Ha “FETÖ” ha “PETÖ”!.. At sepete gitsin mi?..
Medyaradar siyaset analisti “yakın dönem hesaplaşması” adı altında ortaya çıkabilecek kimi “toptancı” yaklaşımların uç verebilme ihtimaline dikkat çekti…
Efendim; Suikastlar, komplolar, provokasyonlar üzerine kitapları külliyata varmış bir yazar olarak bazen ben bile şaşırıyorum. Şaşırma nedenim ne diyeceğimi bilemememden kaynaklanmıyor. Kaygım daha ziyade “Nasıl oluyor da insanlar dün iddialı bir kesinlikle savundukları görüşleri şimdi aynı iddialı kesinlikle fakat 180 derece tersini savunabiliyorlar?” diye.
Tabii dün o kadar “emin oldukları” şeyden şimdi birdenbire çark edip bu sefer yeni bir “emin oldukları” şeye yanaşmaları da o kadar enteresan. (Neyse ki nabza göre sözüm ona “Düşünce üreten”lerden olmadık, dün ne dediysek aynı noktadayız çok şükür!) Düşünceler elbette değişebilir, revize edilebilir. Fakat bunun bir adabı ve yöntemi var. Lakin böylesi dönemine göre ve “paket halinde” değişeni de pek garip!..
DÖNEME GÖRE “FAİL” YARATILMAZ!..
Bir süredir hemen her konuda “Uyarı”da bulunmaktan dilimde tüy bitti ama gene de uyarayım. Son günlerde –böyle olacağını sezdiğim gibi- bir eğilim uç vermeye başladı. O da şudur; dün ülkede yakın geçmişte olan her suikast, komplo, provokasyon, vb gibi her durum “Ergenekon Terör Örgütü”ne (ETÖ) bağlanırken şimdi de aynı olaylar “Fethullahçı Terör Örgütü”ne (FETÖ) bağlanır oldu. Bana göre burada esaslı bir “mantık” hatası var. Sanki kantarın topuzu bir başka açıdan kaçmak üzere. Bu adı geçen “yapı”yı yaşananlardan “muaf” kılmasa da teorik açıdan hayli sıkıntı yaratabilir. Yoksa kimsenin pir-ü pak olmadığının farkındayız elbette!
Demek ki yarın öbür gün ülkede iktidar ve siyasi iklim değişse ve başkaları iktidara gelse bu seferde olaylar acaba nereye bağlanacak? Atıyorum; bu kez de birileri bir başka adla bir “örgüt” çıkarsa (Ki, darbeciler başarılı olsaydı bu kez onlarda muhtemelen “Ak Terör Örgütü/AKTÖ” diye bir şey uydurabilirlerdi.) gene toplum aynı “kesinlikte” bu kez de bunlara mı inanacaktı? Olaylara bakış açımız “dönemine göre” mi değişecekti? O zaman bizim kendi “aklımız” nerede? Bir devlet “dönemsel tespitler”e göre davranabilir mi?
Burada mühim olan bu örgütlerin “gerçek” veya “uydurma” olması değildir. Burada mühim olan dönemine ve siyasi hasımlara ya da ihtiyaçlara göre “fail” yakıştırma çabasıdır. Burada gene önemli bir nokta adı geçen örgütlerin söz konusu olayların bir kısmına yol açmış olma ihtimali de değildir. Önemli olan her şeyin dönemine göre “at sepete” türünden ele alınması ve “devlet politikası” düzeyinde savunulabilmesidir. Buradan çıkabilecek tek sonuç olayların gerçek faillerinin ortaya çıkarılması değil, yeni zihinsel, hukuksal ve siyasi savruluşlara yol açması ihtimalidir.
DEĞİŞEN ARADAKİ FAZLADAN “F” HARFİ Mİ?..
Hemen kızmayın ve biraz düşünün; dün Özal’ın ölümü, Necip Hablemitoğlu cinayeti, Trabzon Rahip Santaro cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Danıştay suikastı, Hrant Dink suikastı, Muhsin Yazıcıoğlu olayı, vb gibi bir çok olay “Ergenekon”a (ETÖ) bağlanmış veya toplumda bu yönde kanaatler oluşturulmuştu. Herkes gene kesinlikte konuşuyor, şimdi birbirine girenler o zamanlar koro halinde bu mantığa katılmayan veya şüphe duyanları “Hainlik”le veya “Ergenekonculuk” ile suçlamada birbiriyle yarışıyordu. Ayrıca herkes -şu an şikâyet edenler dahil- bu durumdan gayet memnun görünüyordu!
