GÖKŞİN SİPAHİOĞLU SINIRLARIN ÖTESİNDE KAZANILACAK BAŞARILARIN İSMİYDİ!
Star gazetesi yazarı Ardan Zentürk, önceki gün hayatını kaybeden basının efsane ismi Gökşin Sipahioğlu'nu yazdı.
Gökşin Sipahioğlu: Hedef adamı...
Ardan ZENTÜRK
Paris’teki ofisinden içeri girdiğimde nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum...
Hayli genç yaşta önce dışhaberler servisi editörlüğünü, devamında da ulusal ve güçlü bir yayın organı olarak GÜNEŞ’in yazıişleri müdürlüğünü üstlenmiş bir gazetecinin pırıltılarını taşıdığıma inandığım bir dönemdi...
Gökşin Sipahioğlu ise karşımda bir meslek abidesi gibi duruyordu...
Ama bu işler böyledir...Ne zaman, meslekteki yolları sizden çok önce arşınlamış ve sizin çok uzaklarınızdaki hedeflere ulaşmış mütevazi bir karakter ile karşılaşırsanız, kendinize ait pırıltıların aslında bir vitrin camından yansıyan ışıklar olduğunu anlarsınız...
Hiç unutmam... Yine Güneş yıllarında sağolsun, Genel Yayın Yönetmeni Güneri Cıvaoğlu, biz genç gazetecilere rahmetli Turhan Aytul ile çalışma fırsatı yaratmıştı. Milliyet’in efsane lideri Abdi İpekçi’nin sağ kolu bir başka efsane...Gençlik işte...Bir sabah kahvesi "mavrasında" oturmuşum, o sırada (1980’ler) sürmekte olan İran-Irak savaşını nasıl yakından ve ustalıkla takip ettiğimizi falan anlatıyorum...Seçtiğim kelimeler giderek bir kişisel böbürlenmeye mi döndü ne, Turhan ağabey birden "Evet, bu savaş haberleri çok ilgi çeker, mesela benim de başıma İzmir’de çok genç bir editörken, gece nöbetim sırasında gelmişti. Ajans teleksi alarm geçti, baktım, 2’nci Dünya Savaşı bitmiş!, hemen kalıbı değiştirdim ve İzmir halkına savaşın bittiğini aktaran gazeteyi yaptım" deyiverdi...Çok zarif bir müdahaleydi bu, meslek yaşantımın ilerleyen yıllarında ne zaman kendimden söz etmenin dozunu kaçırmaya başlasam hatırladığım kadim bir anıya dönüştü...
Gökşin Sipahioğlu’nun ofisine girerken bir meslek büyüğünün ötesinde başlı başına bir "ulaşılması gereken hedef"in yanına girdiğimi düşünüyordum...
O, bir gazetecinin "ulusal sınırı" olmadığını bizim kuşağa anlatan semboldür...
"Yerel zihniyetle" bu işin yapılamayacağını, mutlaka sınırların ötesinde bütün insanlar ile kucaklaşan bir meslek çizgisi izlenmesi gerektiğini, bunu da sabırla-azimle başarabileceğimizin örneğiydi...
Genç yaşların fırtınalı günlerinde Coşkun Aral, Savaş Ay ve Ramazan Öztürk kadar cephelerde dolaşmamakla birlikte hatırı sayılır iş yaptığımı da hatırlatayım. Hepimizin bir bölgeye giderken iki gündemimiz olurdu... Önce adına gittiğimiz yayın organına en güzel fotoğrafları, söyleşi ve yorumları taşımak...Sonra da çektiğimiz fotoğraflardan bir set yaparak hızla SİPA Press’e, yani Gökşin ağabeye ulaştırmak...
Bilirdik ki, Paris’te oturan o beyaz saçlı çok yakışıklı adam, bizi "es geçmez..." Bizden gelen malzeme eğer küresel medyada kullanılabiliyorsa mutlaka zorlar...Kullanılırsa da paramızı yollar...
Bizim için Gökşin Sipahoğlu sınırların ötesinde kazanılacak başarıların ismiydi...
Varlığı bile hepimize bir güvence gibi gelirdi...
Dünyanın en büyük fotoğraf ajansını kurmanın ötesinde, her zaman arkasından gelen genç Türk meslektaşına kapısını açmış bir "ağabey karakter"den söz ediyoruz...
Gazeteci olmaya henüz ilkokul sıralarında karar vermiş bir meslektaşınızım... Birinci nedeni, Hikmet Feridun Es’in Hürriyet gazetesinde yer almış ve televizyonsuz dünyanın biz çocuklarına dünyanın çok az tanınan bölgelerinin renklerini aktaran röportajlarıdır... İkinci neden, Fikret Otyam’ın, 1960’lı yılların sonları, 70’lerin başlarında Cumhuriyet’te yayınlanan Anadolu’ya (özellikle Harran ve güneydoğu) dönük yazı dizileridir...Üçüncüsü, Gökşin Sipahioğlu’nun kendisidir...
O öldü...
Annemden iki yaş büyük olduğunu ölümü sonrasında öğrendiğim her zaman genç adam artık yok!..
İçimde derin hüzün... Bir de, bünlü bir Paris lokantasında bana "hindi" diye yedirdiği tavus kuşundan ağzımda kalan unutamadığım tuhaf lezzet...
Yemek konusunda aşırı muhafazakar olduğumu anlayıp hazırladığı tuzağı ertesi sabah bana anlatırken yüzünde beliren o genç muzip ifade...
Biliniz ki...
