HABERTÜRK'ÜN MHP'YE KARŞI TAVRI YOKMUŞ!..İNTERNET SİTELERİ PSİKOLOJİSİNİ BOZMAK İÇİN UĞRAŞIYORMUŞ!..YİĞİT BULUT'TAN İNCİLER!..

Yiğit Bulut Doğan Grubu'yla bozulan ilişkileri,Ertuğrul Özkök'le çatışması, Habertürk TV'de 4. Murat gibi yasaklar koyması iddiaları için neler söyledi?

Yiğit Bulut hakkındaki şehir efsanelerini yorumladı


Son dönemin en ilgi çekici medya figürlerinden biri Yiğit Bulut. Bir yıl önceki röportajımızda 'Babam gibi severim' dediği MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli tarafından protesto edilen Ciner Grubu'nda, Habertürk televizyonunu yönetiyor ki kendisi söz konusu partinin gelecekteki genel başkanı olarak gösteriliyordu... Şimdi de onun MHP'yi protesto ettiği iddia ediliyor. Sadece bu da değil ayrıldığı Doğan Grubu'yla bozulan ilişkileri, Ertuğrul Özkök'le çatışması, hükümete yaklaşıp 'ulusalcı' kimliğinden vazgeçmesi, Genel Yayın Yönetmeni olduğu kanalda 4. Murat gibi yasaklar koyması, hatta kadın spikerlerden 'göğüs çatalınızı gösterin' isteğinde bulunması gibi hakkında sayısız iddia var. Tüm bunları sordum, kendisi de içtenlikle yanıtladı.


- 6 ayı geçti siz Habertürk televizyonunu yönetmeye başlayalı. Nasıl buluyorsunuz bu süreçteki performansınızı?
Mükemmel olmanın sonu yok. Kafamızdakiler ve daha iyiye gitme açısından daha atacağımız çok adım var. Belli bir standarda getirmek kriteriyle bakarsak kafamdaki projelerin yüzde 51'ini gerçekleştirmiş durumdayım.

- Son dönemde, ekranınızda sürekli olarak karşıt görüşleri yan yana getiriyorsunuz...
Tek tip bir görüşün değil, tam bir nötralizasyon şeklinde fikirlerin ortaya konduğu konsept için çaba gösteriyoruz. Dikkat ederseniz gazetede de bu böyle. Sentezini üzerinde taşıyan medya kuruluşu olmaz. Bugün bazı televizyon kanalları, senteziyle beraber geliyor; o zaman o adamların ne söyleyeceğini biliyorsun. Bunların izleyici potansiyelleri sınırlıdır, kısırdır; büyüyemezler.

- Gazete sayfalarında polemik yaptırmak, zıt fikirdeki kişilerin görüşlerini aynı sayfada yan yana kullanmak daha kolay gibi, canlı yayında bu tip kişileri karşı karşıya getirmek riskli değil mi? Hatta elektrik yükü nedeniyle sizin rejiden müdahale ettiğiniz, yarıda kestiğiniz yayınlar oldu. Bu risk değil mi?
Hayır, bu böyle olmalı. Böyle de devam edecek. Zaten bir natürel seleksiyon süreci de yaşadık. Bu fikre alışamayacak olanlar, geçmişten getirdiği bagajını taşıyanlar, bana göre + veya - yönde bir elektrik yükü taşıyanların hepsi ayıklandı.

TÜM KARARLARIMIN ARKASINDAYIM
- Dışarıdan bakınca o, natürel seleksiyon sürecinin biraz kanlı geçtiğini gördük. O dönem alınan anlık kararlardan memnun musunuz?
Kesinlikle. Tüm kararlarımın arkasındayım. Hiçbir zaman anlık karar almam. Sayılarla aram çok iyidir; yıllarca sayıların efendisi diye program yaptık. Bu sıfatı da ben vermedim kendime. Her şeyi matematik olarak görürüm; sübjektif hiçbir şey yoktur. İşimde duygu yoktur; benim adamım yoktur, benim sevdiğim insan yoktur... Benim için sadece işini iyi yapan, bilen adam vardır. Zaten kalan arkadaşlarımın Türkiye'deki medya grupları içinde en iyiler olduğunu düşünüyorum.

