GİŞE KIYAMETİ: TOM CRUISE BRAD PITT'E KARŞI!
Bu haftanın ağır topları Jack Reacher ve Kibarca Öldürmek&... Haftanın Filmleri, Murat Tolga Şen'den CİNERADAR' da...
Geçtiğimiz hafta, Hobbit: Beklenmedik Yolculuk yüzünden gösterime çıkamayan filmlerin hepsi bu hafta salonlarda… Kar, kış, kıyamet derken kendinizi en yakın sinema salonuna atıp film izlemeniz sanırım haftanın en keyifli etkinliği olacaktır.
Haftanın ağır topları Jack Reacher ve Kibarca Öldürmek… Yani, Tom Cruise, Brad Pitt’e karşı! Diğer filmler için de görmeye değer yapımlar var. Açıkçası kötü film yok gibi, birini ya da daha fazlasını mutlaka görmenizi dilerim. Şehir ve insan sinemayla nefes alır, siz de öyle yapın.
JACK REACHER / ESKİ AKSİYON GELENEĞİNE DÖNÜŞ
Pittsburgh kentinde sakin ve güneşli bir sabah, mesai saatinden hemen önce insanlar işlerine doğru koşturmakta, günlük telaşlarını yaşamaktadırlar. Tam bu sırada 10th Street köprüsüne bakan parkta, nehrin karşısı yakasından gelen 6 el silah sesi duyulur ve birkaç dakika içinde 5 masum insan kanlar içinde yere yığılarak hayatını kaybeder. Usta bir nişancının elinden çıktığı belli olan bu olayı Pitssburg polisinin çözmesi ve katil zanlısını yakalaması fazla sürmez; daha 24 saat dolmadan 5 cinayetin faili yakalanır. Fakat sorgu esnasında hiçbir şey söylemeyen genç adam bir kağıda sadece "Jack Reacher’ı bulun!" yazar.
Olağan Şüpheliler filmiyle 1996’da En İyi Senaryo dalında Oscar almış olan senarist ve yönetmen Christopher McQuarrie’nin yönetmenlik koltuğunda oturduğu ikinci filmin başrolü ise Tom Cruise...
Jack Reacher, Tom Cruise ve onun muhteşeme karizması üzerine kurulmuş bir film… 80’ler polisiye aksiyonlarının tadını özlediyseniz mutlaka görmeniz gerekir ancak konu ve işleniş açısından Cehennem Silahı’na çok benziyor. Buna bir itirazınız yoksa keyifle izleyebilirsiniz. Karizması asla çizilmeyen bir kahraman, giderek ona aşık olan güzel ve zeki bir kadın, pisliğe bulaşmış aynasızlar, Zalimliğinin sınırı olmayan kötü adamlar ve ters köşe yaptıran hikaye… Gerçi hikayenin tahmin edilemez bir yanı yok, hatta bazı şeyler o kadar açıklanıyor ki seyirci bulmacayı genelde Jack Reacher’dan önce çözüyor. Aksiyon sahneleri fena değil ancak şimdiye kadar görmediğimiz türden bir şey yok. Tom Cruise’u aksiyon filmlerinde izlemek oldukça keyifli… Jack Reacher’ da zevkle izleyeceğiniz bir film.
ELVEDA KATYA / ELVEDA DEĞİL MERHABA KATYA
Elveda Katya’yı Ekim ayında düzenlenen 49. Altın Portakal Film Festival’inde izledim. Festivallerde görmeye alıştığımız, yavaş akan, duygusal açıdan mesafeli filmlerden farklı bir çaba vardı karşımda… Filmi hatalarına rağmen sevdim. Ödüller için de iddialı bir film olduğunu düşünüyordum ki Anna Andrusenko oynadığı Katya rolü ile “en iyi kadın oyuncu” heykelciğini kapıverdi. Hoş heykelin altı tam o esnada koptu ama olur o kadar!
