HABERTÜRK, "O FOTOĞRAF"I YAYINLAMAMALIYDI!

Gazete Habertürk'ün sırtından bıçaklanmış kadın fotoğrafı ile başlayan tartışmaya Milliyet yazarı Derya Sazak da katıldı.

O fotoğraf

Habertürk gazetesi, sırtından bıçaklanmış kadın fotoğrafını olanca çıplaklığıyla bastı. Kadın ölmüştü.
Gazetenin yayın yönetmeni sürmanşetten yayımladığı fotoğrafla kadına yönelik şiddet konusunda toplumu, karar vericileri harekete geçirmeyi amaçladığını söyleyerek “o fotoğraf”ı savundu. Fatih Altaylı, yazı işlerinin karşı çıkmasına rağmen bu kararı “cesaretle” almıştı! Cinayetleri önlemek adına sergilediği tutum nedeniyle gazetesi de Altaylı da bir haftadır gündemde; daha çok eleştiri ağırlıklı bir “tartışma” sürüyor. Ve Milliyet’in dünkü manşetindeki gibi kocası tarafından öldürülen kadınların yazgısını ne denli “şoke edici” olursa olsun öyle tek bir fotoğrafla değiştirebilmenin zorluklarını görebiliyoruz. Balıkesirli Figen Köçer’in yaşamı da sokak ortasında bıçaklanarak son buldu. Medyanın sorumluluğu, kadın örgütlerinin bu konuda verdikleri mücadeleye arka çıkmak,
Türkiye açısından “ilerleme” raporlarına geçecek bir insan hakları sorunu haline gelen kadına yönelik şiddeti gündemden düşürmemek olmalı.
Ancak kurbanlar üzerinden “gündem yaratırken” mağdur haklarını, medyanın “suçlar ve anti-sosyal davranışlar” konusundaki sorumluluğunu, çocukları,aileyi koruma duyarlılığını gözardı
etmemek gerekiyor.
Bu tür cinayetlerdeki “psikolojik bozukluklar” dikkate alındığında “o fotoğraf”ı yayımlamakla caydırıcılık sağlamış olmuyoruz. Olayı sıradanlaştırıyor ve benzer cinayetleri akla düşürüyoruz!
Kaldı ki cinayet, terör, intihar saldırısı gibi haberlerde olayın dehşetini verebilmek için daha fazla ceset göstermek gerekmiyor. Medyadaki bu “cesetseverlik” hali sansasyon gazeteciliğinin tarihinde kaldı. 11 Eylül saldırıları onca dehşete karşın bu açıdan “milat” oldu. Tek bir kare kanlı görüntü yayımlanmadı.
Gazetecilik etiği, böylesine sorumluluklar yüklüyor medyaya.
Kadına yönelik şiddet haberlerinde ise “koruma” adına, çıplak bedenlerin sergilenmesi sadece mağdurların değil, kolektif olarak kadın kimliğinin ve geride kalan aile bireylerinin kişilik haklarının çiğnenmesi anlamına geliyor.
Ve artık böylesine “ilkel” yaklaşımlar, Batı Avrupa ve ABD medyasında asla kabul görmüyor. Gazetecilerin imzaladıkları “yükümlülükler” bildirgesinde “bağlayıcı” olarak yer alıyor.
İsviçre Basın Konseyi’nin “kurbanın korunması” ilkesine yakın örnekler
bizde de var:
“Gazeteci, dramatik veya şiddet içeren olaylara gönderme yaparken kamunun haber alma hakkıyla kurbanın ve olaya dahil olanların çıkarlarını karıştırmamalıdır. Gazeteci, olayın sansasyonel bir habere dönüşmemesini, dolayısıyla kişinin bir nesneye indirgenmesini engellemekle yükümlüdür. Söz konusu olan ölüler, acı çekenler ya da cesetler olduğunda ve bol ayrıntılı, uzun süreli veya boyutlu betimlemeler ve imgeler kamunun meşru ve gerekli enformasyonunu aştığında, durum tam da budur.”
Habertürk, “o fotoğraf”ı yayımlamamalıydı!