GAZETELERDE ''SÜPERMARKET'' DÖNEMİ ÇATIRDIYOR! FARKLI SESLERE NEDEN TAHAMMÜL YOK?
Hürriyet gazetesinin 'süpermarket' modeli yıllarca Türk basınının kendisine örnek aldığı şablon oldu, ancak ...
Süpermarket çatırdıyor
Yavuz Gökmen’le Emin Çölaşan’ı barındıran, Oktay Ekşi’yle Ayşe Arman’a sayfalarını açan Hürriyet gazetesinin ’süpermarket’ modeli yıllarca Türk basınının kendisine örnek aldığı şablon oldu. Bütün gazeteler Hürriyet’i model alarak farklı renk ve görüşlerde yazarlara sayfalarını açtı, son 20-30 yılda da basında belirleyici, ’mainstream’ gazetecilik anlayışı süpermarket modeli oldu.
Dahası, farklı yazarların gazete içi çatışmaları da yıllarca Türk basınının karakter özelliklerinden biriydi. Mehmet Barlas’la Hıncal Uluç’un aynı gazetenin sayfaları arasında yıllarca atışması gibi...
Bu dönemin sonuna geliyoruz bana kalırsa.
Eskiden olduğu gibi farklı görüşleri aynı şemsiye altında toplayan bir gazete kimliğinden vazgeçiliyor adeta. Neredeyse, gazetelerin duruşlarını bütün yazarlarıyla belli ettiği yepyeni bir dönem açılıyor.
Yandaş medya zaten epey bir süredir kendi yayın çizgisine ya da kendilerine verilen talimata aksi yönde ifade eden yazarlardan rahatsız ve onları yavaş yavaş tasfiye ediyor, etmek için uğraşıyor. Ahmet Taşgetiren’in Yeni Şafak’la ilişiğinin kesilmesi, Kürşad Bumin’in programının yayından kaldırılması, kendi gazetesinden tetikçilerin Nazlı Ilıcak’a saldırtılması gibi pek çok örnek verilebilir.
En ufak bir farklılığa tahammül yok.
Bunun yeni bir örneği dün yaşandı: Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk bir süredir yazdığı star’a veda etti.
Sabih Kanadoğlu eğer ’ulusalcılar’ arasında gözde bir hukuk adamıysa, Sami Selçuk’u da ’liberaller’ bağrına basmıştı. Ancak anayasa değişikliğiyle ilgili son dönemde savunduğu fikirler aralarını açtı.
Suyun diğer yanında, yandaş olmayan basında da yakında bir başka açıdan değişim yaşanacağı ön görülebilir.
Zira okur giderek kendisi gibi düşünmeyen, kendi savunduğu fikirleri savunmayan, kendi bildiğinin aksini söyleyen yazarlara tahammül edememeye başlıyor. Bunun bir yansımasını televizyon programlarında da görüyoruz.
Eskiden iki farklı görüşü savunan kişilerin programları epey ilgi çekerdi; oralardaki kavgaları ekranın önünden ayrılmadan izlerdik. Bu programlar hala var ama eskisi kadar izlenmiyor.
Aslında bir bakıma ’süpermarket gazeteciliği’ çatlıyor.
Bakın Sözcü gazetesine... Bütün yazarlarıyla, birinci sayfasına, haberleriyle çok sıkı muhalefet yapıyor. Dahası bütün köşe yazarları temel konularda aynı görüşte. Mesela içlerinde bir tane bile ’evet’çi yok.
Ama aynı Sözcü bugün ’süpermarket modelini’ uygulayan gazetelerden daha fazla satıyor.
Türkiye’deki kamplaşma sonuçlarını gazeteler üzerinde de göstermeye başladı.
Neredeyse yeni dönemde her sesten her renkten yazarların olduğu ’mozaik’ yok olacak. Batı gazetelerinde olduğu gibi gazetelerin safları daha belirginleşecek, kimin neyi savunduğu anlaşılacak mı acaba?
Okur eğilimleri bunu gösteriyor. Ama unutmamak gerekir ki yazdığımız bu gazetelerin bir de sahipleri var.
’Süpermarket gazeteciliği’ öncelikle patronları koruyan bir model: Siyasi iktidara karşı patronlar ’Bizde o da var, bu da var’ diye kendilerini savunabiliyordu bu model sayesinde.
Ancak okur baskısı giderek bu modeli reddetmeye başlıyor. Bakalım buna karşı medya patronajı nasıl bir pozisyon alacak. Zira iktidara karşı dengeli politika yürütmek kadar kar eden gazeteler çıkarmak, tiraj almak da önemli.
Hem Hasan Cemal hem Mehmet Tezkan’ın olduğu, birinci sayfası epey ılımlı Milliyet onca yatırıma, yeniliğe rağmen bir türlü istediği tirajı alamıyor. Çünkü nitelikli okur böylesi bir dengeyi, ılımlı birinci sayfası, tavırsızlığı reddediyor. Onun yerine Sözcü okuyor.
Gazete okurlarının büyük bölümünün gelir düzeyi ve eğitimi yüksek, ’nitelikli seçmen’ olduğunu, muhalif kesimden oluştuğunu da unutmayalım.
Yandaşlar parti bülteninin dışında bir şey söyleyeni aralarında hiç istemezdi zaten; şimdi buna misilleme olarak nitelikli okur da süpermarkete direniyor sanki... Muhalefet yapan kazanıyor, dengeciler kaybediyor...
Bu değişim iyi mi değil mi tartışılır; ’aidiyetsiz’ yazarlara yaşama hakkı tanımayan bu gazetecilik tarzının çarpıklıkları yok değil.