Elveda Katya, babasını arayan bir kızla, kendini arayan bir babanın hikayesi… Annesi, o daha çok küçükken öldüğü için yetimhanede büyüyen Katya, Yunus isimli Trabzonlu bir denizci olduğunu öğrendiği babasıyla tanışmak için Trabzon’a gider ancak Yunus Kaptan; sevgilisi Nadya’nın yıllar önce kendisinden hamile kaldığını bilmemektedir ve Katya’yı kabul etmez. Babası, ailesi ve çevre tarafından hiç de hoş karşılanmayan Katya, bilmediği bir dilin konuşulduğu bu yabancı topraklarda tek başına ve her türlü tehlikeye açık bir şekilde zaman geçirir. Yunus’un; tüm Ruslara fahişe gözüyle bakmaya alışmış çevresinde, Katya’yla adı çıkar. Yunus’un karısı ve kızları bu duruma büyük tepki gösterirken; Yunus’un yalancılıkla, para peşinde olmakla suçladığı Katya’ya aile içinden kucak açan tek kişi Yunus’un oğlu Veli olur.
Elveda Katya başından sonuna yargılamadan uzak bir öyküleme ile acıklı insan hikayeleri gösteriyor. Sürpriz finali ise beni en çok şaşırtan tarafı oldu. Kadir İnanır Yunus Kaptan rolünde her zaman alışık olduğumuzdan daha farklı bu kez. Kanayan bir yüreği ve ağlayan bir yüzü var.
Elveda Katya bu yılın en iyi yerli filmlerinden biri… Bazı anlarında fazla olumlu bir çizgiye geçiyor, biraz Yeşilçam zamanlarına öykünüyor ancak izlediğinizde mutlaka seveceğiniz sıcak bir film…
KİBARCA ÖLDÜRMEK / BRAD PITT KİBARCA ÖLDÜRÜYOR!
Yerel bir çetenin yönettiği, büyük paraların döndüğü bir poker oyununda ciddi bir soygun yapılır. Failler kendisini akıllı zanneden ama aslında geride bir sürü iz bırakan 3 adamdır. Bunun üzerine çete, düzenlendiği poker oyunları sırasında yapılan soygunları araştırmak ve faillerini bulmakla görevli acımasız Jackie Cogan’ı görevlendirir. Kiralık bir katil olan Jackie’nin "kibarlığı" ise yöntemindedir...
Andrew Dominik tarafından sinemaya uyarlanan filmin başrolünde Brad Pitt yer alırken, kadroda kendisine Richard Jenkins, James Gandolfini ve Ray Liotta eşlik ediyor.
Baştan söyleyeyim “Kibarca Öldürmek” bir performans filmi… İyi oynayan oyuncular, en iyi oyunlarını oynamak üzere, hiç acelesi olmayan sekanslarda kelimenin tam anlamıyla ‘döktürüyorlar’. Filmin yıldızı Brad Pitt gibi görünse de asıl ödül James Gandolfini’den geliyor. Pek de sevimli olmayan, kadın düşkünü kralık katil Mickey karakterini adeta yaşıyor aktör.
Minimal yapısına rağmen sıra şiddete gelince elini korkak alıştıran bir film değil “Kibarca Öldürmek”… O yüzden mide kaldıran bazı öldürme anlarına sahip olduğunu belirteyim, sonra izlerken beni suçlamayın. Arka planda Amerikanın muhteşem ekonomik çöküşü üzerine sürekli saptamalar yapan film, haftanın en önemli seyirliği…
CHERRY’NİN HİKAYESİ / CHERRY’NİN ACIKLI HİKAYESİ!
Sıradan ve küçük hayatında hiçbir şey düzgün gitmeyen Angelina işin ve ailesinden çok sıkılmış halde yeni bir çıkış noktası arar. En yakın arkadaşı Andrew ile Los Angeles’tan San Francisco’ya taşınır ve hayatına farklı bir yön vermek, para kazanmak için porno sektörüne girer; çıplak modellik yapar. Çalıştığı striptiz kulübünde kokain bağımlısı bir avukat ile tanışınca, bu sefer yaşamında yeni bir ilişki başlar. Angelina, Francis’i kendisine yeni bir çıkış noktası gibi görse de adamın kendisine bile faydası yoktur.
