HANİ BUNLAR MUSA'NIN ÇOCUĞUYDU?..TARAF YAZARI YILDIRAY OĞUR'DAN ZEHİR ZEMBEREK BİR YAZI!..

Bu Onur Öymenler, bu Yılmaz Özdiller, bu İlhan Selçuklar alplerden kopan çığın altında kaldılar!...



Hani bunlar Musa'nın çocuğuydu?

Sahi ne zaman ve nerede başlamıştı bu ulusalcılık? Yıllardan Türkiye'ye AB yolunu açan Helsinki zirvesinin yapıldığı 1999 muydu? Yoksa ekonomik krizin çıktığı 2001 mi? Günlerden AKP'yi iktidara taşıyan bir pazar günü müydü? Yoksa Ermeni Konferansı'nın iptal edildiği bir cuma günü mü? 2003'te Amerikan askeri Türk askerinin başına çuval geçirdiğinde Süleymaniye'de mi başlamıştı? Yoksa 2004'te Annan Planı görüşülürken Kıbrıs'ta mı? 2005'te Mersin'de bayrak yakan çocuklar mı başlatmıştı? Yoksa 2004'teki demokratikleşme hamlelerinden ürken derin abiler, Sarıkızlar, Cumhuriyet Çalışma Grupları, Ergenekonlar mı?

Bilmiyoruz.

Ama kesin bildiğimiz bir şey var. Son 10 yıldır istikrarlı bir şekilde yüksel(til)en, 2007'de Cumhuriyet Mitingleri ile milyonları sokaklara dökebilen ulusalcılık 2009 yılının soğuk bir ocak akşamı dünya kapitalizminin başkenti İsviçre'nin Davos kasabasında bitti. Türkiye'yi uyutan ulusalcı Ezop masalları ve komplo teorileri Peres ve Erdoğan'ın bağırtılarıyla Alplerden kopan bir çığın altında kaldı.

Hatırla ey Türkoğlu

Peki, kimdi bu ulusalcılar? Bu Onur Öymenler, bu Yılmaz Özdiller, bu İlhan Selçuklar, bu Doğu Perinçekler, bu Baykallar, bu Kuvayi Milliyeciler, bu herkesten çok vatanseverler, "şahsiyetli dış politikacılar", meydanlara "ne AB ne ABD bağımsız Türkiye" diye inenler, her dakika mail kutularımızı Batı'ya haddini bildirmiş Atatürk hikâyeleri, Pentagon yapımı bölünmüş Türkiye haritaları, Gül'ün Ermeni, Erdoğan'ın Yahudi olduğuna dair belgelerle dolduran bu bankacı, reklamcı, beyaz yakalılar taifesi neler nelerle beynimizi dumura uğratmışlardı, hatırlayalım.

Yıl 1919, şartlar Sevr'den kötüydü. Topraklarımız yabancılara satılıyor, dört tarafımız misyonerlerce kuşatılıyordu. AB ve ABD el ele vermiş Türkiye'yi bölmek istiyordu. Emperyalistler "işbirlikçi" ve "teslimiyetçi" AKP'yi iktidar yapmış, Recep Tayyip Erdoğan da (dünyada sadece Türk ulusalcılarının kıymet verdiği) BOP'un eşbaşkanı olarak Türkiye'yi bölmek, Kıbrıs'ı satmak, geri kalan vatan toprağında da ılımlı bir İslam rejimi kurmak için görevlendirilmişti. Vaziyeti Damat Ferit'ten halliceydi. Yahudi sermayesi, Hıristiyan Kulübü olan AB, Soros, Fethullah Hoca koalisyonu Kemalizm'in altını oyuyor. Türkiye IMF'nin elinde oyuncak olmuş, gelen geçen tarafından tekmeleniyor, bağımsızlığımız düşmana, AB komiserlerine peşkeş çekiliyordu.