- Ekrandaki kişilerin bir ön fikir sahibi olmadan her türlü görüşe kulvar açabilecek sorular sormasını istiyorsunuz ama bu durum o kişiyi tedirgin etmez mi?
Ekrandaki kişi bu analizi anlık yapıp bunun kararını verebilecek kadar profesyonel olmalı. Arkadaşlarımız o noktaya gelmeye başladı. Gördüğünüz o çok parlak insanların hepsi, başka haber kanallarında, oradaki genel yayın yönetmenleri tarafından şans verilmeyen insanlar.

HABERİ BİLMİYORSA CLAUDIA SCHIFFER OLSA EKRANA ÇIKAMAZ
- Gidenler arkanızdan kötü şeyler de söyledi... Bunların içinde en ağır olanı, sizin kadın spikerlere 'Göğüs çatalınız görünecek kıyafetler giyin' talimatı verdiğiniz iddiası ki siz buna yanıt vermediniz. Özellikle mi sessiz kaldınız?
Biz güldük geçtik ona... Öyle olmadığını buradaki herkes biliyor. Benim için kadın veya erkek yoktur, sadece işini bilen adam vardır. İşini iyi yapamayan adamlar bu tip polemiklere girişir. Bazı internet sitelerinde, bazı yorumlar çıkıyor çok gülüyorum onlara... Türkiye'de bununla ilgili yargı süreci çok geç işlediği için yayınlarına da devam ediyorlar. Onları hiç takmıyorum, istedikleri kadar yazabilirler. Hiç umurumda değil, hiç kimseyi takmam. O arkadaşlar boşuna yoruluyor. Psikolojik harekatla Yiğit Bulut'un psikolojisini bozarız diye düşünmesinler mümkün değil, bunlar bana işlemez.

- Spikerlerin etek boyu gazetelere de konu oluyor. Sonuçta sunucuların kıyafeti önemli...
Etekler zaten görünmüyor ki. Masanın arkasında kalıyor. Bizim bu konuyla ilgili danışmanımız var; Gülay Kamaz hazırlıyor giysileri. Bazı şeyleri çok açık söylemek istemiyorum ama... Türk medyasında etek boyuyla bir yere gelmeye çalışanlar, bu tip yalanları uyduruyor. Burada hiç kimse eteğinin boyuyla bir yere gelemez. Etek boyuyla yol almaya çalışanlar, etek boyu muhabbeti yapar. Haber spikeri sabah gelip gazeteleri okumuyorsa, okuduğu haberi bilmiyorsa, isterse Claudia Schiffer olsun, ekrana çıkamaz! Gazete okumayan spiker olmaz; ama ben bunları da gördüm...

İŞLEYİŞİ BİLMEZSENİZ ALTTAKİLER SİZİ PARMAĞINDA OYNATIR
- Hem programlarınız var hem de çok önemli gelişmeler olduğunda ekrana çıkıyorsunuz, bu işinizi zorlaştırmıyor mu?
Performans olarak tabii biraz zor. Haftada üç tane uzun süren gece programı yapıyorum, biri Bloomberg HT'de. Zorluk aslında mutluluk veriyor. Hava kuvvetleri komutanı, o filodaki en iyi savaş pilotu olmalıdır. Bir televizyonun genel yayın yönetmeni, o televizyonda yapılacak bütün işleri en iyi yapacak adamdır; eğer yapamıyorsa o koltukta oturmayacak. Televizyonlarda da gazetelerde de öyle yayın yönetmenleri var ki köşe yazısı yazamaz, hiçbir şey üretemez, bir kere ekrana çıkmamıştır... Gece 2'de 3'te telefon ederim buraya. Artık hakkımda şehir efsaneleri türedi. Bence bir adam, 24 saat işine odaklı olmalıdır. Televizyonda geçen alt yazıdaki bir harf hatasını bile genel yayın yönetmeni görmeli ve nereden müdahale edeceğini de bilmelidir.

