"GENÇSİN,TOYSUN,AĞZIN SÜT KOKUYOR,AHKAM KESİYORSUN" ELEŞTİRİLERİNE DAYANAMADI,"CV"SİNİ KÖŞESİNDE YAYINLADI!..İŞTE O YAZAR VE İŞTE "CV"Sİ!..
İktidara yakınlığıyla tanınan gazetenin bir köşe yazarı, "Resmine bakıyoruz, 'Bu daha toy, bize verecek bir şeyi yoktur' diyoruz, yazılarını okumuyoruz" eleştirilerine daha fazla tahammül edemeyince çareyi CV'sini yayınlamakta buldu.
Yeni başlayanlar için Hakan Albayrak
Affınıza sığınarak bugün biraz kendimden bahsedeceğim. Bu artık şart oldu. Bazı Yeni Şafak okurlarından gelen, gelmeye devam eden ve böyle giderse hep gelecek olan üç önemli 'eleştiri'ye bir an evvel cevap vermem lazım.
* * *
BİRİNCİ 'ELEŞTİRİ': "Yeni Şafak gibi ciddi bir gazetenin bu kadar genç bir yazara gazetenin ikinci sayfasında köşe açması yakışık almıyor. Resmine bakıyoruz, 'Bu daha toy, bize verecek bir şeyi yoktur' diyoruz, yazılarını okumuyoruz. Şöyle bir göz attığımızda da, 'Ağzının süt kokusuna bakmadan büyük meselelerde ahkam kesmeye kalkıyor' diyoruz."
Yeni okurlarıma -ve de potansiyel okurlarıma- meslekte 20. yılımı doldurduğumu bildirmek isterim. Köşe yazarlığına 1987 yılının Mart ayında Zaman gazetesinde başladım (Werner Hugo mahlasıyla). 1989'da Nihat Genç'le birlikte Çete dergisini çıkardım. Yeni Şafak'ın kurucu kadrosunda yer aldım ve 1995'ten 1998'e kadar bu gazetede köşe yazarlığı yaptım (şimdiki Yeni Şafak okurlarının büyük çoğunluğu o zaman henüz Yeni Şafak okuru değildi. Zaten bir kısmı okumayı daha yeni öğreniyordu.) 1998'den 2006 yılına kadar -aralıklarla- Milli Gazete'de yazdım. 2000 yılında Gökhan Özcan'la birlikte Gerçek Hayat dergisinin kurucu genel yayın yönetmenliğini üstlendim ve halen bu derginin yazar kadrosundayım. Ebuzer - Derviş Devrimcilerin Kuru Ekmeği Yolumuzu Aydınlatıyor, Kemalizm Terakkiye Manidir, İslam Birliği'nin Nüvesi Olarak Türkiye-Suriye Birliği, Haçlı Seferleri'nden Günümüze Batı'nın Soykırımcı Tabiatı, Bismillah Hotel, Lübnan Zaferimiz Mübarek Olsun gibi kitaplarım neşredildi. İslamcı, bilhassa İttihad-ı İslamcı bir yazar olarak öteden beri tanınırım biraz (bu kimliği çok önemserim)... Hâlâ "genç yazar" diye anılmak hoşuma gitmiyor desem yalan olur, ama 1968 doğumlu olduğumun bilinmesinde fayda var. Yazılarımı okursunuz veya okumazsınız, ciddiye alırsınız veya almazsınız, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ona bir şey diyemem; ama lütfen artık "gençlik" üzerinden eleştiride bulunmayı bırakın. Ben 39 yaşındayım yahu!
İKİNCİ 'ELEŞTİRİ': "Pat diye ortaya çıkıp Yeni Şafak'ta bir köşe kaptın. Herhalde gazetenin sahipleri olan Albayrak'larla akrabalığın sayesinde."
Yeni Şafak'ın patronları olan Albayrak ailesiyle bir akrabalığım yok. Onlar Trabzonlu, ben Kayseriliyim. Atalarım Kafkasya'dan geldiği için bir anlamda Karadenizli (Karadeniz'in öbür yakasından) olduğum ve bu bakımdan patron ailesiyle aramızda 'uzak hemşehrilik' bağının bulunduğu söylenebilir tabii...
ÜÇÜNCÜ 'ELEŞTİRİ': "Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'le oturup kalktığın için bazı şeyleri görmüyorsun veya görmek istemiyorsun."
Vallahi Tayyip Erdoğan'la hayatımda iki kere görüştüm: Belediye başkanlığı döneminde gazetecilere verdiği bir davette ve yine belediye başkanlığı döneminde Kanal 7'nin makyaj odasında, ayaküstü... Abdullah Gül'le daha çok 'görüştüğümü' itiraf etmeliyim. 12 sene önce Yeni Şafak'ı ziyaret etmişti, o zaman iki-üç dakika konuşmuştuk. 10 sene önce Kayseri'de karşılaştık, o zaman da birkaç dakika konuştuk. Kısa başbakanlığı döneminde yollarımız hiç kesişmedi. Dışişleri Bakanlığı döneminde bir kere ayaküstü 5 dakika -Bosna'yla ilgili acil bir durum münasebetiyle- görüştük. Bir kere de -yine Bosna'yla ilgili acil bir durum münasebetiyle- 5 dakikalık bir telefon konuşmamız oldu. Hepsi bu. Ne Sayın Başbakan'la arkadaşlığımız var, ne Sayın Cumhurbaşkanı ile. Birbir
Affınıza sığınarak bugün biraz kendimden bahsedeceğim. Bu artık şart oldu. Bazı Yeni Şafak okurlarından gelen, gelmeye devam eden ve böyle giderse hep gelecek olan üç önemli 'eleştiri'ye bir an evvel cevap vermem lazım.