Üstelik unutulmamalı ki olayların bu şekilde yansıtılmasının birinci dereceden müsebbibi bugün “FETÖ” denilen “Yapı”dır. “At sepete”yi onlar yapmışlardır. Her olayı bir çuvala sığdırarak kamuoyunda adeta kesin bir yargı oluşturmuşlardır. Gerçeği istedikleri gibi eğip bükmüşlerdir. Türkiye’nin yakın dönemini “anlaşılmaz” hale getirmişlerdir. Şimdi aynı anlayış dönüp bumerang gibi onları vurmuştur!
Kaderin garip cilvesine bakın ki şimdi ise gene aynı olaylar bu kez “FETÖ” ye bağlanıyor. Değişen bir şey yok. Mantık aynı mantık, yaklaşım aynı yaklaşım. Değişen ne o halde? Aradaki bir fazladan “F” harfi mi? “Pantolon uyduramadık, gömlek verelim” anlayışı mı? Aynı zihniyeti kopyalamanın manası ne?
Örneğin Ahmet Özal’ın son çıkışı çok “bireysel” bir örnek gibi duruyor ama aslında değil. Malum; oğul Özal babasının ölümü hakkında şu ana kadar savunmadığı iddia kalmamış gibi. Önce o zamanki “Sovyetler Birliği”ni sorumlu tutarken, ardından “Ergenekon”u, sonra mahiyeti meçhul bir “derin yapı”yı, şimdi de “FETÖ”yü işaret ediyor. Yarın öbür gün neyi savunacağını kim bilebilir? Ancak Ahmet Özal’a kızmayın, aslında çoğu insan o durumdadır. (Üstelik onun “acılı oğul şoku” yaşamak gibi bir mazereti var.) Devlet “tutarlı” davranamazsa bireylerden nasıl “tutarlılık” beklenebilir? Devlet her olayı ciddiyetle ele almaz, zamanında aydınlatmazsa bireylerden nasıl “ciddiyet” umulabilir?
HER OLAYIN KENDİ ORİJİNALİTESİ VARDIR VE “TEK ADRES”E BAĞLANAMAZ!
Neyse; devam edeyim. Ergenekon Operasyonları sürerken ve neredeyse herkesin havaların kötü gitmesini bile Ergenekon’dan bekleyecek duruma getirilmişken ben o zaman şu uyarıyı yapmıştım: “Bu konuda son zamanlarda ortaya çıkan bir diğer problemin ise ülkede geçmişte yaşanan tüm olayların adeta bir ‘çuvala’ atılması alışkanlığıdır. Oysa yaşanan her olay farklı odakların, farklı amaçlarla gerçekleştirdiği eylemler olmalarına rağmen kolaylıkla ‘tek odak teorisi’ne sığdırılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle geçmişteki olayların müsebbibi başka bazı odaklar bu sayede kolaylıkla kendi kirli çamaşırlarını yıkamakta ve ‘temize çıktıklarını’ zannetmektedirler.” (Atilla Akar. Suikastlar Cumhuriyeti. Profil Y. 2010. Sf: 358-359)
Türkiye’de muhtelif zamanlarda muhtelif aralıklarla onlarca cinayet, onlarca olay yaşanmıştır. Her birinin kendi “orijinalitesi” vardır. Bir çırpıda tanımlanamazlar. Bunların hepsinin dönemine göre ayrı amaçları, hedefleri, sorumluları, failleri vardır. (Ki çoğu gerçek bir araştırmanın konusu yapılıp, gerçek delil ve sonuçlarıyla halen ortaya çıkarılmamıştır.) Bunların bir kısmı “yabancı servis işi”, bir kısmı devlet içindeki farklı ekip savaşlarının yansımaları, bazıları gündelik siyaseti etkileme amaçlı, bazıları daha büyük provokasyonlara zemin hazırlamak, toplumu kutuplaştırmak, bazı operasyonlara bahane üretmek, vb amaçlı farklı odak ve ekiplerce işlenmiştir. Bazıları arasında zihniyet, silsile bağı ve organik ilişki vardır bazılarında yoktur. Çoğu devlet içi “iç savaş”ın birer tezahürüdür.
BİZE GERÇEĞİN KENDİSİ YETER!..