Senaristliğini Stephen Elliott ve Lorelei Lee’nin paylaştığı yapımın koltuğunda yine ilk uzun metrajlı işine imza atan Elliott oturuyor. Filmin başrolünde güzel yıldız Ashley Hinshaw’ı seyrederken, kendisine James Franco ve Dev Patel eşlik ediyor.
Cherry’nin Hikayesi, daha önce Hollywood’dan pek çok örneğini gördüğümüz bir “pornoya bulaşma” hikayesi ancak “Boogie Nights” gibi belgesel bir yanı yok. Daha çok işin duygusal sömürü tarafında ve gizlenmiş bir ahlakçılığı var. Yine de sıkılmadan izleniyor. Haftanın önemli filmlerinden biri olarak ilgiyi hak ediyor.
F TİPİ FİLM / DÜŞÜNÜYORSAN YALNIZ ÖL!
F Tipi Film, Grup Yorum’un tasarlayıp geliştirdiği ve koordine ettiği bu proje içinde Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay, Grup Yorum (FOSEM) olmak üzere 9 yönetmen yer aldığı, her biri 10 dakikalık kısa filmlerden oluşan bir kolaj. F Tipi hücrelerde kalan mahkumların birbiriyle iletişim kurmak için kullandığı, avludan avluya atılan mektup taşıyıcıları (filmde bunlara top deniyor) hikayeler arasındaki bağlantıyı kuruyor.
F Tipi Film, her kısasında Tansu Biçer, Serkan Keskin, Bülent Emrah Parlak, Gizem Soysaldı, Erkan Can, Fırat Tanış, Civan Canova gibi tanıdığımız, sevdiğimiz oyuncularla karşılaşma fırsatı da getiriyor.
Dürüstçe itiraf edeyim. Basın gösteriminin yapıldığı Atlas Sineması’na girdiğim vakit F Tipi Film’in propaganda yapmaktan, slogan atmaktan başka derdi olmayan bir film olduğunu düşünüyordum. Kamera arkasındaki ve önündeki iyi sinemacılara rağmen sinemasal açıdan ne kadar yetkin bir iş ortaya çıkarıldığıyla ilgili derin şüphelerim vardı.
Film başladıktan hemen sonra acemice hazırlanmış bir hapishane animasyonunu izlerken de “eyvahlar olsun” dedim ama birden her şey değişti. F Tipi Film ölüm orucundayken zorla müdahale edilerek ‘hayata döndürülmüş’ ancak bu arada hafızasını ve anılarını kaybetmiş bir mahkumun öyküsüyle başladı ve tüm dikkatimi çekti.
Her kısa film seyredilmeye değer, kendi içinde anlamlı ama beni en çok etkileyen Sırrı Süreyya Önder’in çektiği “Tabut” hikayesi oldu. Aslında bu hikaye filmin finali olmalıydı diye düşünüyorum çünkü neredeyse tüm kısalardan aktarılan duygu, düşünce burada birikmişti.
Filmin müzikleri Gurup Yorum’dan… Her kısa filmde farklı müzisyenler Gurup Yorum’un eserlerini yorumluyor. Müzikal anlamda da ortada hikayeleri destekleyen güçlü bir çaba var.
F Tipi Film’in kusurları da yok değil. Öncelikle Türk/iye sinemasından şimdiye kadar bu kadar özgürlükçü bir söylemi olan ve bu kadar cesur bir şekilde sinemalaştıran bir film çıkmadığını düşünüyorum. Filmin başının sürekli derde girmesinden bile anlaşılabilecek bir durum bu… Ancak bazı anlarında fazlaca militanlaşıyor ve kendi tarafına dönmeye başlıyor.
Sıradan seyircinin devlet tarafından ve özellikle TV üzerinden manipüle edilen biri olduğunu unuttuğunuz anda onu kaybetmeye başlarsınız. Bu durum filmde izlediği her şeye hak veren bazılarının bir anda sırtını dönmesine yol açabilir. Ben seyirciye sadece filmdeki insan hikayelerinin geçmesini ve herkesin ortak bir akıl ve kalple bunu kabul etmesini tercih ederdim. Kaç yıllardır gelen sağ, sol kavgası yüzünden insanlarda garip vicdan durakları oluştu. Haklı da olsa karşı tarafın söylemine asla kapılmamak gibi bir refleks var. Benim kişisel kanaatime göre, bu refleksi tetiklememek filmin mesajını yaymasını sağlamak açısından daha doğru bir yaklaşım olabilirdi.
