Hapiste ’’şüpheli’’ Şekilde Ölen İlk Mit'çi Kaşif Kozinoğlu Değildi...

ATİLLA AKAR atilla.akar@medyaradar.com
Bu bir “hatırlatma” yazısı… Daha doğrusu ben gazetecilikte “fikri takip” kadar “hafıza tazelemeye” de inanırım. Olaylar arasındaki tarihsel “bağı” kurmak, nedensellik ilişkisine veri sağlamak için bunun “şart” olduğunu düşünürüm. Dahası ve maalesef özellikle yeni kuşak gazetecilerin bu “arka plan bilgiler”den yoksun oldukları ve merak edip araştırmadıkları içinde (Bakın sırf bu konu bile ayrı bir yazı konusu olur) sadece önlerindeki “son kare” fotoğrafa takılı kaldıklarını fark ederim.

Bir gazetecinin en iyi “dostu” önce haber kaynakları ise diğer dostlarının “arşiv”, kitaplar ve belleği olduğunu bilirim. Hafıza sürekliliğinden kopuk bir gazetecilik faaliyetinin en azından “eksik” olduğuna kanaat getiririm. (Elbette “kuru kuruya” bilgi biriktirmek de yetmez. Onu analiz etmek ve “seziler”i de bir “dedektif” gibi işin içine sokmak gerekir.) Çünkü bu sayede doğru soruları sorar, doğru izleri sürer ve eğer şansı da yaver giderse doğru cevapları bulabileceğine güvenirim. En “işe yaramaz” diye sınıflanan bilgilerin bile gün gelip, hiç ummadığı şekilde önüne ufuklar açabileceğine, “acaba”larını güçlendireceğine inanırım. Tabii meslekteki “zihinsel erozyon”un bu “hissiyat”ı da zayıflattığının farkındayım o başka…

Neyse, bugünlük bu kadar “gazetecilik dersi” yeter. Gelelim sadede; Odatv davası sanığı ve MİT’çi Kaşif Kozinoğlu’nun ani ölümü ister istemez bana bunları düşündürdü. Hemen hafızamı şöyle bir yokladım. Kozinoğlu benzeri bir olay geçmişte yaşanmış mıydı acaba hiç? “Şüpheli Ölüm” sınıfına sokabileceğimiz (Bu tür ölümler “doğal ölüm” bile olsalar ölenin kimliğinden dolayı ilk andan itibaren “şüpheli” kabul edilmelidirler.) olaylar olmuş muydu? Böylesi ani kalp krizi neticesi ölen MİT’çiler var mıydı? Bunlara dair “gizli suikast” olabileceği soruları ortaya atılmış mıydı?

Sonunda “tak” diye iki isim düşüverdi aklıma. (Araba kazası, intihar, vb görünümlü olanları geçiyorum) Eski dönemlerde iki MİT mensubu ani “kalp krizi”nden ölmüştü. Üstelik bunlardan biri tıpkı Kaşif Kozinoğlu gibi “hapiste ölüm”dü. Tabii bunlar bilinenlerdi. “Gizli görev”lerde kimlerin nasıl öldüğünü tabii ki bilemiyoruz…

“ZİHNİYET SAVAŞI”NIN KURBANI MİT MÜSTEŞARI BAHATTİN ÖZÜLKER

Bunların en başında eski MİT müsteşarlarından Bahattin Özülker geliyordu. Onun hikâyesi de ilginçti. 1974 yılı Türkiye açısından oldukça hareketli bir yıldı. Ancak böylesi önemli bir dönemde MİT gibi hayati bir kuruluşun başında görev yapan müsteşar Bülent Türker’in halen “vekâleten” bulunması sorun yaratıyordu. Sonunda bir karar verilecek ve MİT’in başına 28.02.1974 tarihinde emekli Koramiral Bahattin Özülker getirilecekti. Atamada dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün kendisi gibi denizci birini tercih etmesinin rolü olduğu söyleniyordu. Müsteşar Özülker ilginç bir kişilikti. ABD’ye Türkeş’le eğitime giden ilk ekipteydi. Bir dönem ihtilâlci fikirler taşımış, “Silahlı Kuvvetler Birliği” örgütü üyesi olmuş, 21 Ekim 1961 ihtilal bildirisini imzalayanlar arasına katılmıştı.

Ancak Özülker görevi devraldığında MİT’teki kronikleşmiş kavga ve sürtüşmeler dinmemişti. Özellikle Fuat Doğu zamanında başlayan ve Nurettin Ersin döneminde de süren ekip çatışmaları içten içe sürüyordu. Buna daha sonraları kökleri Beyrut’ta başlayan Hiram Abas ve Nuri Gündeş kavgaları da eklenecekti. Teşkilatta “Arnavut Bahattin” olarak da bilinen Bahattin Özülker kısa sürede kendini MİT’te kabul ettirecekti. Ne var ki Özülker, MİT’in o güne dek izlediği anlayışa karşıydı. Özellikle de o dönem MİT’e hakim ve olayların kaynağında hep solcuları gören zihniyetinden hoşlanmıyordu. Ona göre en önemli tehlike başta “irticai gruplar olmak üzere bu eksendeki sağcı yapılanmalar”dı. O yüzden devlet kurumlarının hep solcularına yönelik raporlar istemesini hiç sağcı örgütleri ve eylemcileri görmemesini içine sindiremiyordu.