O yüzden bugün aynı türden olayları ele alırken çok dikkatli olunmalı, (Yarın öbür gün ortaya çıkabilecek “gizli tanıklar”a, eski “FETÖ’cü itirafçılar”a fazla güvenilmemeli) her olay titizlikle delillendirilmeli, bağlantılar tüm açıklığı ile hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde net olarak saptanmalı, sırf dönemin ruhuna uyuyor diye her olay kolaylıkla bir sepete atılmamalı, uymuyorsa zorlanmamalı, kurgular üzerinden değil somut verilerden hareket edilmeli, itibar infazlarından kaçınılmalı, kestirmeden damgalamalardan uzak durulmalı, hakkaniyet ve hukuktan hiçbir şekilde şaşılmamalı, siyasi fırsatçılıklara izin verilmemeli, birilerinin yaptıklarını bunlar üzerinden “yıkamaları”na fırsat tanınmamalı, kim yapmış olursa olsun korunmamalı, kamuoyu vicdanı yönlendirme bir şekilde köpürtülmemelidir. Unutmayın; bir olayı -haklı bile olsa-güncel öfkelerle ele almak başka hukuki sonuca bağlamak başkadır. Yani dün “FETÖ’cüler”in yaptıklarının tam tersini yapmak yeterli olacaktır.
Aksine her davranış –bilerek veya bilmeyerek- “İnandırıcılık sıkıntısı” doğuracak, meseleyi sulandıracak, ortaya çıkan sonuca gölge düşürecek ve yarın öbür gün belki de yıllarca sürecek yeni tartışmalar başlatabilecektir. Buna fırsat vermemek gerek.
Ben bir yurttaş olarak gerçeği sadece gerçeği istiyorum. Bu gerçeğin doneleri zaten fazlasıyla mevcut görünüyor. O yüzden aslında ne ETÖ ne FETÖ, ne PETÖ ne de alfabenin diğer harf kombinasyonlarından türeyebilecek “At sepete” türü yaklaşımlara, peşin hükümlere ihtiyacım yok. Kim ne yaptıysa, kim yaşananlardan neden, nasıl, ne oranda sorumluysa bunları sergilemek, kanıtlamak zaten yeterlidir. Abartıya hacet yok…
Tüm Türkiye ister sorumlu makamları, ister toplumdaki insanları olarak bu sınavı en iyi şekilde verebilecek olgunlukta olmalıdır. Bunu hep birlikte başardığımız vakit asıl o zaman bu gibi “yapılar”la hesaplaşmamızı tamamlamış olacağız.
Yoksa havanda su dövmeye devam!..
12.08.2016.
atillaakar@gmail.com
Tabii dün o kadar “emin oldukları” şeyden şimdi birdenbire çark edip bu sefer yeni bir “emin oldukları” şeye yanaşmaları da o kadar enteresan. (Neyse ki nabza göre sözüm ona “Düşünce üreten”lerden olmadık, dün ne dediysek aynı noktadayız çok şükür!) Düşünceler elbette değişebilir, revize edilebilir. Fakat bunun bir adabı ve yöntemi var. Lakin böylesi dönemine göre ve “paket halinde” değişeni de pek garip!..
DÖNEME GÖRE “FAİL” YARATILMAZ!..
Bir süredir hemen her konuda “Uyarı”da bulunmaktan dilimde tüy bitti ama gene de uyarayım. Son günlerde –böyle olacağını sezdiğim gibi- bir eğilim uç vermeye başladı. O da şudur; dün ülkede yakın geçmişte olan her suikast, komplo, provokasyon, vb gibi her durum “Ergenekon Terör Örgütü”ne (ETÖ) bağlanırken şimdi de aynı olaylar “Fethullahçı Terör Örgütü”ne (FETÖ) bağlanır oldu. Bana göre burada esaslı bir “mantık” hatası var. Sanki kantarın topuzu bir başka açıdan kaçmak üzere. Bu adı geçen “yapı”yı yaşananlardan “muaf” kılmasa da teorik açıdan hayli sıkıntı yaratabilir. Yoksa kimsenin pir-ü pak olmadığının farkındayız elbette!
Demek ki yarın öbür gün ülkede iktidar ve siyasi iklim değişse ve başkaları iktidara gelse bu seferde olaylar acaba nereye bağlanacak? Atıyorum; bu kez de birileri bir başka adla bir “örgüt” çıkarsa (Ki, darbeciler başarılı olsaydı bu kez onlarda muhtemelen “Ak Terör Örgütü/AKTÖ” diye bir şey uydurabilirlerdi.) gene toplum aynı “kesinlikte” bu kez de bunlara mı inanacaktı? Olaylara bakış açımız “dönemine göre” mi değişecekti? O zaman bizim kendi “aklımız” nerede? Bir devlet “dönemsel tespitler”e göre davranabilir mi?