F Tipi Film, siyasi sinemanın güçlü bir örneği… Mutlaka izlenmesi gereken bir film ancak sinemanın iyiden iyiye, apolitik genç kuşağı eğlendirme aracına dönüştüğü zamanlarda ne kadar gişe şansı olur, kaç kişiye ulaşır kestirmek güç.
BEKARLIĞA VEDA / BEKARLIĞA VEDA İNSANLIĞA MERHABA!
Regan, Gena, Katie zamanında lisede Becky’ye çok çektirmiş, kendisiyle hep alay etmiş üç kendini beğenmiş kız, “sürtükler” diye de nam salmışlar. Bir zamanlar şişman, çirkin ve ezik olan Becky yakışıklı Dale ile dünya evine girmeye hazırlanırken kendilerini kariyere ve başka şeylere adayan üç kadın ise henüz bekardır. Becky kendi halinde eğleneceği, abartısız bir bekarlığa veda partisi hayal ederken, ipleri eline alan üçlü ona ’unutamayacağı’ bir gecenin planlarını yaparlar.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Leslye Headland’ın üstlendiği romantik komedinin kadrosunda ise Rebel Wilson, Kirsten Dunst, Lizzy Caplan, Isla Fisher ve Hayes MacArthur yer alıyor.
Yönetmenin kadın olduğunu gördüğümde duyarlı bir film izleyeceğimi sandım ancak ortada alkol ve uyuşturucu kullanımını özendiren, hiçbir ahlak normuna uymayan zavallı bir film var. Bahaneden konusuna kapılıp gitmenin imkansızlığı bir yana, karakterlerin hiçbiriyle özdeşleşmek olası değil. Eğer filmlerden tahlil yapacaksak Amerika sosyal açıdan çöküyor. Arkadaşlarının düğününde kokain çekmek ve sevişmekten başka derdi olmayan üç azgın kadının halet-i ruhiyesini başka türlü açıklamak imkansız!
Twitter.com/murattolga
Haftanın ağır topları Jack Reacher ve Kibarca Öldürmek… Yani, Tom Cruise, Brad Pitt’e karşı! Diğer filmler için de görmeye değer yapımlar var. Açıkçası kötü film yok gibi, birini ya da daha fazlasını mutlaka görmenizi dilerim. Şehir ve insan sinemayla nefes alır, siz de öyle yapın.
JACK REACHER / ESKİ AKSİYON GELENEĞİNE DÖNÜŞ
Pittsburgh kentinde sakin ve güneşli bir sabah, mesai saatinden hemen önce insanlar işlerine doğru koşturmakta, günlük telaşlarını yaşamaktadırlar. Tam bu sırada 10th Street köprüsüne bakan parkta, nehrin karşısı yakasından gelen 6 el silah sesi duyulur ve birkaç dakika içinde 5 masum insan kanlar içinde yere yığılarak hayatını kaybeder. Usta bir nişancının elinden çıktığı belli olan bu olayı Pitssburg polisinin çözmesi ve katil zanlısını yakalaması fazla sürmez; daha 24 saat dolmadan 5 cinayetin faili yakalanır. Fakat sorgu esnasında hiçbir şey söylemeyen genç adam bir kağıda sadece "Jack Reacher’ı bulun!" yazar.
Olağan Şüpheliler filmiyle 1996’da En İyi Senaryo dalında Oscar almış olan senarist ve yönetmen Christopher McQuarrie’nin yönetmenlik koltuğunda oturduğu ikinci filmin başrolü ise Tom Cruise...
