HASAN CEMAL GİBİ TANRI YAZARLAR GEZİ DİRENİŞİ İLE YERLE YEKSAN OLDU!

Taraf Gazetesi eski yazı işleri müdürü Tuncer Köseoğlu, Gezi Direnişinin medyada ve toplumdaki yansımalarını mercek altına aldığı yazısında Hasan Cemal'i eleştirdi.

"Kahrolsun bağzı şeyler"

Gezi direnişi memlekette büyük kırılmalar yarattı. Bu kırılmaların başında, direnişle birlikte insanların korkularını yenmesi ve "Bizim de taleplerimiz var; bizi de dinleyin" diyerek geri adım atmaması geliyordu.

Aslında bu yaşananlar ilkti. Gezi'ye polisin sert müdahalesi, ceberrutluğunu kendisine her karşı duruşta gösteren devlet anlayışının olağan sonucuydu. AKP iktidarı da, bu makus tarihi yineledi ve ceberrut devlet geleneğini sürdürerek direnişi kırabileceği yanılgısına düştü.

Başta iktidar olmak üzere herkesi şaşırtan ve ne yapacağını bilemez hale getiren ise, Gezi direnişi sırasında ve sonrasında ülkenin değişik şehirlerinde sokağa dökülen insanların şiddete karşı geri adım atmamasıydı. Evet, bu tavır belki devrim getirmeyecekti, ama insanlara "Biz de insanız ve nasıl yaşayacağımızı kendimiz belirleriz" deme özgüvenini verecekti. Bu, devrimden çok daha önemliydi.

İnsanları öfke patlaması noktasına getiren sadece, iktidarın "Ben yaptım oldu, siz de kabul edeceksiniz " anlayışından kaynaklanmadı. Olup biteni sessizce izleyen, için için öfke duyan insanların kendilerini ifade edebileceği bir siyasî muhalefet bulamaması da sorunlar hanesine yazılmıştı. Gezi'de direnenler, iktidarın dayatmacı politikalarını çöpe attığı gibi, yarınlara umut vermeyen, sadece var olan mevcudiyetini korumak adına mücadele eden muhalefeti de bir anlamda çöpe atmış oldu. Muhalefet bu direnişten ders çıkarıp kendini yenileme yoluna gitmez ve sokağa çıkan insanları ilk seçimde kendilerine oy verecek potansiyel olarak görürse, iktidara aday olmak yerine çöplükte metan gazı olarak varlığını sürdürür, benden söylemesi...

Gezi'nin fırlama zekâsı ve tanrı yazarlar

İletişimlerini "slm", "asl", "nrdn", "nslsn", "by"... şeklinde kuran bilgisayar kuşağının başlattığı isyan hareketinin fırlama bir zekâ üretmesi kaçınılmazdı. Gezi direnişi bunu da görünür kıldı. Yenilir yutulur cinsten olmayan küfürlerin yanında, yazılan binlerce zekâ dolu kısa cümle ve slogan içinde en çok "Kahrolsun bağzı şeyler"i sevdim. Her şeye kayıtsız gibi duran bu slogan aslında olup bitenlerin tamamına gösterilen bir karşı duruştu. Kendilerine dayatılmak istenen yaşam biçiminin tamamını kapsıyordu "kahrolan bağzı şeyler".

Gezi direnişi bize aynı zamanda toplumsal olaylardan bir Jakoben darbe çıkarmanın artık tarihsel olarak mümkün olmadığını, olmayacağını gösterdi. Her ne kadar AKP bu direnişi bir darbenin öncüsü olarak gösterse ve "safları sıklaştırma" yolunu seçse de, direnişçiler Jakoben darbe çığırtkanlarını da çöplüğe gömdüler.

Bu direniş yeni ve fırlama zekânın yanında başka bir şey daha gösterdi: kendilerini Tanrı katında gören bazı yazarların zamanın ruhunu yakalamakta ne kadar arkaik kaldığını... Yazdıkları her cümleden sual olunmayan bu edipler, ettikleri her kelamın mutlak doğru olduğu üst egolarında boğuldular. Yıllarca en tepede oturup, ahkâm keserek vicdan pazarlaması yapmanın hazzı Gezi ile birlikte yerle yeksan oldu.

Tanrı katından sokağa inmek

Oldu, çünkü Tanrı yazarların başını çeken Hasan Cemal'e uysaydı memleket, herhalde şu an Erdoğan oda hapsindeydi ve ülkeyi de Gül ile Arınç ikilisi yönetiyor olacaktı. Başbakan'ı "Ülkeyi yangın yerine çevirmek"le suçlayan Cemal, yazılarında ettiği her kelamda aslında bu yangına sırtında birkaç bidon da benzin taşımış oldu. Alev daha da harlansın diye. Birkaç yıldır başlayan ülke siyasetini Erdoğan'sız dizayn etme çabalarının öncü kalemlerinden olan 'tanrı parçacıkları' yazarların, Gezi'yi vicdan üzerinden pazarlamaları ayrı bir ahlakî yoksulluktur. Siyasî bir algı yaratma çabasının olduğu bir yerde vicdandan bahsederek karşındakini vicdansızlıkla suçlamak her şeyden önce vicdanın kendisine hakarettir.

Gezi'de olup biteni anlamak için sokak çocuğu olmanın avantajını kullandım ben. Marjinal ve kötü çocuklar denilen (bana göre öyle değil, ki severim ben kötü çocukları) kitlenin dışında kalan göstericilerle bire bir görüşmeler yaptım. Yoğurtçu Parkı'nda yapılan forumları dinledim. Endişeli modernlerin kalesi sayılan Kadıköy'de gece kurulan rakı masalarının ana konusu Gezi ve Erdoğan oldu bu süreçte hep. Birçoğu eyleme katılmış ya da bir şekilde destek vermişti. Öfkelilerdi Erdoğan'a. Dayatmalarını kabullenmek istemiyorlardı. Ama tek bir kimseden 'Erdoğan gitsin' lafını duymadım. Tuhaf bir şekilde Erdoğan'ın ülkeyi iyi yönettiğine de inanıyorlardı. Ya da karşılarına koyabilecekleri inandıkları bir iktidar adayı yoktu. Bu eylemler insanlara kendileri için mücadele etme özgüveni de getirdi. 'Erdoğan dayatmaya devam ederse biz yine sokağa çıkarız' özgüveniydi bu.

Konuştuğum hiç kimse ülkenin yangın yerine döndüğü kaygısını taşımıyor, aksine bu eylemlerle birlikte yarınlara daha umutla bakıyor artık. "Muhalefet yoksa biz varız" umudunu taşıyor insanlar... Tanrı yazarların olduğu o yüksek katta hayat başka aktığı için oradan ülke yangın yeri gibi görünebilir, bu doğal. Ama hayatın akışı böyle değil; kendi iç dinamiği var. Düşünsenize, 19 yaşındaki bir velet duvara "Kahrolsun bağzı şeyler" yazıp sizi durduğunuz o kattan bir anda aşağı indirebiliyor. İnsanların kendisine dayatılanlara karşı durması için üst perdeden ahkâm kesmelere ihtiyaç kalmadı artık. Velhasılı bir Gezi direnişi oldu; neler gördük neler...

Tuncer Köseoğlu/marksist.org