Burada mühim olan bu örgütlerin “gerçek” veya “uydurma” olması değildir. Burada mühim olan dönemine ve siyasi hasımlara ya da ihtiyaçlara göre “fail” yakıştırma çabasıdır. Burada gene önemli bir nokta adı geçen örgütlerin söz konusu olayların bir kısmına yol açmış olma ihtimali de değildir. Önemli olan her şeyin dönemine göre “at sepete” türünden ele alınması ve “devlet politikası” düzeyinde savunulabilmesidir. Buradan çıkabilecek tek sonuç olayların gerçek faillerinin ortaya çıkarılması değil, yeni zihinsel, hukuksal ve siyasi savruluşlara yol açması ihtimalidir.
DEĞİŞEN ARADAKİ FAZLADAN “F” HARFİ Mİ?..
Hemen kızmayın ve biraz düşünün; dün Özal’ın ölümü, Necip Hablemitoğlu cinayeti, Trabzon Rahip Santaro cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Danıştay suikastı, Hrant Dink suikastı, Muhsin Yazıcıoğlu olayı, vb gibi bir çok olay “Ergenekon”a (ETÖ) bağlanmış veya toplumda bu yönde kanaatler oluşturulmuştu. Herkes gene kesinlikte konuşuyor, şimdi birbirine girenler o zamanlar koro halinde bu mantığa katılmayan veya şüphe duyanları “Hainlik”le veya “Ergenekonculuk” ile suçlamada birbiriyle yarışıyordu. Ayrıca herkes -şu an şikâyet edenler dahil- bu durumdan gayet memnun görünüyordu!
Üstelik unutulmamalı ki olayların bu şekilde yansıtılmasının birinci dereceden müsebbibi bugün “FETÖ” denilen “Yapı”dır. “At sepete”yi onlar yapmışlardır. Her olayı bir çuvala sığdırarak kamuoyunda adeta kesin bir yargı oluşturmuşlardır. Gerçeği istedikleri gibi eğip bükmüşlerdir. Türkiye’nin yakın dönemini “anlaşılmaz” hale getirmişlerdir. Şimdi aynı anlayış dönüp bumerang gibi onları vurmuştur!
Kaderin garip cilvesine bakın ki şimdi ise gene aynı olaylar bu kez “FETÖ” ye bağlanıyor. Değişen bir şey yok. Mantık aynı mantık, yaklaşım aynı yaklaşım. Değişen ne o halde? Aradaki bir fazladan “F” harfi mi? “Pantolon uyduramadık, gömlek verelim” anlayışı mı? Aynı zihniyeti kopyalamanın manası ne?
Örneğin Ahmet Özal’ın son çıkışı çok “bireysel” bir örnek gibi duruyor ama aslında değil. Malum; oğul Özal babasının ölümü hakkında şu ana kadar savunmadığı iddia kalmamış gibi. Önce o zamanki “Sovyetler Birliği”ni sorumlu tutarken, ardından “Ergenekon”u, sonra mahiyeti meçhul bir “derin yapı”yı, şimdi de “FETÖ”yü işaret ediyor. Yarın öbür gün neyi savunacağını kim bilebilir? Ancak Ahmet Özal’a kızmayın, aslında çoğu insan o durumdadır. (Üstelik onun “acılı oğul şoku” yaşamak gibi bir mazereti var.) Devlet “tutarlı” davranamazsa bireylerden nasıl “tutarlılık” beklenebilir? Devlet her olayı ciddiyetle ele almaz, zamanında aydınlatmazsa bireylerden nasıl “ciddiyet” umulabilir?
HER OLAYIN KENDİ ORİJİNALİTESİ VARDIR VE “TEK ADRES”E BAĞLANAMAZ!
