"HABERİ ALAN DOSTUM " GÖRDÜN MÜ" DİYE AĞZI BEŞ KARIŞ AÇIK KAPIMA DAYANDI!...." FEHMİ KORU'UN KAPISINA PAZAR SABAHI DAYANAN KİMDİ?... VE NİYE GÜLÜYORDU?...
Ben ondan kaçsam da, ülkede meydana gelen gelişmelerle ilgili olarak her taşın altında 'biraderleri' arayan dostum benim peşimi bırakmak niyetinde değil.
İnadım inat
Ben ondan kaçsam da, ülkede meydana gelen gelişmelerle ilgili olarak her taşın altında 'biraderleri' arayan dostum benim peşimi bırakmak niyetinde değil. Sadece 24 saat sabredebildi Ak Parti'yi kapatma davası açıldığı haberini alınca, pazar sabahı "Gördün mü?" diye ağzı beş karış açık kapıma dayandı.
Bilmeyenler için dostumun tezini hatırlatayım: "Türban yasağı işini Türkiye'ye özgü ve lâiklik endişeli bir uygulama olarak görenler yanılıyor; bu işin arkasında 'kökü dışarıda bir örgüt' var ve bunu kendisinin varlık-yokluk sebebi olarak görüyor. Türkiye'deki süreç neredeyse bütünüyle 'birader' dayanışmasıyla kotarıldı; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde bile locasal ilişkiler kullanıldı. Bu sebeple, ne yapıp eder, yasağı yine kal-dırt-maz-lar..."
Dostumun bazen kulağıma fısıldadığı bir görüşünü de artık yazmamın zamanı geldi: "Cumhuriyet'in kuruluşunda da aktifti biraderler ve yapılmak istenenlere karşı çıkıyorlardı" diyor dostum ve ekliyor: "Düşünsene, Atatürk bile zorlandı ve çareyi locaları kapatmakta buldu."
Ben tabii bu tezin hiçbir bölümüne katılmıyorum. Demokrasilerde böyle bir etkileme mekanizması mı olurmuş? 70 milyonun üzerinde nüfusa sahip bir ülkede sayıları taş çatlasa 10 bini aşmayan bir grup, iradesini sistem üzerine nasıl dayatabilir ki? Dostum resmen kendi vehimlerini 'tez' olarak sunuyor.
İyi de, sonuç neden hep onun beklediği gibi geliyor? İşte bunu bir türlü izah edemiyorum.
TBMM anayasanın iki maddesi üzerinde geceli-gündüzlü çalışarak özgürlükleri pekiştirici değişiklikler yaptı ve aklı başında olan herkes "Türban artık serbest" yorumu yaptı. Sizinle de burada paylaştığımı biliyorsunuz: Dostum "Göreceksin" diye uyardı beni... Gördük işte.
Sabih Kanadoğlu ve Nuri Ok'un döneminde hazırlanmış iddianamenin büyük bölümü; metni kaleme alanlar Doğu Perinçek'in suç duyurusu ile Vural Savaş'ın kitabından da yararlanmışlar. Davayı açmak ise Şanlıurfalı Abdurrahman Yalçınkaya'ya düştü.
Cumhuriyet gazetesi, etekleri zil çalarak, "Yalçınkaya'nın dedesi Şeyh" duyurusunda bulunuyordu pazar günü. Anne tarafından dedesi çevresinde 'Şeyh' diye anılan Kürt Hacı Ali Efendi'ymiş. Okurlarına bir uyarısı var Cumhuriyet'in: "Atalarının Kürtlük ve Nakşilik ile ilgisine karşın Abdurrahman Yalçınkaya'nın ailesi tipik bir Cumhuriyet ailesi olarak biliniyor."
Nakşi Şeyhi Kürt Hacı Ali Efendi'nin torunu olduğunu Cumhuriyet gazetesinden öğrendiğimiz Abdurrahman Yalçınkaya, henüz kısa bir süredir işgal ettiği Yargıtay Başsavcılığı makamında, DTP ve Ak Parti'yi kapatma başvuruları altına imzasını atmış oldu.
Başsavcı Yalçınkaya'nın atamasını Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer yaptı; önüne gelen üç isim arasından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de o göreve Abdurrahman Bey'i seçebilirdi pekâlâ. RP ve FP'yi kapatma başvurularını yapan Vural Savaş'ın Yargıtay Başsavcısı olabilmesi için dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Çankaya'ya çıkıp Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel nezdinde lehte lobi yapmıştı. Demirel'in bıyık altından güldüğüne eminim.
Konuyu ne zaman bu açıdan ele alsak, "Bunda şaşılacak ne var?" diye sorar malum dostum. Ben yine de şaşırıyorum işte.
Taraf gazetesi yayın yönetmeni Ahmet Altan'ın farklı bir yaklaşımı var. O bu gelişmeyi devletin içinden birileriyle irtibatlıyor. "Parti kapatılınca sorun çözülmüyor; kapatılan gücünü artırarak geliyor. Kapatma girişimini başlatan