Habertürk yazarından Berat Albayrak için şok sözler! "Sadrazamın kellesi de böyle gitti!"
Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın devletin sahibi olduğu makam otomobillerinde tasarrufa gidilmesi talimatını değerlendirdi.
Habertürk yazarı Murat Bardakçı , Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın devlete ait makam otomobillerinde tasarrufa gidilmesi talimatını köşesinde değerlendirdi. Talimata göre, lüks marka araçların yerini nisbeten ucuz ve daha ekonomik modeller alacak. Bardakçı, "Devlet büyüklerinin güvenliklerinin gereği pahalı ve her türlü konfor ile emniyet tedbirine sahip otomobillere binmelerine karşı çıkmaya kimsenin hakkı yoktur ama daha alt seviyedeki görevlilerin lüks otomobil sevdaları eski derttir ve bitmeyen bir masraf kapısıdır" dedi.
Tarihçi yazar Bardakçı, "Araba saltanatı" başlığıyla yayımlanan yazısında "Bu israfa son vermenin çaresi 'Bir yerin şerefi, orada bulunan kişiden gelir' sözünün benimsenmesidir" diyerek şu noktalara dikkati çekti:
"Devlet büyüklerine tahsis edilen arabalar meselesi bizim hayli eski, hattâ neredeyse iki asırlık derdimizdir! Tasarruf etmeye karar verildiğinde ilk akla gelen arabalar olmuş, otomobilin icadından önceki devirlerde kullanılan atlı arabalar için de aynı tedbirlerin uygulanmasına çalışılmış, hattâ arabaların yanısıra en az on kürekçinin çektiği saltanat kayıklarının bile kullanılmamasına karar verilmiş ama pek bir netice elde edilmemiştir!
"Köstebek kılıklı herif, katır"
Cevdet Paşa, Sultan Abdülmecid zamanında düşünülen benzer bir tasarruf tedbirini tatlı tatlı hikâye eder:
Devletin, özellikle de sarayın gittikçe artan masraflarından illâllah diyen Sultan Abdülmecid, 1858’in 27 Ağustos’unda bütün damadlarını ve kızlarının para işlerine bakan kethüdalarını zamanın hükümet merkezi olan Bâbıâlî’ye toplar, etrafa bu kadar borç yapılmasının hesabını sorar, herkesten başka bir cevap gelince de çileden çıkıp huzurunda elpençe bekleyenlere “köstebek kılıklı herif”, “katır”, “namussuz”, “hain kerata” diye bağırır ve “Akıllarınızı başınıza toplayın. Artık aşırıp taşırdınız, Vallahi hepinizi dövdürürüm” der.
Sonra, saray kadınlarına birkaç atın çektiği arabalarla dolaşmamalarını, büyük kayıkların kullanılmamasını emreder; saraya mal getiren tüccarlardan alışveriş edilmesini de yasaklar ve bir tasarruf fermanı çıkartır: Damadlar ile kethüdalar işlerinden kovulacak, borçlanarak alınan mallar iade edilecek, kayıklar kayıkhaneye çekilecek, arabalar da birbirlerine zincirlenecek ve kullanılmayacaklardır!
Ama bütün bu yasaklar sadece birkaç gün sürer ve huzursuzluğun artması üzerine Abdülmecid tedbirlerin uygulanıp uygulanmadığını takibi bırakır ve herşey eski hâline döner!
Cevdet Paşa’nın hikâye ettiği neticesiz kalan tasarruf tedbirleri daha önceleri de hayata geçirilmişti. Meselâ meşhur Kemal Derviş’in büyük büyük büyük dedelerinden olan ve Birinci Abdülhamid’in 1782’de sadrazamlığa getirdiği Halil Hâmid Paşa da vazifesine tasarruf tedbirleri almakla başlamıştı. İsrafı önlemeye çalışmış, tamamen bozulmuş olan sistemi düzeltebilmek için askerî ve teknik alanlarda uzun dönemli yatırımlar plânlamış, başta pahalı kumaşlar olmak üzere lüks mal ithalini yasaklamış ve araba sayısını azaltmıştı.
