''HABERİN KAÇARI YOKTUR!'' SABAH YAZIİŞLERİNE OMBUDSMAN İĞNESİ!
Sabah okur temsilcisi Yavuz Baydar , Heron Olayı'nı izlemeyen gazetesini nasıl eleştirdi?
Gazeteciyi gazeteci yapan belki de en önemli meziyet, merak.
Okurun, izleyici kitlesinin haber alma özgürlüğü, merak canlı kaldıkça ve haberlere yansıdığı ölçüde anlam kazanır.
Ortaya bir iddia atıldığı; bir duyum, bir sızdırma vb çıktığı andan itibaren merak (normal mesleki koşullar altında) harekete geçer: Ne olmuşun ötesinde nasılı ve nedeni, arka planı, muhtemel sonuçları, her yönü yelpaze gibi açılır.
Okurun beklediği, gereksinim duyduğu ve özgürlükleri adına "hak ettiği" de işte bu canlı tutulan merakın, akıl ve medeni cesaret süzgecinden geçerek sayfalara (veya ekranlara) haber formatında yansıyan sonuçlarıdır.
Kimi zaman ise, kıskançlık veya "gelişmenin beğenilmemesi", merakın önüne geçer, ona baskın çıkar.
Dünyada da rastlanır; ama bilhassa bizim ülkemizde basın, rakiplerin öncülük ettiği -yani "patlattığı"- haberlere rağbet etmeme; onları görmezden gelme eğilimindedir. Ve bizde kompleks veya kıskançlık ötesinde saikler rol oynar.
Ülkemizdeki yaygın meslektaş tipinin gündeme bir "partizan", taraftar, siyasi misyoner, propagandist olarak bakışının sonucudur bu durum.
Oysa gündem, gazetecinin sübjektif iradesine çoğu kez meydan okur; onu her gün "doğrulara ve gerçeklere saygı, bilinmeyenlere ilgi" alanında sınavdan geçirir. Es geçme veya saklama lüksü olmadığını hatırlatır. Gazetecinin meslek gururu, işte bu verilen/verilemeyen sınavla yükselir veya iner.
Bütün bunları, genel olarak, ülkenin ana gündemini belirleyen, demokratikleşme ve sivilleşme (sadece sivil-asker ilişkileri değil, sivil medya- militarist medya mücadelesi açısından da sivilleşme) süreçlerine kalın bir alt çizgi çeken siyasi içerikli davalarla (Ergenekon, Kafes, İrticayla Mücadele Planı, Poyrazköy vb) ilgili haberler gündemden inmeyeceği için yazdım.
En son bunlara, neresinden bakılırsa bakılsın reform sürecinde büyük anlamlar taşıyan, her açıdan mercek tutulması gereken Balyoz Davası da eklendi.
Bazı "önde gelen" basın sektörü erbabı, kabullenmekte zorlanıyor: Gazeteci, iradesi dışındaki gelişmelerden kaçamaz. Onun işi, artısı ve eksileriyle, gündemi derinden etkilemeye aday gelişmeleri yerli yerine koymak, doğrularıyla ve adil bakışlarıyla olduğu gibi kamuoyuyla paylaşmaktır.
Siz olay ve gerçekleri "beğenmez" iseniz, okur veya izleyici onu etraflıca bilme ve anlama ihtiyacını gidereceği farklı rakip mecralara yönelir. Çünkü kamuoyunun zekâsı, ne devekuşu olmayı kabul eder ne de yalancı tellallığı.
O nedenle, hangi duruşta olursa olsun, gündeme ilişkin ana konu başlıklarını "içe sindirmek", "yok saymamak", mesleki bir mecburiyettir.
Geçtiğimiz haftalarda gündeme düşen "Heron olayı" da böyle bir sınav yaşattı basınımıza. Ekim 2007’de iki hava subayı arasında geçen ve MİT’in (yani bir devlet kurumunun) takibine takılan bir konuşma, TSK’nın (yani bir başka devlet kurumunun) hakkında geçerli ve meşru birtakım soruları sordurtacak (yani normalde merak uyandıracak) türdendi. Subaylardan biri insansız hava aracı Heronların etkinliğinden yakınıp, PKK elemanı olan adamlarına verdiği zayiatın engellenmesi için önlem alınmasını isterken, öteki subaydan onay alıyordu. Haberi 15 Temmuz’da veren Bugün gazetesi, MİT’in TSK’ya iç soruşturma için başvuruda bulunduğunu, ama subaylar hakkında herhangi bir önlem alınmadığını aktarıyordu. Haberlerin devamından, TSK’ya ait kurumsal inceleme sürecinin üç yıl sürdüğü anlaşılıyordu. İzleyen günlerde habere eklenen ögeler, gazeteci açısından "kaçılamayacak" soru işaretlerini gündeme taşımaktaydı.