Gökşin Sipahioğlu’nun ölümüyle mesleğin belli bir yaş grubunun kolu-kanadı kırıldı...
Onu çok özleyeceğiz...
Mekanı cennet olsun...
Ardan ZENTÜRK
Paris’teki ofisinden içeri girdiğimde nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum...
Hayli genç yaşta önce dışhaberler servisi editörlüğünü, devamında da ulusal ve güçlü bir yayın organı olarak GÜNEŞ’in yazıişleri müdürlüğünü üstlenmiş bir gazetecinin pırıltılarını taşıdığıma inandığım bir dönemdi...
Gökşin Sipahioğlu ise karşımda bir meslek abidesi gibi duruyordu...
Ama bu işler böyledir...Ne zaman, meslekteki yolları sizden çok önce arşınlamış ve sizin çok uzaklarınızdaki hedeflere ulaşmış mütevazi bir karakter ile karşılaşırsanız, kendinize ait pırıltıların aslında bir vitrin camından yansıyan ışıklar olduğunu anlarsınız...
Hiç unutmam... Yine Güneş yıllarında sağolsun, Genel Yayın Yönetmeni Güneri Cıvaoğlu, biz genç gazetecilere rahmetli Turhan Aytul ile çalışma fırsatı yaratmıştı. Milliyet’in efsane lideri Abdi İpekçi’nin sağ kolu bir başka efsane...Gençlik işte...Bir sabah kahvesi "mavrasında" oturmuşum, o sırada (1980’ler) sürmekte olan İran-Irak savaşını nasıl yakından ve ustalıkla takip ettiğimizi falan anlatıyorum...Seçtiğim kelimeler giderek bir kişisel böbürlenmeye mi döndü ne, Turhan ağabey birden "Evet, bu savaş haberleri çok ilgi çeker, mesela benim de başıma İzmir’de çok genç bir editörken, gece nöbetim sırasında gelmişti. Ajans teleksi alarm geçti, baktım, 2’nci Dünya Savaşı bitmiş!, hemen kalıbı değiştirdim ve İzmir halkına savaşın bittiğini aktaran gazeteyi yaptım" deyiverdi...Çok zarif bir müdahaleydi bu, meslek yaşantımın ilerleyen yıllarında ne zaman kendimden söz etmenin dozunu kaçırmaya başlasam hatırladığım kadim bir anıya dönüştü...
Gökşin Sipahioğlu’nun ofisine girerken bir meslek büyüğünün ötesinde başlı başına bir "ulaşılması gereken hedef"in yanına girdiğimi düşünüyordum...
O, bir gazetecinin "ulusal sınırı" olmadığını bizim kuşağa anlatan semboldür...
"Yerel zihniyetle" bu işin yapılamayacağını, mutlaka sınırların ötesinde bütün insanlar ile kucaklaşan bir meslek çizgisi izlenmesi gerektiğini, bunu da sabırla-azimle başarabileceğimizin örneğiydi...
Genç yaşların fırtınalı günlerinde Coşkun Aral, Savaş Ay ve Ramazan Öztürk kadar cephelerde dolaşmamakla birlikte hatırı sayılır iş yaptığımı da hatırlatayım. Hepimizin bir bölgeye giderken iki gündemimiz olurdu... Önce adına gittiğimiz yayın organına en güzel fotoğrafları, söyleşi ve yorumları taşımak...Sonra da çektiğimiz fotoğraflardan bir set yaparak hızla SİPA Press’e, yani Gökşin ağabeye ulaştırmak...
Bilirdik ki, Paris’te oturan o beyaz saçlı çok yakışıklı adam, bizi "es geçmez..." Bizden gelen malzeme eğer küresel medyada kullanılabiliyorsa mutlaka zorlar...Kullanılırsa da paramızı yollar...
Bizim için Gökşin Sipahoğlu sınırların ötesinde kazanılacak başarıların ismiydi...
Varlığı bile hepimize bir güvence gibi gelirdi...
Dünyanın en büyük fotoğraf ajansını kurmanın ötesinde, her zaman arkasından gelen genç Türk meslektaşına kapısını açmış bir "ağabey karakter"den söz ediyoruz...
Gazeteci olmaya henüz ilkokul sıralarında karar vermiş bir meslektaşınızım... Birinci nedeni, Hikmet Feridun Es’in Hürriyet gazetesinde yer almış ve televizyonsuz dünyanın biz çocuklarına dünyanın çok az tanınan bölgelerinin renklerini aktaran röportajlarıdır... İkinci neden, Fikret Otyam’ın, 1960’lı yılların sonları, 70’lerin başlarında Cumhuriyet’te yayınlanan Anadolu’ya (özellikle Harran ve güneydoğu) dönük yazı dizileridir...Üçüncüsü, Gökşin Sipahioğlu’nun kendisidir...
O öldü...
Annemden iki yaş büyük olduğunu ölümü sonrasında öğrendiğim her zaman genç adam artık yok!..
İçimde derin hüzün... Bir de, bünlü bir Paris lokantasında bana "hindi" diye yedirdiği tavus kuşundan ağzımda kalan unutamadığım tuhaf lezzet...
Yemek konusunda aşırı muhafazakar olduğumu anlayıp hazırladığı tuzağı ertesi sabah bana anlatırken yüzünde beliren o genç muzip ifade...
Biliniz ki...
Gökşin Sipahioğlu’nun ölümüyle mesleğin belli bir yaş grubunun kolu-kanadı kırıldı...
Onu çok özleyeceğiz...
Mekanı cennet olsun...