HANGİ YENİ ŞAFAK YAZARI AHMET HAKAN'DAN NEDEN YARDIM İSTEDİ?

Bu iyiliğini karşılıksız bırakmayacağıma söz veriyorum.

Ahmet Hakan’ın yardımını rica ediyorum!


Kim ne derse desin bu ülkede her şeyden evvel "anlama" sorunu var; ben bunu bilir bunu söylerim.


Şu hale bakın:


Başbakan Erdoğan, "anayasa değişiklik paketi"ne kimi yüksek yargı mensuplarının "istemezükcü" yaklaşımlarını, "Çok meraklılarsa parti kursunlar..." şeklinde eleştiriyor, HSYK Başkanvekili Kadir Özbek de, "Bizi siyaset sahnesine çekmek istiyorlar..." karşılığını veriyor!


Bu nedir arkadaş?


Dahası, bu nasıl müdrik olmaktır?


Bereket versin, "Siyasi parti kurmamızı istiyorlar, ama bilmiyorlar ki bizim zaten bir partimiz var..." dememiş.


Dememiş ama, ramak kalmış!


Doğrusunu isterseniz "Çok meraklılarsa parti kursunlar" ifadesinden neyin murat edildiğini anlatmak çok zor!


Nasıl anlatacağız ki?!


"Anayasa değişiklik paketine" bir hukukçu gibi değil, belirli bir siyasi parti mensubu gibi tavır koyan "yargı mensupları" kastediliyor mu diyeceğiz?


Bu mudur yani?


İyi de, koskoca HSYK’nın değerli başkanvekiline böyle "şerhler" düşmemiz hiç yakışık alır mı?


Ayrıca...


Yeterince açık olan bir hususu açıklamaya kalkışmaktan daha "sevimsiz" ne vardır?


"Büşra" filmi vesilesiyle geçenlerde yaşamıştım bu duyguyu!


Nazlı Ilıcak’a, "Bizimkilerin hazine arazisine yaptırdığı evimize taşınacağız..." repliğinin ne kadar "fake" bir replik olduğunu anlatmak için canım çıkmıştı.


Dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz: Anlamak veya idrak etmek her meselenin başı.


Değil mi ki, neyi anlatırsanız anlatın, sizin anlattığınız, muhatabınızın anladığı kadardır; bu böyle!


İdraksizliğin dünya durdukça duracak örneklerinden birini de, Ertuğrul Beyciğim geçen gün sergiledi.


Anayasa değişiklik paketine karşı çıkanların hal-i pür melalini, "Matbaaya direnir gibi direniyorlar..." şeklinde dermeyan eden Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’a, "Matbaacı çocuğuyum..." karşılığını verdi?


Vallahi ciddiyim!


Ne demek mi istedi?


Allah sizi inandırsın ben de anlayamadım!


Söz konusu yazısında, "makul aklın kapsama alanına" girebilecek yegâne şey, merhum babasının matbaacı olduğu.


İsterseniz birlikte okuyalım: "Ben matbaacı çocuğuyum. Ailemizin rızkını matbaadan çıkardık. / Heyhat; Anayasa paketinin bazı maddelerine ciddi itirazım var. Söyleyin baba yadigârına mı ihanet ettim?.."


İtiraf ediyorum: Bu lakırdılara söyleyebilecek tek kelime bulamam!


Her yazıdan evvel o yazının içeriğine uygun fotoğraf çektirdiğimi zannederek, "Bakıyorum da yine sırıtıyorsun..." diyen Şinasi’ye bile bir şeycikler derim, ama buna diyemem!


Yahu...


Şinasi’ye, "Yaklaşık 5 yıl boyunca hep aynı şekilde ’sırıtıyorum" hâlâ anlayamadın mı, ’mevzu’ konserve..." demiştim, buna ne diyeyim?


Nehrin kenarında durmaya devam ederse maazallah üşütecek demiştim; sonunda dediğim çıktı: "Üşüttü!.."


Bunu mu diyeyim?


Gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum!


Ertuğrul Beyciğimin nasıl bir "anlama" sorununa düçâr olduğunu öğrenmek için Ahmet Hakan’ın yardımını rica ediyorum.


Mademki, Fehmi Koru’ya karşı aslanlar gibi savunuyor onu; anlatsın bize, "eleman" niye böyle?


"Matbaaya direnir gibi direniyorlar..." sözüne, "Teessüf ederim... Ben matbaacının oğluyum..." şeklinde cevap vermenin nasıl bir havsalanın ürünü olduğunu bi zahmet anlatsın.


Bu iyiliğini karşılıksız bırakmayacağıma söz veriyorum:


Dünkü yazısında "Senin gibi her şeyi doğru okuyan bir yazarın gazetesi neden okunmuyor..." şeklinde sorduğu soruya Fehmi Koru cevap vermezse, ben cevap vereceğim, söz.


Hem de onun anlayacağı basitlikte:


Yeni Şafak’la Hürriyet’i tiraj bakımından karşılaştırmanın, Semih Kaplanoğlu’nun "Bal" filmi ile "Aşk-ı Memnu" dizisini rating olarak karşılaştırmaya benzeyeceğini söyleyerek başlayacağım anlatmaya.


Lakin evvela o anlatacak:


Umre arkadaşı niye böyle?

Salih Tuna/Yeni Şafak