Elbette, soruların çoğu, TSK ve Genelkurmay’a (klasik gazetecilik ruhuna bağlı olarak) eleştirel bakılmasını gerektiriyordu.
Kendisini "merkez" diye nitelendirmeye devam eden ve "basın özgürlüğü"nün değerini yeni keşfetmiş görünen bir medya grubu başta olmak üzere, önemli bir kesim, bu haberi görmedi.
Bu, "bağımlı medya" ve "partizan medya" olmanın çok doğal bir sonucuydu, şaşırtmadı.
Ama, kendisini onyıllardır "bağımsızlık" kaygısının güdümünden ayırmamış bu gazetenin de "Heron haberi"ne ilgisiz kalması, değişim mücadelesini merakla izleyen kesimlerde dudak bükülmesine yol açtı. Bunu dile getirenler, "merkez" denilen medya boşluğunda geleneksel, "sivil" ve özgürlükçü SABAH çizgisinin kök salmasını ve popüler gücüyle yol gösterici olmasını hayati ölçüde demokratik bir ihtiyaç olarak görenlerdi. Buna, üstü kapalı da olsa, olayı farklı veçheleriyle yorumlayan bazı SABAH yazarları da özeleştiri boyutunda işaret etti.
Bir okur gözüyle bakıldığında, Heron olayının, bir iki ufak "müteakip" haber dışında izlenmemesi, gazete için bir altı çizilmesi gereken bir eksiklik olarak görülüyor. Tabii, eğer kamu adına; onun çıkarları ve demokrasiye güveni adına yapılan haberciliğin, herhangi bir kurumu eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşımdan muaf sayamayacağı gerçeğini, bir "asli meslek kabulü" olarak görüyorsak. Bu ilginç dönem, unutulmasın, hepimizi sıkı bir gazetecilik sınavından geçirmekte.
Geçenlerde bir "merkez" (?) gazetesi, "ama bizde her yazar özgür işte" diye savunmaya geçmişti. Haberciliğiniz kapsamlı, önyargısız, komplekssiz, geniş ölçekli, korkusuz, soran ve cevap arayan, hesap soran unsurlara sahip değilse, yazarlarınızın özgür olması bir anlam ifade etmez. Çünkü onların özgürlüğü, asıl haberlerin gündemi yansıtır olmasıyla, haberciliğin ciddiye alınır olduğu algısıyla doğru orantılıdır.
Yavuz Baydar/Sabah Okur Temsilcisi
Okurun, izleyici kitlesinin haber alma özgürlüğü, merak canlı kaldıkça ve haberlere yansıdığı ölçüde anlam kazanır.
Ortaya bir iddia atıldığı; bir duyum, bir sızdırma vb çıktığı andan itibaren merak (normal mesleki koşullar altında) harekete geçer: Ne olmuşun ötesinde nasılı ve nedeni, arka planı, muhtemel sonuçları, her yönü yelpaze gibi açılır.
Okurun beklediği, gereksinim duyduğu ve özgürlükleri adına "hak ettiği" de işte bu canlı tutulan merakın, akıl ve medeni cesaret süzgecinden geçerek sayfalara (veya ekranlara) haber formatında yansıyan sonuçlarıdır.
Kimi zaman ise, kıskançlık veya "gelişmenin beğenilmemesi", merakın önüne geçer, ona baskın çıkar.
Dünyada da rastlanır; ama bilhassa bizim ülkemizde basın, rakiplerin öncülük ettiği -yani "patlattığı"- haberlere rağbet etmeme; onları görmezden gelme eğilimindedir. Ve bizde kompleks veya kıskançlık ötesinde saikler rol oynar.
Ülkemizdeki yaygın meslektaş tipinin gündeme bir "partizan", taraftar, siyasi misyoner, propagandist olarak bakışının sonucudur bu durum.
Oysa gündem, gazetecinin sübjektif iradesine çoğu kez meydan okur; onu her gün "doğrulara ve gerçeklere saygı, bilinmeyenlere ilgi" alanında sınavdan geçirir. Es geçme veya saklama lüksü olmadığını hatırlatır. Gazetecinin meslek gururu, işte bu verilen/verilemeyen sınavla yükselir veya iner.
Bütün bunları, genel olarak, ülkenin ana gündemini belirleyen, demokratikleşme ve sivilleşme (sadece sivil-asker ilişkileri değil, sivil medya- militarist medya mücadelesi açısından da sivilleşme) süreçlerine kalın bir alt çizgi çeken siyasi içerikli davalarla (Ergenekon, Kafes, İrticayla Mücadele Planı, Poyrazköy vb) ilgili haberler gündemden inmeyeceği için yazdım.