İşte bu çetin şartlarda vatan savunmasındaki Erol Manisalılar, Yalçın Küçükler, Banu Avarlar Türkiye turu atıyor. Metal Fırtınalar, Soner Yalçınlar, Adolf Hitlerler yok satıyordu. Ergün Poyraz adlı bir çiftçiye yazdırılan Musa'nın Çocukları adlı antisemitik seri kitap baskı rekorları kırıyor, en şık, en demokrat, en solcu kitapevlerinde başköşelerde satılıyor. Ülkenin üniversiteler bitirmiş beyaz yakalıları işi gücü bırakmış iştahla Musa'nın "Tayyip, Emine, Abdullah ve Bülent" adlı çocuklarının Yahudiliğini keşfediyordu.

400 ölü Filistinli çocuğun hesabı sorulunca antisemitizm alarmları ötenler de "ortak düşmanın antisemitik itibarsızlaştırılmasına" sessiz kalmayı etik ve şık buluyordu.

Ulusalcılık Davos'ta çığ altında

İşte "Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmişken", gün geldi, "2000 model Damat Ferit" Tayyip Erdoğan çıktı, "dünya emperyalizminin başkenti, Türkiye'yi bölme planları dahil her türlü melanetin konuşulduğu" Davos'ta "aslında tüm dünyayı yöneten masonların, Bilderbegcilerin efendisi İsrail'in" Cumhurbaşkanı'na meydan okudu, masaya vurdu, kızdı ve toplantıyı terk etti.

İşte tam o anda bilmem kaç yıldır başımızı şişiren ulusalcı yalan, afra tafranın birden sesi kesildi. "Daha da gelmem Davos'a" sesiyle ana kaideleri çatırdayan ulusalcılık masalı çöktü. Ulusalcı aklıevvellerin Türkiye üzerine yazdıkları tüm tezler Davos karları altında buz kesti.

Beklerdik ki, azıcık haysiyet sahibi olup Erdoğan'ın "Yahudilikte öldürme yok" sözlerini onun İbrani kökenlerine bağlayıp yola devam etsinler.

Meğer bu onurlu diplomatların ruhunda ne oryantalist koloni valileri, üç cümlede ırkçılığın kitabını yazan bu köşe yazarlarının içinde meğer ne Ali Kemaller, matbaalarında "BOP, ılımlı İslam" kelimelerinin klişeleri eskimiş gazetelerin çekmecelerinde meğer ne mütareke basını başlıkları varmış.

Meğer bunların derdi "bağımsız onurlu dış politika", "hayır diyebilen Türkiye" falan değil, laiklik, maiklikmiş.

Meğerki bunların umurunda olan satılan vatan toprakları değil, elden giden Çankaya Köşkü'ymüş.

Meğer bunlar İsrail Cumhurbaşkanı'na azıcık yükselen sesle kalp krizi geçirecek kadar erkek değil, ürkekmiş.

Meğer "Kerkük'e yürüyelim", "Erbil'de cam indirelim" diyen o hanzo görüntülerin altında, ne diplomat, ne yüz yüze görüşme yanlısı Kissingerlar, ne akmaz kokmaz BM neslinde daimi temsilciler saklanmaktaymış.

Yükselttikleri milliyetçilik ile Ogün Samastlar yaratanlar meğerki ne kadar antisemitizm karşıtı, Soros'tan fon alabilecek şık ve beyaz sivil toplumcu kıvamdaymış.

Meğerki "Bağımsız Türkiye" sesleri Edirne, Ardahan arasında başımızı şişirmek içinmiş, Davoslardan duyulmazmış, Türkçeden başka dillere de tercüme edilemezmiş.

Yani ey Türkoğlu Türk bu ara gazeteleri, televizyonları iyi izle ve gerçek düşmanını iyi tanı.

Seni çok fena kandırmışlar...

Titre ve kendine gel...


Yıldıray Oğur/Taraf


changeTarget(document.getElementById("news_content"))