Ama almaya çalıştığı tedbirleri devam ettiremedi, zira sadece iki sene sadrazamlık ettikten sonra kellesinden oldu!
Makama yakışmıyormuş!
Araba, bizde eskiden beri bir statü ölçüsüdür!
Devlet büyüklerinin güvenliklerinin gereği pahalı ve her türlü konfor ile emniyet tedbirine sahip otomobillere binmelerine karşı çıkmaya kimsenin hakkı yoktur ama daha alt seviyedeki görevlilerin lüks otomobil sevdaları eski derttir ve bitmeyen bir masraf kapısıdır.
Lüks otomobile öyle düşkünlüğü bulunmayan, hattâ hakkı olduğu arabayı almayıp daha düşük model otomobil kullanan yüksek bürokrat bir dostum anlattı:
“Yeni model otomobil merakının devlette hangi seviyeye geldiğini tahmin edemezsin. Makam sahibi lüks arabaya meraklı olmasa ve eski modellerden birini kullanmaya devam ettiği takdirde bile etrafını saranlar hemen ‘Bu araba bu makama yakışmıyor beyefendi! Mevkiinize uygun yeni modelini talep etmeniz lâzım!’ demeye başlıyorlar. Bürokratlardan bazıları bunlara aldırmıyor, ‘Bana kâfi geliyor, masrafa ne gerek var?’ diyor ama bir kısmı maalesef böyle değil! Hemen bir üst modeli sipariş ediyorlar. Ama daha fenası, otomobil işinin personel arasında bile yarış haline gelmiş olması. ‘Benim patronun arabası seninkinin iki model yenisi’ diye hava atan kaç şöför gördüm!”.
Etrafını saranların söylediklerini ciddiye alıp makam otomobilinin üst modelini sipariş eden bürokratın peder-i muhteremi hayatı boyunca sanki saltanat arabasından yahut saltanat kayığından başka birşey kullanmamış olacak!
Bu israfa son vermenin çaresi öyle tasarruf tedbirleri, sınırlamalar yahut yasaklamalar falan değil, “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn”, yani “Bir yerin şerefi, orada bulunan kişiden gelir” sözünün benimsenmesidir."
Tarihçi yazar Bardakçı, "Araba saltanatı" başlığıyla yayımlanan yazısında "Bu israfa son vermenin çaresi 'Bir yerin şerefi, orada bulunan kişiden gelir' sözünün benimsenmesidir" diyerek şu noktalara dikkati çekti:
"Devlet büyüklerine tahsis edilen arabalar meselesi bizim hayli eski, hattâ neredeyse iki asırlık derdimizdir! Tasarruf etmeye karar verildiğinde ilk akla gelen arabalar olmuş, otomobilin icadından önceki devirlerde kullanılan atlı arabalar için de aynı tedbirlerin uygulanmasına çalışılmış, hattâ arabaların yanısıra en az on kürekçinin çektiği saltanat kayıklarının bile kullanılmamasına karar verilmiş ama pek bir netice elde edilmemiştir!
"Köstebek kılıklı herif, katır"
Cevdet Paşa, Sultan Abdülmecid zamanında düşünülen benzer bir tasarruf tedbirini tatlı tatlı hikâye eder:
Devletin, özellikle de sarayın gittikçe artan masraflarından illâllah diyen Sultan Abdülmecid, 1858’in 27 Ağustos’unda bütün damadlarını ve kızlarının para işlerine bakan kethüdalarını zamanın hükümet merkezi olan Bâbıâlî’ye toplar, etrafa bu kadar borç yapılmasının hesabını sorar, herkesten başka bir cevap gelince de çileden çıkıp huzurunda elpençe bekleyenlere “köstebek kılıklı herif”, “katır”, “namussuz”, “hain kerata” diye bağırır ve “Akıllarınızı başınıza toplayın. Artık aşırıp taşırdınız, Vallahi hepinizi dövdürürüm” der.