- Peki ama sizin güvendiğiniz birileri yok mu?
Var ama bir geminin kaptanı makine dairesinde ne olduğunu bilmezse sadece dümen çevirerek hiçbir yere gidemez. Aşağıdakiler sizi parmağında oynatır. Genel yayın yönetmeni hem entelektüel, hem teknik bilgi hem de algılama açıklığı açısından yanında çalıştırdığı bütün insanları kapsayacak kapasitede olmalıdır.

- Başbakan'ın medyadan şikayet etmesine alışmıştık ama geçtiğimiz günlerde Devlet Bahçeli sizin grubunuzun da içinde olduğu bir medya patronları listesini protesto etti. Buna istinaden MHP haberlerine ambargo uyguluyor musunuz?
Kesinlikle bir ambargo yok, bu da uyduruluyor. Aslında eğer MHP bizi öyle görüyorsa bizim de öyle olmamız gerekir ama biz bunu yapmıyoruz. Geçmişe dönük arşivleri tarayın, Oktay Vural'ın, Mehmet Şandır'ın birden çok kez yayına çıkmadığı bir hafta bulun, gelin, ben özür dileyeceğim.

MEDYA PROTESTOSU DEVLET BAHÇELİ'YE YAKIŞMADI
- Neden böyle bir açıklama yapıldı peki?
Anlamadım... Liderler saman balyaları üzerindeki insanlar gibi, aşağıdaki ateş kendilerine ulaşmadığı sürece ne olduğunu çok anlamaz. Biri gelir, onları etkiler, bir açıklama yaptırır ve bu sonra onları değil, lideri bağlar. Devlet Bahçeli, çok sevdiğim, çok objektif olduğunu düşündüğüm bir insan. Böyle bir açıklama yapmasına çok üzüldüm. Geçmişten tanıdığım biri. İnsan olarak bir teşriki mesaim var, bırakın parti liderliğini. Sübjektif bir yargılama yaptı. Turgay Ciner'i tanımıyor; tanımadığı biri hakkında yorum yapması talihsiz bir açıklamaydı, Devlet Bahçeli'ye yakışmadı. Başkası deseydi bu kadar üzülmezdim ama Devlet Bahçeli olduğu için üzüldüm.

- Siz onun için 'babam gibidir demiştiniz' arayıp konuştunuz mu?
Devlet Bey'le konuşmadım ama Mehmet Şandır'la, Cihan Paçacı ve partinin diğer ileri gelenleriyle konuştum. Sonuçta onlar da üzgündü yapılan açıklamadan. Bugün aynı noktada olduklarına inanmıyorum. Bazen insanlar çok acele açıklamalar yapıp sonrasında üzülebilirler, Devlet Bey'in o açıklamasından üzüldüğünü düşünüyorum.

- Peki, sizin dışınızda isimler sayıldı, yandaşlık tanımı içine giren o isimleri nasıl konumlandırıyorsunuz?
AK Parti iktidara geldikten sonra belli bir şekilde medya sahibi olmuş kişileri yandaş diye tanımlıyorlar; ki bunların bazıları kendi imkanlarıyla medya sahibi olurken bir kısmı da gerçekten hükümete yakınlığıyla medya sahibi olmuştur. Bu jargonlara karşıyım ama kamuoyunda böyle bir algı var. Hükümetin kendi medya imkanlarını yaratması da gerekiyordu, bu çok açık. Doğan Grubu, Türkiye'yi öyle bir eğip büküyordu ki, hükümet kendi medyasını yaratmasa yargısız infazlara karşı durma imkanı yoktu.

- Yani, 'yandaş medya' mecburiyetten mi doğdu?
Kesinlikle. Koalisyon hükümetleri varken medya çok güçlüydü ve medya çok güçlüyken bu tip infazlar devam ediyordu. Ama tek parti iktidara geldiğinde medyanın aslında o kadar büyük bir güç olmadığı ortaya çıktı.


