HASAN CEMAL, KANSERE MEYDAN OKUYAN HABERTÜRK'ÜN PATRONU UFUK GÜLDEMİR'LE TEKSAS'TA AVA ÇIKTI

Sabahın ilk ışıklarıyla çıkan hafif rüzgârda, Teksas'ın ot kokuları... Ufuk tüfeğini doğrultuyor. Tek kurşun! Sesi kulağımı delip geçiyor. Kara gazel yere kapaklanıyor. Ufuk bana, "Unutma, avlamakla öldürmek ayrı şeyler" diyor.

Teksas'ta av! (1)

SAN ANTONIO, TEKSAS

Uçsuz bucaksız topraklarda güneş doğuyor. Harikulade bir manzara. Gökyüzüyle yeryüzünün kucaklaştığı yer, yangın yeri.
Nefes bile almak yasak!
Yaklaşıyor av, bir kara gazel. Siyah beyaz boynuzları, gözleri, ince uzun boynu ve yürüyüşüyle ne kadar zarif.
Ufuk, tüfeğini doğrultuyor.
Tek bir kurşun! Sesi çınlıyor, kulağımı delip geçiyor. Kara gazel aynı anda yere kapaklanıyor, bir iki kez titredikten sonra hareketsiz kalıyor.
Ufuk bana dönüp:
"Unutma, avlamakla öldürmek ayrı şeyler" diyor, içimden geçenleri anlamışcasına, belki de teselli ediyor beni.
Sabahın ilk ışıklarıyla çıkan hafif rüzgârda, Teksas'ın ot kokuları... Bu yakınlarda bir akşam vakti, tekneyle Ayvalık kanalına girerken, Cunda adasının tepelerinden kopup gelen ot kokusunu da içimize çekmiştik.
Ne tuhaf, doğanın ot kokusuyla bile insana bu kadar yaşama sevinci verebileceğini daha önce hissetmemiştim.
Ufuk Güldemir'e soruyorum:
"Houston'da doktor sana, 'Kansersin, birkaç aylık ömrün var!' dediği zaman neler hissettin?"
Ufuk'la, sevgili kardeşimle göz göze geliyoruz. "Bu gazeteci milleti ne garip, nasıl da ayrı bir kategori, işte sormadan duramadı!" diye düşündüğünden eminim.
Bakışlarında bir an bir acı kıvrılıyor.
Geçen haziran ayı, trendeyim.
Köln'den Münih'e gidiyorum, Dünya Kupası'nda. Bilgisayarımı, e-maillerimi açtım. Birden yüreğime sipsivri bir bıçak saplandı.
Haber Ufuk'tan geliyor:
"Sevgili Hasan Ağabey;
Kanseri öğrendiğim günlerde, hele karaciğerde de dört ayrı metastas olduğunu söylediklerinde dünyam yıkıldı. Buradaki doktorlar, 'You have months' (Sadece ayların kaldı) dediler. Bu durum halen değişmiş değil. Tedavi başladı ama olumlu bir tesiri olup olmadığını bilmiyorum.
Ama değişen bir şey var:
Genlerimde ne kadar kanser varsa, bir o kadar da mücadele ruhu var, bilirsin. Karar verdim, mücadele edeceğim kanserle... O yüzden sana söz veriyorum, seni ava götüreceğim. Sevgili ağabeyimi çok öpüyorum."
Hayat ne zormuş...
Birkaç zoraki satır tıklıyorum:
"Sevgili kardeşim; kanseri yeneceksin, en ufak bir kuşkum yok. Eminim, bu kez sözünü de tutacak ve beni ava götüreceksin. Sevgili karını, Gaya'yı da öp tarafımdan..."
Büyük balığı kim tutacak?
Ufuk mu, Gaya mı, ben mi?
Oltaları salladık, güneşi batırıyoruz göl kıyısında. Yine o ot kokusu Teksas'ın, insana yaşama sevinci aşılayan...
Yüzler gülüyor.
Ufuk'un espirileri Teksas'tan İstanbul'a kadar uzanıyor, Sedat Ergin'e de, Okay Gönensin'e de... Herkesi bir güzel ince ince doğruyoruz, kahkahalarla. Gölün üstü renk cümbüşü, günün son ışıkları vuruyor...
Yaşamak ne güzel şey!
Balık, üçümüzün oltasına da geliyor. Ama en büyüğünü ben tutuyorum.
Büyük ağızlı tatlı su levreği ile fotoğraf çekiliyor. Gözleri kocaman, cam gibi. Ufuk, iğneden kurtarıp gerisin geriye suya atıyor levreği. Bu gölde balık avlamanın kuralı böyle...
İki yanımız ceylanlar!
Çalılıkların, kaktüslerin arasında geyik sürüleri dolaşıyor. Aralarında yavrularıyla kara yaban domuzları. Simsiyahlığın içinden çıkan bembeyaz, sipsivri dişlerinin görüntüsü insanı irkiltiyor.
Jiple geçtiğimiz yerlere kürekle mısır taneleri atıyor Mark. Javelina adındaki domuzlar gelip yesin diye, avı avcıya yaklaşsın diye.
Yine yasak nefes almak.
Bu kez tüfeğini doğrultan Gaya. Ufuk fıslıyor, "Kendini en rahat hissetiğin anda tetiği ez" diye.
Eziyor Gaya, iki kez ez