En son bunlara, neresinden bakılırsa bakılsın reform sürecinde büyük anlamlar taşıyan, her açıdan mercek tutulması gereken Balyoz Davası da eklendi.
Bazı "önde gelen" basın sektörü erbabı, kabullenmekte zorlanıyor: Gazeteci, iradesi dışındaki gelişmelerden kaçamaz. Onun işi, artısı ve eksileriyle, gündemi derinden etkilemeye aday gelişmeleri yerli yerine koymak, doğrularıyla ve adil bakışlarıyla olduğu gibi kamuoyuyla paylaşmaktır.
Siz olay ve gerçekleri "beğenmez" iseniz, okur veya izleyici onu etraflıca bilme ve anlama ihtiyacını gidereceği farklı rakip mecralara yönelir. Çünkü kamuoyunun zekâsı, ne devekuşu olmayı kabul eder ne de yalancı tellallığı.
O nedenle, hangi duruşta olursa olsun, gündeme ilişkin ana konu başlıklarını "içe sindirmek", "yok saymamak", mesleki bir mecburiyettir.
Geçtiğimiz haftalarda gündeme düşen "Heron olayı" da böyle bir sınav yaşattı basınımıza. Ekim 2007’de iki hava subayı arasında geçen ve MİT’in (yani bir devlet kurumunun) takibine takılan bir konuşma, TSK’nın (yani bir başka devlet kurumunun) hakkında geçerli ve meşru birtakım soruları sordurtacak (yani normalde merak uyandıracak) türdendi. Subaylardan biri insansız hava aracı Heronların etkinliğinden yakınıp, PKK elemanı olan adamlarına verdiği zayiatın engellenmesi için önlem alınmasını isterken, öteki subaydan onay alıyordu. Haberi 15 Temmuz’da veren Bugün gazetesi, MİT’in TSK’ya iç soruşturma için başvuruda bulunduğunu, ama subaylar hakkında herhangi bir önlem alınmadığını aktarıyordu. Haberlerin devamından, TSK’ya ait kurumsal inceleme sürecinin üç yıl sürdüğü anlaşılıyordu. İzleyen günlerde habere eklenen ögeler, gazeteci açısından "kaçılamayacak" soru işaretlerini gündeme taşımaktaydı.
Elbette, soruların çoğu, TSK ve Genelkurmay’a (klasik gazetecilik ruhuna bağlı olarak) eleştirel bakılmasını gerektiriyordu.
Kendisini "merkez" diye nitelendirmeye devam eden ve "basın özgürlüğü"nün değerini yeni keşfetmiş görünen bir medya grubu başta olmak üzere, önemli bir kesim, bu haberi görmedi.
Bu, "bağımlı medya" ve "partizan medya" olmanın çok doğal bir sonucuydu, şaşırtmadı.
Ama, kendisini onyıllardır "bağımsızlık" kaygısının güdümünden ayırmamış bu gazetenin de "Heron haberi"ne ilgisiz kalması, değişim mücadelesini merakla izleyen kesimlerde dudak bükülmesine yol açtı. Bunu dile getirenler, "merkez" denilen medya boşluğunda geleneksel, "sivil" ve özgürlükçü SABAH çizgisinin kök salmasını ve popüler gücüyle yol gösterici olmasını hayati ölçüde demokratik bir ihtiyaç olarak görenlerdi. Buna, üstü kapalı da olsa, olayı farklı veçheleriyle yorumlayan bazı SABAH yazarları da özeleştiri boyutunda işaret etti.
Bir okur gözüyle bakıldığında, Heron olayının, bir iki ufak "müteakip" haber dışında izlenmemesi, gazete için bir altı çizilmesi gereken bir eksiklik olarak görülüyor. Tabii, eğer kamu adına; onun çıkarları ve demokrasiye güveni adına yapılan haberciliğin, herhangi bir kurumu eleştirel ve sorgulayıcı yaklaşımdan muaf sayamayacağı gerçeğini, bir "asli meslek kabulü" olarak görüyorsak. Bu ilginç dönem, unutulmasın, hepimizi sıkı bir gazetecilik sınavından geçirmekte.
Geçenlerde bir "merkez" (?) gazetesi, "ama bizde her yazar özgür işte" diye savunmaya geçmişti. Haberciliğiniz kapsamlı, önyargısız, komplekssiz, geniş ölçekli, korkusuz, soran ve cevap arayan, hesap soran unsurlara sahip değilse, yazarlarınızın özgür olması bir anlam ifade etmez. Çünkü onların özgürlüğü, asıl haberlerin gündemi yansıtır olmasıyla, haberciliğin ciddiye alınır olduğu algısıyla doğru orantılıdır.
Yavuz Baydar/Sabah Okur Temsilcisi