Jack Reacher, Tom Cruise ve onun muhteşeme karizması üzerine kurulmuş bir film… 80’ler polisiye aksiyonlarının tadını özlediyseniz mutlaka görmeniz gerekir ancak konu ve işleniş açısından Cehennem Silahı’na çok benziyor. Buna bir itirazınız yoksa keyifle izleyebilirsiniz. Karizması asla çizilmeyen bir kahraman, giderek ona aşık olan güzel ve zeki bir kadın, pisliğe bulaşmış aynasızlar, Zalimliğinin sınırı olmayan kötü adamlar ve ters köşe yaptıran hikaye… Gerçi hikayenin tahmin edilemez bir yanı yok, hatta bazı şeyler o kadar açıklanıyor ki seyirci bulmacayı genelde Jack Reacher’dan önce çözüyor. Aksiyon sahneleri fena değil ancak şimdiye kadar görmediğimiz türden bir şey yok. Tom Cruise’u aksiyon filmlerinde izlemek oldukça keyifli… Jack Reacher’ da zevkle izleyeceğiniz bir film.
ELVEDA KATYA / ELVEDA DEĞİL MERHABA KATYA
Elveda Katya’yı Ekim ayında düzenlenen 49. Altın Portakal Film Festival’inde izledim. Festivallerde görmeye alıştığımız, yavaş akan, duygusal açıdan mesafeli filmlerden farklı bir çaba vardı karşımda… Filmi hatalarına rağmen sevdim. Ödüller için de iddialı bir film olduğunu düşünüyordum ki Anna Andrusenko oynadığı Katya rolü ile “en iyi kadın oyuncu” heykelciğini kapıverdi. Hoş heykelin altı tam o esnada koptu ama olur o kadar!
Elveda Katya, babasını arayan bir kızla, kendini arayan bir babanın hikayesi… Annesi, o daha çok küçükken öldüğü için yetimhanede büyüyen Katya, Yunus isimli Trabzonlu bir denizci olduğunu öğrendiği babasıyla tanışmak için Trabzon’a gider ancak Yunus Kaptan; sevgilisi Nadya’nın yıllar önce kendisinden hamile kaldığını bilmemektedir ve Katya’yı kabul etmez. Babası, ailesi ve çevre tarafından hiç de hoş karşılanmayan Katya, bilmediği bir dilin konuşulduğu bu yabancı topraklarda tek başına ve her türlü tehlikeye açık bir şekilde zaman geçirir. Yunus’un; tüm Ruslara fahişe gözüyle bakmaya alışmış çevresinde, Katya’yla adı çıkar. Yunus’un karısı ve kızları bu duruma büyük tepki gösterirken; Yunus’un yalancılıkla, para peşinde olmakla suçladığı Katya’ya aile içinden kucak açan tek kişi Yunus’un oğlu Veli olur.
Elveda Katya başından sonuna yargılamadan uzak bir öyküleme ile acıklı insan hikayeleri gösteriyor. Sürpriz finali ise beni en çok şaşırtan tarafı oldu. Kadir İnanır Yunus Kaptan rolünde her zaman alışık olduğumuzdan daha farklı bu kez. Kanayan bir yüreği ve ağlayan bir yüzü var.
Elveda Katya bu yılın en iyi yerli filmlerinden biri… Bazı anlarında fazla olumlu bir çizgiye geçiyor, biraz Yeşilçam zamanlarına öykünüyor ancak izlediğinizde mutlaka seveceğiniz sıcak bir film…
KİBARCA ÖLDÜRMEK / BRAD PITT KİBARCA ÖLDÜRÜYOR!
Yerel bir çetenin yönettiği, büyük paraların döndüğü bir poker oyununda ciddi bir soygun yapılır. Failler kendisini akıllı zanneden ama aslında geride bir sürü iz bırakan 3 adamdır. Bunun üzerine çete, düzenlendiği poker oyunları sırasında yapılan soygunları araştırmak ve faillerini bulmakla görevli acımasız Jackie Cogan’ı görevlendirir. Kiralık bir katil olan Jackie’nin "kibarlığı" ise yöntemindedir...
Andrew Dominik tarafından sinemaya uyarlanan filmin başrolünde Brad Pitt yer alırken, kadroda kendisine Richard Jenkins, James Gandolfini ve Ray Liotta eşlik ediyor.