Sonra, saray kadınlarına birkaç atın çektiği arabalarla dolaşmamalarını, büyük kayıkların kullanılmamasını emreder; saraya mal getiren tüccarlardan alışveriş edilmesini de yasaklar ve bir tasarruf fermanı çıkartır: Damadlar ile kethüdalar işlerinden kovulacak, borçlanarak alınan mallar iade edilecek, kayıklar kayıkhaneye çekilecek, arabalar da birbirlerine zincirlenecek ve kullanılmayacaklardır!
Ama bütün bu yasaklar sadece birkaç gün sürer ve huzursuzluğun artması üzerine Abdülmecid tedbirlerin uygulanıp uygulanmadığını takibi bırakır ve herşey eski hâline döner!
Cevdet Paşa’nın hikâye ettiği neticesiz kalan tasarruf tedbirleri daha önceleri de hayata geçirilmişti. Meselâ meşhur Kemal Derviş’in büyük büyük büyük dedelerinden olan ve Birinci Abdülhamid’in 1782’de sadrazamlığa getirdiği Halil Hâmid Paşa da vazifesine tasarruf tedbirleri almakla başlamıştı. İsrafı önlemeye çalışmış, tamamen bozulmuş olan sistemi düzeltebilmek için askerî ve teknik alanlarda uzun dönemli yatırımlar plânlamış, başta pahalı kumaşlar olmak üzere lüks mal ithalini yasaklamış ve araba sayısını azaltmıştı.
Ama almaya çalıştığı tedbirleri devam ettiremedi, zira sadece iki sene sadrazamlık ettikten sonra kellesinden oldu!
Makama yakışmıyormuş!
Araba, bizde eskiden beri bir statü ölçüsüdür!
Devlet büyüklerinin güvenliklerinin gereği pahalı ve her türlü konfor ile emniyet tedbirine sahip otomobillere binmelerine karşı çıkmaya kimsenin hakkı yoktur ama daha alt seviyedeki görevlilerin lüks otomobil sevdaları eski derttir ve bitmeyen bir masraf kapısıdır.
Lüks otomobile öyle düşkünlüğü bulunmayan, hattâ hakkı olduğu arabayı almayıp daha düşük model otomobil kullanan yüksek bürokrat bir dostum anlattı:
“Yeni model otomobil merakının devlette hangi seviyeye geldiğini tahmin edemezsin. Makam sahibi lüks arabaya meraklı olmasa ve eski modellerden birini kullanmaya devam ettiği takdirde bile etrafını saranlar hemen ‘Bu araba bu makama yakışmıyor beyefendi! Mevkiinize uygun yeni modelini talep etmeniz lâzım!’ demeye başlıyorlar. Bürokratlardan bazıları bunlara aldırmıyor, ‘Bana kâfi geliyor, masrafa ne gerek var?’ diyor ama bir kısmı maalesef böyle değil! Hemen bir üst modeli sipariş ediyorlar. Ama daha fenası, otomobil işinin personel arasında bile yarış haline gelmiş olması. ‘Benim patronun arabası seninkinin iki model yenisi’ diye hava atan kaç şöför gördüm!”.
Etrafını saranların söylediklerini ciddiye alıp makam otomobilinin üst modelini sipariş eden bürokratın peder-i muhteremi hayatı boyunca sanki saltanat arabasından yahut saltanat kayığından başka birşey kullanmamış olacak!
Bu israfa son vermenin çaresi öyle tasarruf tedbirleri, sınırlamalar yahut yasaklamalar falan değil, “Şerefü’l-mekân bi’l-mekîn”, yani “Bir yerin şerefi, orada bulunan kişiden gelir” sözünün benimsenmesidir."