah Partisi adına toplamamış mıydı?” diye sordum. Bir yere gidiyordu, durdu ve bana döndü: “Bu nasıl bir terbiyesizlik” dedi. Hiç beklemediğim bir tepkiydi, kızardım, bozardım.
Gazetecilikte tarafsızlık meselesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Gazetecilikte en büyük yalanlardan bir tanesi tarafsız olmak kelimesidir. Ben bunu baştan beri reddediyorum. Pek çok konuda medya taraftır esasen, siyasette, ana dil meselesinde, ekonomi konusunda. Günümüz gazetecileri her anlamda taraf, çünkü bir kere Türk, Müslüman ve resmi ideolojiye bağlı.
Merkez Siyaset’ten bahsedelim mi biraz? Nasıl gidiyor program, neler yapıyorsunuz?
İnsanların izlediği zaman konunun ehli kişilerden bir şeyler kazanacağı, ufuk açıcı ve iki saat sonunda en azından kendisinin de bir şeyler hakkında fikir sahibi olacağı bir program Merkez Siyaset. Programda her hafta farklı isimleri davet ederek haftanın siyasi panoramasına bakıyoruz. Tartışma programı ama bir kavga programı değil. Bazen deprem, sosyal güvenlik gibi konularda aktüaliteye de kaydığımız oluyor ama bu yüzde bir ya da ikidir. Her kafadan bir ses çıkan, birbirine çemkiren, birbirinin söz hakkına dahi saygı göstermeyen ve tamamen kişisel meselelerle, hakaretle yürüyen, hiçbir şey olmamış gibi her hafta her hafta aynı kadrolarla devam eden programlar var. Bunları ben seyretmiyorum. Yararlı insanların bilgi edineceği, insanlara bir fikir verecek bir iş yapmaya çalışıyoruz. Ama o bile bazılarını rahatsız ediyor.
Reytingler nasıl peki? İzleyicilerin tepkileri ne yönde oluyor?
Reytingler son derece iyi. Kanalın en iyi siyasi tartışma programı diyebiliriz. Saat 23.00’den sonra yayına giriyoruz, prime time bitmiş olduğu için karşımızda pek fazla rakip olmuyor. İyi de tepki alıyoruz.
TV karşısına geçtiğinizde daha çok neleri ve kimleri izlemeyi tercih ediyorsunuz?
Yalnız kaldığımda film seyretmeyi severim. Daha çok, polisiye, biyografik ve tarihi konuların işlendiği filmler ilgimi çekiyor. Aynı zamanda tarihi belgesellere de bir merakım var. Hatta takip edemediğimde kaydedip daha sonra izliyorum. Onun dışında fazla TV izleme alışkanlığım yok. Fakat CNN Türk’te Cüneyt Özdemir’i akşam kuşağında başarılı buluyorum. En azından gündemi yakalıyor. Yalın bir dille, gündemin aktörlerini öne çıkararak güzel bir gün toparlaması yapıyor.
Beğendiğiniz gazeteciler yazarlar var mı?
Düzenli olarak takip ettiğim bir isim yok. Meselelere biraz daha yukardan bakan, perspektif bakış açısına sahip yazarları okumaya çalışıyorum. Özellikle Sabah yazarlarından Hasan Bülent Kahraman’ın Türkiye’nin siyasal gelişimine dair çok iyi referans yazıları var. Yine Engin Ardıç çok güzel hiciv yapıyor. Türkiye’deki siyasi aktörlerle ve medya ile iyi hesaplaşıyor. Entelektüel birikimi de çok iyi. Bu arada belli bir yaştan sonraki yazarların artık yazmaması taraftarıyım çünkü okuyucuya yeni bir şey vermiyorlar. Mesela Milliyet’te Hasan Pulur ve Doğan Heper niye hala bir köşeyi işgal eder? Hıncal Uluç’un da artık Sabah Gazetesi’nde bittiğini düşünüyorum. Ahmet Hakan son dönemin başarılı yazarlarından biri. Ayrıca Radikal’de ve Sabah’ta da başarılı ve iyi ilerleyen genç yazarlar var.
Ses kaydı ile ilgili çıkması muhtemel yasa hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bunu yasaklayabilirler ama yasaklanması doğru değil. Alenileşmiş, kamuoyunu ilgilendiren ve özel hayatla ilgisi olmayan doğru bir kayıt varsa bu dünyanın her yerinde yayınlanır. Bunu yasaklayamazsınız. Yasaklansa bile bu çağda artık hiçbir şey örtülü kalmıyor. Deniz Baykal’ı koltuğundan eden kaseti bile Türkiye’de hiçbir televizyon, gazete ya da resmi internet gazeteciliği yapan site yayınlamamasına rağmen izlemeyen kalmadı. Ama video sitelerinde, paylaşım sitelerinde çoğalarak yayıldı. Dünya dijital bir komünikasyona doğru gidiyor. Her şey iPad’ler ve cepteki akıllı telefonlar ile yürüyor. İstenildiği kadar geleneksel medyaya, gazeteye, televizyona yasak koyulsun, bu yasaklar kapalı dönem yasağı olarak kalır ve hiçbir işe yaramaz çünkü insanlar ulaşmak istediği şeye bir şekilde yine ulaşır.
Eski siyasetçiler ile yeni siyasetçiler arasında nasıl farklar var?
Maalesef hiçbir fark yok. Bilakis siyasi kalite giderek düşüyor ve geriliyor. Yeni siyasetçiler Türkiye’nin geçmişteki siyasi tecrübelerinden ders çıkarmıyor ve hep aynı şeyleri tekrar ediyor. Geçmişteki siyasetçi ya da lider kalitesi bugün yok. Beğenelim ya da beğenmeyelim Turgut Özal çok karizmatik, akıllı, deha düzeyinde bir liderdi. Süleyman Demirel’in muhteşem bir hafızası vardı, yine Necmettin Erbakan da bir dehaydı. Bu isimler bir gördüğünü, duyduğunu, karşılaştığını asla unutmayan insanlardı. Bugün o derece deha düzeyinde bir lider profilimiz yok. Geçmişi özlemle arıyor değilim, onların da çok basiretsizlikleri, ülkeyi duvara çarptırmışlıkları var. Fakat bugün tek parti hükümeti var ve 10 senedir ülkeyi oyunu artırarak o götürüyor. Maalesef iktidara ortak olacak, zorlayacak ikinci bir parti yok. Bunun artıları olduğu kadar eksileri de var. Öncelikle çok sesliliğe zarar veren bir tarafı var. Neticede iktidar, hoşuna gitmeyen söylemlere tavır koyuyor.