Neyse; devam edeyim. Ergenekon Operasyonları sürerken ve neredeyse herkesin havaların kötü gitmesini bile Ergenekon’dan bekleyecek duruma getirilmişken ben o zaman şu uyarıyı yapmıştım: “Bu konuda son zamanlarda ortaya çıkan bir diğer problemin ise ülkede geçmişte yaşanan tüm olayların adeta bir ‘çuvala’ atılması alışkanlığıdır. Oysa yaşanan her olay farklı odakların, farklı amaçlarla gerçekleştirdiği eylemler olmalarına rağmen kolaylıkla ‘tek odak teorisi’ne sığdırılmaya çalışılmaktadır. Böylelikle geçmişteki olayların müsebbibi başka bazı odaklar bu sayede kolaylıkla kendi kirli çamaşırlarını yıkamakta ve ‘temize çıktıklarını’ zannetmektedirler.” (Atilla Akar. Suikastlar Cumhuriyeti. Profil Y. 2010. Sf: 358-359)
Türkiye’de muhtelif zamanlarda muhtelif aralıklarla onlarca cinayet, onlarca olay yaşanmıştır. Her birinin kendi “orijinalitesi” vardır. Bir çırpıda tanımlanamazlar. Bunların hepsinin dönemine göre ayrı amaçları, hedefleri, sorumluları, failleri vardır. (Ki çoğu gerçek bir araştırmanın konusu yapılıp, gerçek delil ve sonuçlarıyla halen ortaya çıkarılmamıştır.) Bunların bir kısmı “yabancı servis işi”, bir kısmı devlet içindeki farklı ekip savaşlarının yansımaları, bazıları gündelik siyaseti etkileme amaçlı, bazıları daha büyük provokasyonlara zemin hazırlamak, toplumu kutuplaştırmak, bazı operasyonlara bahane üretmek, vb amaçlı farklı odak ve ekiplerce işlenmiştir. Bazıları arasında zihniyet, silsile bağı ve organik ilişki vardır bazılarında yoktur. Çoğu devlet içi “iç savaş”ın birer tezahürüdür.
BİZE GERÇEĞİN KENDİSİ YETER!..
O yüzden bugün aynı türden olayları ele alırken çok dikkatli olunmalı, (Yarın öbür gün ortaya çıkabilecek “gizli tanıklar”a, eski “FETÖ’cü itirafçılar”a fazla güvenilmemeli) her olay titizlikle delillendirilmeli, bağlantılar tüm açıklığı ile hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde net olarak saptanmalı, sırf dönemin ruhuna uyuyor diye her olay kolaylıkla bir sepete atılmamalı, uymuyorsa zorlanmamalı, kurgular üzerinden değil somut verilerden hareket edilmeli, itibar infazlarından kaçınılmalı, kestirmeden damgalamalardan uzak durulmalı, hakkaniyet ve hukuktan hiçbir şekilde şaşılmamalı, siyasi fırsatçılıklara izin verilmemeli, birilerinin yaptıklarını bunlar üzerinden “yıkamaları”na fırsat tanınmamalı, kim yapmış olursa olsun korunmamalı, kamuoyu vicdanı yönlendirme bir şekilde köpürtülmemelidir. Unutmayın; bir olayı -haklı bile olsa-güncel öfkelerle ele almak başka hukuki sonuca bağlamak başkadır. Yani dün “FETÖ’cüler”in yaptıklarının tam tersini yapmak yeterli olacaktır.
Aksine her davranış –bilerek veya bilmeyerek- “İnandırıcılık sıkıntısı” doğuracak, meseleyi sulandıracak, ortaya çıkan sonuca gölge düşürecek ve yarın öbür gün belki de yıllarca sürecek yeni tartışmalar başlatabilecektir. Buna fırsat vermemek gerek.
Ben bir yurttaş olarak gerçeği sadece gerçeği istiyorum. Bu gerçeğin doneleri zaten fazlasıyla mevcut görünüyor. O yüzden aslında ne ETÖ ne FETÖ, ne PETÖ ne de alfabenin diğer harf kombinasyonlarından türeyebilecek “At sepete” türü yaklaşımlara, peşin hükümlere ihtiyacım yok. Kim ne yaptıysa, kim yaşananlardan neden, nasıl, ne oranda sorumluysa bunları sergilemek, kanıtlamak zaten yeterlidir. Abartıya hacet yok…
Tüm Türkiye ister sorumlu makamları, ister toplumdaki insanları olarak bu sınavı en iyi şekilde verebilecek olgunlukta olmalıdır. Bunu hep birlikte başardığımız vakit asıl o zaman bu gibi “yapılar”la hesaplaşmamızı tamamlamış olacağız.
Yoksa havanda su dövmeye devam!..
12.08.2016.
atillaakar@gmail.com