* * *
BİRİNCİ 'ELEŞTİRİ': "Yeni Şafak gibi ciddi bir gazetenin bu kadar genç bir yazara gazetenin ikinci sayfasında köşe açması yakışık almıyor. Resmine bakıyoruz, 'Bu daha toy, bize verecek bir şeyi yoktur' diyoruz, yazılarını okumuyoruz. Şöyle bir göz attığımızda da, 'Ağzının süt kokusuna bakmadan büyük meselelerde ahkam kesmeye kalkıyor' diyoruz."
Yeni okurlarıma -ve de potansiyel okurlarıma- meslekte 20. yılımı doldurduğumu bildirmek isterim. Köşe yazarlığına 1987 yılının Mart ayında Zaman gazetesinde başladım (Werner Hugo mahlasıyla). 1989'da Nihat Genç'le birlikte Çete dergisini çıkardım. Yeni Şafak'ın kurucu kadrosunda yer aldım ve 1995'ten 1998'e kadar bu gazetede köşe yazarlığı yaptım (şimdiki Yeni Şafak okurlarının büyük çoğunluğu o zaman henüz Yeni Şafak okuru değildi. Zaten bir kısmı okumayı daha yeni öğreniyordu.) 1998'den 2006 yılına kadar -aralıklarla- Milli Gazete'de yazdım. 2000 yılında Gökhan Özcan'la birlikte Gerçek Hayat dergisinin kurucu genel yayın yönetmenliğini üstlendim ve halen bu derginin yazar kadrosundayım. Ebuzer - Derviş Devrimcilerin Kuru Ekmeği Yolumuzu Aydınlatıyor, Kemalizm Terakkiye Manidir, İslam Birliği'nin Nüvesi Olarak Türkiye-Suriye Birliği, Haçlı Seferleri'nden Günümüze Batı'nın Soykırımcı Tabiatı, Bismillah Hotel, Lübnan Zaferimiz Mübarek Olsun gibi kitaplarım neşredildi. İslamcı, bilhassa İttihad-ı İslamcı bir yazar olarak öteden beri tanınırım biraz (bu kimliği çok önemserim)... Hâlâ "genç yazar" diye anılmak hoşuma gitmiyor desem yalan olur, ama 1968 doğumlu olduğumun bilinmesinde fayda var. Yazılarımı okursunuz veya okumazsınız, ciddiye alırsınız veya almazsınız, beğenirsiniz veya beğenmezsiniz, ona bir şey diyemem; ama lütfen artık "gençlik" üzerinden eleştiride bulunmayı bırakın. Ben 39 yaşındayım yahu!
İKİNCİ 'ELEŞTİRİ': "Pat diye ortaya çıkıp Yeni Şafak'ta bir köşe kaptın. Herhalde gazetenin sahipleri olan Albayrak'larla akrabalığın sayesinde."
Yeni Şafak'ın patronları olan Albayrak ailesiyle bir akrabalığım yok. Onlar Trabzonlu, ben Kayseriliyim. Atalarım Kafkasya'dan geldiği için bir anlamda Karadenizli (Karadeniz'in öbür yakasından) olduğum ve bu bakımdan patron ailesiyle aramızda 'uzak hemşehrilik' bağının bulunduğu söylenebilir tabii...
ÜÇÜNCÜ 'ELEŞTİRİ': "Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül'le oturup kalktığın için bazı şeyleri görmüyorsun veya görmek istemiyorsun."
Vallahi Tayyip Erdoğan'la hayatımda iki kere görüştüm: Belediye başkanlığı döneminde gazetecilere verdiği bir davette ve yine belediye başkanlığı döneminde Kanal 7'nin makyaj odasında, ayaküstü... Abdullah Gül'le daha çok 'görüştüğümü' itiraf etmeliyim. 12 sene önce Yeni Şafak'ı ziyaret etmişti, o zaman iki-üç dakika konuşmuştuk. 10 sene önce Kayseri'de karşılaştık, o zaman da birkaç dakika konuştuk. Kısa başbakanlığı döneminde yollarımız hiç kesişmedi. Dışişleri Bakanlığı döneminde bir kere ayaküstü 5 dakika -Bosna'yla ilgili acil bir durum münasebetiyle- görüştük. Bir kere de -yine Bosna'yla ilgili acil bir durum münasebetiyle- 5 dakikalık bir telefon konuşmamız oldu. Hepsi bu. Ne Sayın Başbakan'la arkadaşlığımız var, ne Sayın Cumhurbaşkanı ile. Birbir