En tehlikeli adamlar devşirmelerdir
- Ergenekon'dan alınma endişesi taşıyıp yatla kaçma planı yapmışsınız, doğru mu?
(Gülüyor) O dönemde her sabah televizyona çıkıyorum, yerim belli, yurdum belli. Bunları yazanlar devşirme. Bana göre en tehlikeli adam devşirilip seccadeden kalkıp elinde şarap kadehiyle yeni sahiplerinin kucağında bunları yazanlardır. Ciddiye bile almaya değmez.

- Eskiden yazdığınız Ergenekon yazılarıyla bugün yazdıklarınızı ve konuştuklarınızı kıyaslar mısınız?
Geçmiş yazılarım içinde şu anki durumumdan farklı bir yazı bulun çıkıp özür dileyeyim. Benim zaten Ergenekon dediğim, Türkiye'deki yerleşik düzen. İçerideki Mustafa Balbay benim için Ergenekon değil, yargılama sürdüğü için daha fazla konuşamıyorum. Benim için Ergenekon, finansal Ergenekon'dur. Çok doğru tanımlarla yola çıktılar ama sonra işi sulandırdılar, o kadar sulandırdılar ki normal rayına çekemiyorlar. Ergenekon uluslararası bir çetedir. Türkiye'de uzantıları vardır. Türkiye'de neden 4,5 milyar dolarlık Alman denizaltısı sipariş edilir?


Yiğit Bulut mu, 4. Murat mı?
- Hakkınızdaki şehir efsanelerine gelirsek, binayı gezip, baskınlar yapıyormuşsunuz...
(Gülüyor) Onların hepsi uydurma. Fiziki bir baskına gerek yok. Siz kriterleri tanımlarsınız, uyanlar uyar, uyamayanlar natürel seleksiyona uğrar.

- Geçtiğimiz hafta haber merkezindeki iki muhabiri güneydoğu illerine sürgün ettiğiniz yazıldı... Hatta 4. Murat'a benzetildiniz.
Hiç öyle bir şey yok, bunlar hep aynı internet sitesinden çıkıyor. Birini çıkarmak istesem, açıkça yazarım, bahaneye gerek yok.

- Çalışma arkadaşlarınızla diyalogunuz nasıl, neden bu kadar dedikodu üretiliyor hakkınızda?
Bu kıskançlıktan çıkıyor. Son aylarda reyting listelerinde rakiplerimizle aramızdaki fark 0,40'a kadar açıldı. İzlenme oranı yüzde 1'lerde olan rakip kanallar için bu yüzde 40'lık bir fark.

- Hakkınızdaki efsanelerden sonuncusunu da sorayım. Doğan Grubu'nda çalışmaya devam eden eşinizle boşandığınız da iddia edildi...
(Gülüyor) Belki boşanıyoruzdur, belki boşanmıyoruzdur... Belki de boşanmışımdır! Hiçbir zaman işle özel hayatı birbirine karıştırmadım. Bu konularda hiçbir şey söylemeyeceğim. Yazmaya devam etsinler.


Medyanın yüzde 65'i tek elden yönetiliyordu
- Doğan Grubu'ndan ayrılma sebebiniz Ertuğrul Özkök'le yaşadığınız sürtüşmeydi...
Evet, sübjektivite olduğunda her zaman kavga çıkarırım. Bir medya grubu yüzde 65'i kontrol ediyorsa ve editöryal çıkarımlar da tek elden yapılıyorsa o ülkede yargı bağımsızlığından söz edilemez. Bir adam için bu kötüdür dediğinizde, 10 gazete birden 'kötüdür' diye yazıyordu. Bir adamın kafasından çıkmış görüşlerin arkasından gitmem. Her zaman doğruların arkasından giderim. Dolayısıyla hiçbir zaman o adamla anlaşamadım. Ne olduğunu da gördünüz, görevine veda etmek zorunda kaldı. Grubun sahibi bu durumu daha fazla devam ettiremeyeceğini gördü ve bir operasyon yaptı ve Enis Berberoğlu'nu getirmek zorunda kaldı.

- Siz bir yazınızda henüz bir operasyon olmadan Berberoğlu ismini önermiştiniz...
O yazıda 3 madde vardı. 1- Sedat Ergin'i görevden alın. 2-Ertuğrul Özkök'ü görevden alın yerine Enis Berberoğlu'ni getirin. 3-Eyüp Can'ı Hürriyet'ten uzaklaştırın. Üçünü de yaptılar.