Baştan söyleyeyim “Kibarca Öldürmek” bir performans filmi… İyi oynayan oyuncular, en iyi oyunlarını oynamak üzere, hiç acelesi olmayan sekanslarda kelimenin tam anlamıyla ‘döktürüyorlar’. Filmin yıldızı Brad Pitt gibi görünse de asıl ödül James Gandolfini’den geliyor. Pek de sevimli olmayan, kadın düşkünü kralık katil Mickey karakterini adeta yaşıyor aktör.
Minimal yapısına rağmen sıra şiddete gelince elini korkak alıştıran bir film değil “Kibarca Öldürmek”… O yüzden mide kaldıran bazı öldürme anlarına sahip olduğunu belirteyim, sonra izlerken beni suçlamayın. Arka planda Amerikanın muhteşem ekonomik çöküşü üzerine sürekli saptamalar yapan film, haftanın en önemli seyirliği…
CHERRY’NİN HİKAYESİ / CHERRY’NİN ACIKLI HİKAYESİ!
Sıradan ve küçük hayatında hiçbir şey düzgün gitmeyen Angelina işin ve ailesinden çok sıkılmış halde yeni bir çıkış noktası arar. En yakın arkadaşı Andrew ile Los Angeles’tan San Francisco’ya taşınır ve hayatına farklı bir yön vermek, para kazanmak için porno sektörüne girer; çıplak modellik yapar. Çalıştığı striptiz kulübünde kokain bağımlısı bir avukat ile tanışınca, bu sefer yaşamında yeni bir ilişki başlar. Angelina, Francis’i kendisine yeni bir çıkış noktası gibi görse de adamın kendisine bile faydası yoktur.
Senaristliğini Stephen Elliott ve Lorelei Lee’nin paylaştığı yapımın koltuğunda yine ilk uzun metrajlı işine imza atan Elliott oturuyor. Filmin başrolünde güzel yıldız Ashley Hinshaw’ı seyrederken, kendisine James Franco ve Dev Patel eşlik ediyor.
Cherry’nin Hikayesi, daha önce Hollywood’dan pek çok örneğini gördüğümüz bir “pornoya bulaşma” hikayesi ancak “Boogie Nights” gibi belgesel bir yanı yok. Daha çok işin duygusal sömürü tarafında ve gizlenmiş bir ahlakçılığı var. Yine de sıkılmadan izleniyor. Haftanın önemli filmlerinden biri olarak ilgiyi hak ediyor.
F TİPİ FİLM / DÜŞÜNÜYORSAN YALNIZ ÖL!
F Tipi Film, Grup Yorum’un tasarlayıp geliştirdiği ve koordine ettiği bu proje içinde Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan, Aydın Bulut, Hüseyin Karabey, Reis Çelik, Vedat Özdemir, Mehmet İlker Altınay, Grup Yorum (FOSEM) olmak üzere 9 yönetmen yer aldığı, her biri 10 dakikalık kısa filmlerden oluşan bir kolaj. F Tipi hücrelerde kalan mahkumların birbiriyle iletişim kurmak için kullandığı, avludan avluya atılan mektup taşıyıcıları (filmde bunlara top deniyor) hikayeler arasındaki bağlantıyı kuruyor.
F Tipi Film, her kısasında Tansu Biçer, Serkan Keskin, Bülent Emrah Parlak, Gizem Soysaldı, Erkan Can, Fırat Tanış, Civan Canova gibi tanıdığımız, sevdiğimiz oyuncularla karşılaşma fırsatı da getiriyor.
Dürüstçe itiraf edeyim. Basın gösteriminin yapıldığı Atlas Sineması’na girdiğim vakit F Tipi Film’in propaganda yapmaktan, slogan atmaktan başka derdi olmayan bir film olduğunu düşünüyordum. Kamera arkasındaki ve önündeki iyi sinemacılara rağmen sinemasal açıdan ne kadar yetkin bir iş ortaya çıkarıldığıyla ilgili derin şüphelerim vardı.
Film başladıktan hemen sonra acemice hazırlanmış bir hapishane animasyonunu izlerken de “eyvahlar olsun” dedim ama birden her şey değişti. F Tipi Film ölüm orucundayken zorla müdahale edilerek ‘hayata döndürülmüş’ ancak bu arada hafızasını ve anılarını kaybetmiş bir mahkumun öyküsüyle başladı ve tüm dikkatimi çekti.