Ama önce bir fotoğrafı çekmekte fayda var: Yeni dönemde gazeteler böyle bir okur baskısıyla yüzleşmek zorunda.
Oray EĞİN / AKŞAM
Yavuz Gökmen’le Emin Çölaşan’ı barındıran, Oktay Ekşi’yle Ayşe Arman’a sayfalarını açan Hürriyet gazetesinin ’süpermarket’ modeli yıllarca Türk basınının kendisine örnek aldığı şablon oldu. Bütün gazeteler Hürriyet’i model alarak farklı renk ve görüşlerde yazarlara sayfalarını açtı, son 20-30 yılda da basında belirleyici, ’mainstream’ gazetecilik anlayışı süpermarket modeli oldu.
Dahası, farklı yazarların gazete içi çatışmaları da yıllarca Türk basınının karakter özelliklerinden biriydi. Mehmet Barlas’la Hıncal Uluç’un aynı gazetenin sayfaları arasında yıllarca atışması gibi...
Bu dönemin sonuna geliyoruz bana kalırsa.
Eskiden olduğu gibi farklı görüşleri aynı şemsiye altında toplayan bir gazete kimliğinden vazgeçiliyor adeta. Neredeyse, gazetelerin duruşlarını bütün yazarlarıyla belli ettiği yepyeni bir dönem açılıyor.
Yandaş medya zaten epey bir süredir kendi yayın çizgisine ya da kendilerine verilen talimata aksi yönde ifade eden yazarlardan rahatsız ve onları yavaş yavaş tasfiye ediyor, etmek için uğraşıyor. Ahmet Taşgetiren’in Yeni Şafak’la ilişiğinin kesilmesi, Kürşad Bumin’in programının yayından kaldırılması, kendi gazetesinden tetikçilerin Nazlı Ilıcak’a saldırtılması gibi pek çok örnek verilebilir.
En ufak bir farklılığa tahammül yok.
Bunun yeni bir örneği dün yaşandı: Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk bir süredir yazdığı star’a veda etti.
Sabih Kanadoğlu eğer ’ulusalcılar’ arasında gözde bir hukuk adamıysa, Sami Selçuk’u da ’liberaller’ bağrına basmıştı. Ancak anayasa değişikliğiyle ilgili son dönemde savunduğu fikirler aralarını açtı.
Suyun diğer yanında, yandaş olmayan basında da yakında bir başka açıdan değişim yaşanacağı ön görülebilir.
Zira okur giderek kendisi gibi düşünmeyen, kendi savunduğu fikirleri savunmayan, kendi bildiğinin aksini söyleyen yazarlara tahammül edememeye başlıyor. Bunun bir yansımasını televizyon programlarında da görüyoruz.
Eskiden iki farklı görüşü savunan kişilerin programları epey ilgi çekerdi; oralardaki kavgaları ekranın önünden ayrılmadan izlerdik. Bu programlar hala var ama eskisi kadar izlenmiyor.
Aslında bir bakıma ’süpermarket gazeteciliği’ çatlıyor.
Bakın Sözcü gazetesine... Bütün yazarlarıyla, birinci sayfasına, haberleriyle çok sıkı muhalefet yapıyor. Dahası bütün köşe yazarları temel konularda aynı görüşte. Mesela içlerinde bir tane bile ’evet’çi yok.
Ama aynı Sözcü bugün ’süpermarket modelini’ uygulayan gazetelerden daha fazla satıyor.
Türkiye’deki kamplaşma sonuçlarını gazeteler üzerinde de göstermeye başladı.
Neredeyse yeni dönemde her sesten her renkten yazarların olduğu ’mozaik’ yok olacak. Batı gazetelerinde olduğu gibi gazetelerin safları daha belirginleşecek, kimin neyi savunduğu anlaşılacak mı acaba?
Okur eğilimleri bunu gösteriyor. Ama unutmamak gerekir ki yazdığımız bu gazetelerin bir de sahipleri var.
’Süpermarket gazeteciliği’ öncelikle patronları koruyan bir model: Siyasi iktidara karşı patronlar ’Bizde o da var, bu da var’ diye kendilerini savunabiliyordu bu model sayesinde.
Ancak okur baskısı giderek bu modeli reddetmeye başlıyor. Bakalım buna karşı medya patronajı nasıl bir pozisyon alacak. Zira iktidara karşı dengeli politika yürütmek kadar kar eden gazeteler çıkarmak, tiraj almak da önemli.
Hem Hasan Cemal hem Mehmet Tezkan’ın olduğu, birinci sayfası epey ılımlı Milliyet onca yatırıma, yeniliğe rağmen bir türlü istediği tirajı alamıyor. Çünkü nitelikli okur böylesi bir dengeyi, ılımlı birinci sayfası, tavırsızlığı reddediyor. Onun yerine Sözcü okuyor.
Gazete okurlarının büyük bölümünün gelir düzeyi ve eğitimi yüksek, ’nitelikli seçmen’ olduğunu, muhalif kesimden oluştuğunu da unutmayalım.
Yandaşlar parti bülteninin dışında bir şey söyleyeni aralarında hiç istemezdi zaten; şimdi buna misilleme olarak nitelikli okur da süpermarkete direniyor sanki... Muhalefet yapan kazanıyor, dengeciler kaybediyor...
Bu değişim iyi mi değil mi tartışılır; ’aidiyetsiz’ yazarlara yaşama hakkı tanımayan bu gazetecilik tarzının çarpıklıkları yok değil.
Ama önce bir fotoğrafı çekmekte fayda var: Yeni dönemde gazeteler böyle bir okur baskısıyla yüzleşmek zorunda.
Oray EĞİN / AKŞAM