- O mektubu gazetede yayınlamak yerine, akraba olduğunuz Aydın Doğan'a doğrudan söyleyemez miydiniz?
Aile ilişkim de abartılıyor. Eşimin uzaktan akrabası.

- Teyzesinin eşi...
Benim bir akrabalığım ve yakınlığım yok. Bu her zaman abartıldı. Böyle bir akraba yakınlığı da yok aramızda. Bunları söyleyip devam etmek de mümkündü ama ben çok kısa vadede sübjektivitenin objektiviteye döneceğinden umudumu kaybetmiştim. Hakkın yerine geleceğinden umudum yoktu, dolayısıyla orada çalışmak istemedim. Bu bir tercihti. Bu mektubu ben yazdım da çok ciddiye aldılar da onun için yaptılar diye bir şey yok. Zaten aklın yolu birdi. Elinizde çok büyük bir marka var ve bir insan o markayı kirletiyor, buna daha fazla müsaade edemezsiniz; bu halka açık bir şirket.

- Peki, ama Özkök'ün görev yaptığı süreçte markanın o büyüklüğe gelmesinde payı yok mu?
Kesinlikle yok. Top şişerken topun üzerindeki benekler de büyür. Türkiye büyürken o markanın o noktaya gelmesi gayet doğaldı. Tam tersi, 20 yıl objektif kriterlerle yönetilseydi, Türkiye'nin büyümesini baz alırsanız bugün olduğu noktanın iki katı büyüklüğünde olması gerekirdi. Belki bundan sonra belli bir noktaya ilerleyebilir. Tabii, grubun vergiyle ilgili devam eden bir süreci var. Devlet alacaklarını tahsil ettikten sonra nasıl bir yapı ortaya çıkar bilemiyorum...

MEDYA HADDİNİ BİLMEZSE
- Sizin bir yazınızda şöyle bir cümle vardı: 'Özkök'ün bu tavrı devam ederse, sizin de sonunuz kaçınılmaz olarak Maliye olur.' Çok uğraşırsanız siyasetle siyasetçiler de sizinle başka yollarla mücadele eder demek mi bu?
Türkiye'de medya-siyaset ilişkisine bakışınızı anlamak için soruyorum.
O yazının başını hatırlayalım: Bir hayal kuruyor kendisi, Hürriyet Cumhuriyeti'ni temsilen Başbakan'la görüşmeye gidiyor. Sanki iki farklı ülkenin başkanları gibi... Ben de bunun üzerine o yazıyı yazdım. Medya eğer haddini bilmezse -bu herkes için geçerli, bizim için de başkaları için de- seçilmiş hükümeti hükümet olarak tanımazsa, devlet otoritesini yok sayarsa devlet ona haddini bildirir. Bugüne kadar medyaya haddinin bildirilememesinin sebebi Türkiye'nin her zaman koalisyon hükümetlerince yönetilmesi ve Türkiye'de medyanın yüzde 65'inin bir adam tarafından kontrol edilmiş olması. Siz medyanın yüzde 65'ini temsil ediyorsanız, hükümetlerde iki-üç partili koalisyonlar olursa yüzde 65'lik medya gücüyle o koalisyonları istediğiniz gibi manipüle ediyordunuz ama ne zaman bir tek parti iktidarı ortaya çıktı ve bu tek parti devleti kontrol edebildi, o zaman devlet gücünün ne olduğunu gösterdi. Medya devlet yönetiminin ortağı değildir. Medya bakan atamaz, medya başbakana, cumhurbaşkanına posta koyamaz. Bugüne kadar büyük medya her zaman siyasi çarkların içinde kendi işlerini yapmaya çalıştı. Hükümet kurmak için yapılan toplantıları örneğin Almanya'daki matbaa toplantısını hatırlayın. Devlet Bahçeli, Almanya'daki o toplantıya çağrılmadığı için erken seçime gitti. Medya ve siyaset etle tırnak gibi olmuştu, şimdi de çok sert bir şekilde ters tepti.