Her kısa film seyredilmeye değer, kendi içinde anlamlı ama beni en çok etkileyen Sırrı Süreyya Önder’in çektiği “Tabut” hikayesi oldu. Aslında bu hikaye filmin finali olmalıydı diye düşünüyorum çünkü neredeyse tüm kısalardan aktarılan duygu, düşünce burada birikmişti.
Filmin müzikleri Gurup Yorum’dan… Her kısa filmde farklı müzisyenler Gurup Yorum’un eserlerini yorumluyor. Müzikal anlamda da ortada hikayeleri destekleyen güçlü bir çaba var.
F Tipi Film’in kusurları da yok değil. Öncelikle Türk/iye sinemasından şimdiye kadar bu kadar özgürlükçü bir söylemi olan ve bu kadar cesur bir şekilde sinemalaştıran bir film çıkmadığını düşünüyorum. Filmin başının sürekli derde girmesinden bile anlaşılabilecek bir durum bu… Ancak bazı anlarında fazlaca militanlaşıyor ve kendi tarafına dönmeye başlıyor.
Sıradan seyircinin devlet tarafından ve özellikle TV üzerinden manipüle edilen biri olduğunu unuttuğunuz anda onu kaybetmeye başlarsınız. Bu durum filmde izlediği her şeye hak veren bazılarının bir anda sırtını dönmesine yol açabilir. Ben seyirciye sadece filmdeki insan hikayelerinin geçmesini ve herkesin ortak bir akıl ve kalple bunu kabul etmesini tercih ederdim. Kaç yıllardır gelen sağ, sol kavgası yüzünden insanlarda garip vicdan durakları oluştu. Haklı da olsa karşı tarafın söylemine asla kapılmamak gibi bir refleks var. Benim kişisel kanaatime göre, bu refleksi tetiklememek filmin mesajını yaymasını sağlamak açısından daha doğru bir yaklaşım olabilirdi.
F Tipi Film, siyasi sinemanın güçlü bir örneği… Mutlaka izlenmesi gereken bir film ancak sinemanın iyiden iyiye, apolitik genç kuşağı eğlendirme aracına dönüştüğü zamanlarda ne kadar gişe şansı olur, kaç kişiye ulaşır kestirmek güç.
BEKARLIĞA VEDA / BEKARLIĞA VEDA İNSANLIĞA MERHABA!
Regan, Gena, Katie zamanında lisede Becky’ye çok çektirmiş, kendisiyle hep alay etmiş üç kendini beğenmiş kız, “sürtükler” diye de nam salmışlar. Bir zamanlar şişman, çirkin ve ezik olan Becky yakışıklı Dale ile dünya evine girmeye hazırlanırken kendilerini kariyere ve başka şeylere adayan üç kadın ise henüz bekardır. Becky kendi halinde eğleneceği, abartısız bir bekarlığa veda partisi hayal ederken, ipleri eline alan üçlü ona ’unutamayacağı’ bir gecenin planlarını yaparlar.
Yönetmenliğini ve senaristliğini Leslye Headland’ın üstlendiği romantik komedinin kadrosunda ise Rebel Wilson, Kirsten Dunst, Lizzy Caplan, Isla Fisher ve Hayes MacArthur yer alıyor.
Yönetmenin kadın olduğunu gördüğümde duyarlı bir film izleyeceğimi sandım ancak ortada alkol ve uyuşturucu kullanımını özendiren, hiçbir ahlak normuna uymayan zavallı bir film var. Bahaneden konusuna kapılıp gitmenin imkansızlığı bir yana, karakterlerin hiçbiriyle özdeşleşmek olası değil. Eğer filmlerden tahlil yapacaksak Amerika sosyal açıdan çöküyor. Arkadaşlarının düğününde kokain çekmek ve sevişmekten başka derdi olmayan üç azgın kadının halet-i ruhiyesini başka türlü açıklamak imkansız!
Twitter.com/murattolga