Müsteşar Özülker ayağının tozuyla geldiği MİT’te hemen bu doğrultuda bir rapor hazırladı. Özülker raporunda geçmiş “tek taraflı anlayış”ı eleştiriyor ve bu anlayışın değişmesi gerektiğini savunuyordu. Bu CIA’nın soğuk savaş anlayışının MİT’e dayatıldığı o dönem için oldukça rahatsız ediciydi. Teşkilat içinde ve dışında birileri bu raporu haber alacak ve rahatsız olacaklardı. Özülker’in anlayışı MİT’e hakim olursa dengeler değişebilirdi. Nitekim bu rapor yazıldıktan bir hafta sonra denetleme için gittiği Samsun’da bir otel odasında ölü bulunacaktı. O esnada (26 Eylül 1974) yanında 12 Mart’ta İstanbul Bölge Başkan yardımcısı olan, Kızıldere Operasyonu’na da katılmış bulunan, daha sonra ASALA Operasyonlarıyla hatırlanacak olan Ankara bölge Başkanı emekli albay Süleyman Yenilmez vardı. Resmi rapor “Kalp Krizi”ydi. Özülker’in ölümü sonrası MİT tekrar eski rayına oturacak ve ülkedeki “solcu avı”na geri dönecekti.

“AMERİKAN CASUSLUĞU” İLE SUÇLANAN VE HAPİSTE “SEKTE-İ KALP”TEN ÖLEN MİT’Çİ TURAN ÇAĞLAR

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarihinde yabancı ülkeler aleyhine casusluk yapan bir çok casusu izlemiş, yakalamış ve yargıya intikal etmesini sağlamıştı. Ancak bunlardan iki tanesi apayrı önemdeydi. Çünkü söz konusu iki kişi bizzat MİT üyesi olup, MİT’in üst kademe yöneticileri arasındaydılar. Daha da ilginci bu iki kişi o yıllarda “dost ve müttefik” olarak kabul edilen “ABD lehine” casusluk yaparken yakalanmışlardır. Bunlardan biri 1977 yılında yakalanan “MİT’in 3. Adamı” olduğu iddia edilen Kurmay Albay Sabahattin Savaşman diğeri ise 1983’te tutuklanan Turan Çağlar’dır. (Çağlar eski bir 27 mayısçı ve ihtilâlci olarak bilinirken, sanatçı Barış Manço’nun da kayınpederiydi.) Savaşman 17 yıla mahkum olup 1984 yılında hapisten çıkıp 1994’te de ölürken, Çağlar ise 29 Temmuz 1983’te Mamak Askeri Cezaevi’nde “Sekte-i Kalp”ten vefat etmiştir. ( GATA’nın resmi otopsi raporuna göre ölüm nedeni “Enfaktüs”tü.) Bir başka iddiaya göre de düzenli olarak almak zorunda olduğu ilacını almayarak intihar yolunu seçmiştir.

Nitekim yıllar sonra Meclis Susurluk Komisyonu’na bilgi verecek olan MİT’çi Nuri Gündeş bu konudaki iddialara “Sakınılan göze çöp batar” diyerek “açıklık” getirecekti. Gene o dönemki iddialara göre Çağlar, ABD’li diplomat William Philips’e bazı “gizli evraklar”ı para karşılığı satmaktaydı. 16 mart 1983’te MİT tarafından göz altına alındı, Nuri Gündeş’in nezaretinde 20 gün sorgulandıktan sonra Genelkurmay Askeri Mahkemesi’ne “casusluk” suçlamasıyla yargılanmak üzere gönderildi. Çağlar iddiaları şahsına karşı tertiplenmiş bir “komplo” olarak niteleyerek bazı yayın organlarına “hayatının tehlikede olduğunu” bildiren mektuplar yazmıştı. Çağlar “casus değilim” diyerek kendisini sadece “Amerikan sempatizanı” olarak tanımlamıştı. Yargılanması esnasında ilişkisinin “memleket sevgisinin üzerine çıkmadığı”nı belirterek kendisini savunmuştur. Gene iddialara göre verdiği bilgiler “gizli bilgiler” olmayıp, gazetelerden derlenmiş haberlerin “analizi” olup, aslında Amerikalıyı “dolandırma” amacıyla hareket ettiğini ileri sürmüştür. .

Bu arada Çağlar’ın “casusluk”tan ziyade MİT içindeki kapışmaların kurbanı olduğu, özellikle de Nuri Gündeş-Hiram Abas ekibine karşı olduğu için “hedef” seçildiğini ileri sürenler olacaktı. Dahası Aydınlık Gazetesi’nin 1978’deki “Kontrgerilla” dizisinin bilgilerinin Çağlar tarafından sızdırıldığı, şimdi de “MİT içindeki karşı-ekibin intikam aldığı” ileri sürülüyordu. Gene iddialara göre Çağlar, MİT’in zaten rutin olarak Amerikalılara bilgi verme işini gerçekleştirdiği için boşuna suçlandığını, “zaten her şeyimizi biliyorlar, birde bunu bilseler ne olur” şeklinde savunduğu söylenmektedir.

Öyle veya böyle, Kaşif Kozinoğlu’nun ölümü bana ilk anda bunları hatırlattı. Peki arada doğrudan bir “illiyet bağı” var mı? Elbette yok. Ancak zaman zaman bu gibi olayların “yaşandığını” hatırlamak ve yıllar geçse bile üzerinde “soru işaretleri”ni koruduğunu bilmek bugüne biraz daha “hassas” bakmamızı sağlayabilir…

Atilla AKAR

atillaakar@gmail.com
Tüm yazılarını göster