- Siyasi yazılar yazanlar beğenmediklerini yazamayacaklar mı?
Yazabilirsiniz ama TBMM içinde kulis yapamazsınız. Siyasi parti başkanlarıyla evinizde yemek yiyemezsiniz. 'Bunu bakan yapalım, siz ikiniz birleşin, şununla koalisyon yapın' diyemezsiniz, Anayasa Mahkemesi'nden karar çıksın diye gidip Yargıtay'da kulis yapamazsınız. Türkiye'de bunlar yaşandı. Bir yayın yönetmenine ihale peşinde koşmak yakışır mı?

50 YIL ONLAR YEDİ, BİR 15 YIL DA BUNLAR YESİN NE OLACAK?
- Bugünkü siyasetçiler de yandaş medya mensuplarıyla ev yemeklerinde buluşabiliyor ya da patronların yatında tatil yapabiliyor...
Tabii ki bunun adı normalleşme. 50 yıl onlar yedi, bir 15 yıl da bunlar yesin ne olacak? Sonuçta bir denge ortaya çıkıyor, yin yang. Bir süre sonra ne şeriat, ne laiklik konuşulacak. Türkiye bu dönemi sorunsuz atlatırsa tamamen normalleşme başlayacak. Bu bir demokrasi eşiğidir. Ordu geride durarak, sesini çıkarmayarak en doğrusunu yapıyor. Sivil inisiyatif bu eşiği atlamak zorundadır. Tayyip Erdoğan, yerleşik düzenle şimdiye dek savaştı, son noktaya geldi, ya çarpışacak ya da yok olacak. Burada geri adım atarsa, bu yerleşik düzen onu da öğütecek.

- Bu süreçte kırılıp dökülenler sizi korkutmuyor mu? Örneğin yargıda yaşananlar...
Hiçbir şey tehlikede değil bence. Geçmişte başka bir dengesizlik vardı şimdi yeni bir dengesizlikle dengeye geleceğiz.

- AK Parti hükümeti bu denge arayışının sonucu mu?
Hayır; 28 Şubat'ın, 2001 ekonomik krizinin, 1960 ve 1980 darbesinin, itilmiş-kakılmış üreten bütün süreçlerin sonucudur. Eğer siz ötekileştirirseniz, eşinin başı bağlı, Kasımpaşa'da bilet satarken belediye başkanı olmuş biri gelir, başbakan koltuğuna oturur. Bu bir süreçtir, bunun önüne kimse geçemez. Bu bir süre sonra normale dönecek. Çünkü o insanlar öteki değil artık. Alışveriş merkezlerinde görüyorsunuz, sermaye sahibi olmaya başladılar...

- Siz de yayın yönetmeni oldunuz. Ciner Grubu'nun nükleer ihalesini alması için yayın yaptığınız iddia ediliyor.
(Gülüyor) Çok komikler, eğer Turgay Ciner'in ihaleyi tamamlamak için Yiğit Bulut'a ihtiyacı varsa, bu başlı başına komik bir durum. Buraya geldiğimden beri, bu şirketin enerji işleriyle ilgili bir tane kömür parçası bile görmedim. Bırakın nükleeri. Burası tamamen ayrıştırılmış durumda. Hatta Greenpeace anti-nükleer eylem yaptı ilk biz verdik haberi.


Başkalarının yaptığı hatayı ben de yaptım
- Öncesinde 'ulusalcı' olarak tanımlanırken şimdi hükümeti destekleyen bir çizginiz var.
O zaman da ulusalcı etiketine karşı çıktım. Ben ulusalcı değil, Türk milliyetçisiyim. Türkiye Cumhuriyeti'nin menfaatlerinin her zaman korunmasından yanayım. Milli sermayenin gelişmesi ve Türkiye'nin büyümesi yönündeki fikirlerimi her zaman saklı tutuyorum. Bendeki değişim şu: Ben de sübjektif bir insandım. Karşı görüşe fazla imkan tanımayan, kendi bildiği yolda konuşmayı, yazmayı seçen biriydim. Ama gördüm ki Türkiye'yi germenin kimseye bir yararı yok. Sonuçta bir parti lideri değilim ki bir köşe yazarıyım, televizyoncuyum. Türkiye'de medya mensupları siyasi parti lideri gibi davranıyor. Başkalarının yaptığı bu hatayı ben de yaptım. Ama şimdi öyle bir lüksüm yok.

- Hükümetle barıştınız mı?
Hükümetle hiç küsmedim ki barışayım ya da hiç barışmadım ki küseyim. Faiz yüzde 80'di. Dolar 1,70-1,15 arasını bir haftada geçiyordu. Dolayısıyla sıcak para inanılmaz rantlar sağlıyordu. Bugün faiz 8,80; dolar 6 aydır kıpırdamıyor. Faiz yine yüzde 30 olsun, yine 'sıcak paraya Türkiye'nin kanını emdiriyorsunuz' diye yazı yazarım. İnsanlar değişimi görmüyor.

- 'Beyaz Türk' müsünüz?
Değilim. Ailem son derece mütevazı. Edirne'nin Keşan ilçesinde avukatlık yapmış bir babam var, Adalet Partisi'nden 1977 Ara Seçimleri'nde milletvekili oldu. Annem öğretmen. 'Beyaz Türk' falan değilim, bunlar hikaye.

- Bir dönem 'beyaz Türk'lerleydiniz ama içinde bulunduğunuz ortama uyum sağlayamadınız ve özünüze döndünüz, öyle mi?
Evet. Bakın; Tayyip Erdoğan'ın siyasetle ilgili fikirlerinin yüzde 70'ine katılmıyorum. Özellikle bazı kavramlarla ilgili mesela Laiklik kavramının tartışmasında fikirlerinin yüzde 100'üne katılmıyorum. Ama Kasımpaşa'da bilet satarken bugün Başbakan olmuş! Birinin çocuğu olduğu için başbakan olmuş değil.

- Peki, 'kayıkçının oğlu'nun, oğlunun gemi sahibi olmasını eleştirmeyecek misiniz, bunu takdir ederken.
Tabii ki bu da eleştirilecek, 'kayıkçının oğlu'nun oğlu, gemi almışsa nasıl aldığının hesabını gelsin versin. Bunları yazıyorum zaten. Ofer, Galataport'u aldığı zaman, hızlı tren ihalesi Alarko'ya verildikten sonra en ağır yazıları ben yazdım.

- İşte tam da bu nedenle sizi bugün bulunduğunuz noktada eleştiriyorlar...
İnsanların karıştırdığı şu: Tayyip Erdoğan, Ordu'ya karşı sistem savaşı vermiyor. Yerleşik düzene karşı veriyor. Yerleşik düzen, Türkiye'nin yıllık 50 milyar dolar kaynağını emiyor ve bunlar sadece 5 bin kişi. Bunlar başbakan seçiyor, bunlar bakan seçiyor. Şimdi halkın içinden insanlar çıkıyor. Sürekli insanları itip kakarsanız, hep ötekiler derseniz, o ötekiler organize olur, AK Parti olur. Benim için önemli olan Erdoğan'ın duruşu. Tayyip Erdoğan Türkiye'deki yerleşik düzene; İsrail'in ve ABD'nin Türkiye'deki politikalarına teslim olursa; IMF ve Dünya Bankası'na teslim olursa T'si kalmaz. Türkiye'deki yerleşik düzen sadece Türklerden oluşmuyor. İngiltere'de de, ABD'de de ayağı var. Türkiye'de bütün düzenlemeler yapıldı bir tek hazine bonolarında yapılamadı. Erdoğan bile yapamadı; açıkça sesleniyorum: Gücü yetiyorsa yapsın. Hazine bonolarında isme takas yoktur.

- Bu ne demek?
Hazine bonosunu kime sattığını bilmez devlet çünkü Türkiye'deki hazine bonolarının yüzde 82'si yabancı bankaların elinde. Türk halkı çalışır, çalışır, yüzde 82'si o yerleşik düzene gider.


Gülay Altan/AKŞAM