Gazetecinin alacağını tahsili ne zamandan beri "Kara Leke" oluyor?
Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, Yurt Gazetesi yönetimi ile gazetenin eski Genel Yayın Yönetmeni Merdan Yanardağ arasında yaşanan son “Haciz” olayına ilişkin yaklaşımını aktardı…
Yurt Gazetesi tümüyle gündemimden çıkmış bir konuydu benim için. Bir daha da dönmeyi düşünmüyordum. O kadar soğumuşum ki epeydir bir Yurt gazetesi dahi almadım. İçimden gelmedi. Öylesine kızgındım yani. Benim gibi birçok eski mensubu da aynı psikolojideydi, kiminle karşılaşsam “bir dokun bin ah işit” durumundaydı. Nitekim bende bu köşede 19.08.2015. tarihli “Yurt Gazetesi gazetecilere niçin ‘Yurt’ olamadı?” başlıklı bir yazı yazmış, kişisel deneyim ve gözlemlerimi paylaşmıştım. Oldukça da –hatta fazla- “insaflı” yazdığımı da düşünüyorum. Halende o yazıda belirttiğim görüşlerimin arkasındayım.
Bu yazıda benim çalıştığım 26 aylık süre içinde gerek kendim, gerek arkadaşlarımın yaşadıkları sıkıntıları gözlem ve deneyim penceremden aktarmaya çalışmıştım. O yazıda doğal olarak “Eski Yurt yazarı” kimliğim ön plana çıksa da bu sefer daha çok “medya eleştirmeni” kimliğim daha ön planda olacak. Geçmiş kişisel duygularımı ise mümkün olduğunca bulaştırmamaya çalışacağım. Öfkeliyim ama gene de edebimi bozmamaya uğraşacağım…
Bu anlamda Merdan Yanardağ’la aralarında ne gibi bir “hukuki” meselenin olduğunu –tahmin etsem bile- teknik olarak bilemem. İşin bu boyutu beni fazla ilgilendirmiyor. Demek Merdan öyle gerek görmüş veya başka “çare” bulamamış ki, böyle bir süreç başlatmış. Bu durumda olan başka arkadaşlarımız da var. (Onların yaşadıklarını aktarsam tam bir “çile” öyküsüdür!) Merdan bir adım daha ileri gitmiş ve haciz getirmiş o kadar. Herhalde bu noktaya bir günde gelinmedi!
Benim asıl garipsediğim ise olayın “Merdan Yanardağ’ın utanç belgesi” diye verilmesi oldu. Açıkçası garipsedim; “Türk basın tarihine kara bir leke düştü. Gazeteci Merdan Yanardağ, ‘Kurucu Genel Yayın Yönetmeni’ olduğu Yurt’a icra memuru göndertip, haciz uygulattı” diye de belirtmişler. Bu anlamda beni tarafların zaten bilinen aralarındaki “anlaşmazlık”tan çok olayın “veriliş tarzı” ilgilendiriyor. Bu tanımlamayı biraz ”problemli” buldum. Ayrıca konu “haciz” ve “alacak meselesi” iken olay çok başka yönlere, adeta bir “geçmiş hesaplaşması”na çekilmiş. İddialarını nasıl ispat ederler bilmem. Hayli "hezeyanlı" bir tepki gibi geldi bana. Alelacele bir savunma içgüdüsüyle yazılmış sanki..
BİR GAZETECİNİN HUKUKİ YOLLARA BAŞVURMAK ZORUNDA KALMASI NEDEN “UTANÇ VERİCİ” OLSUN Kİ?
Bana çok tuhaf geldi. Bir gazetecinin (“Kurucu Yayın Yönetmeni” olsa bile sonuçta bir çalışandır) alacaklarını tahsil etmek istemesi ne zamandan beri “Kara leke” oluyor? Bir kişinin haklarını alamaması sonucu hukuki yollara başvurmak zorunda kalması neden “utanç verici” bir hareket olsun ki? Eğer bir kişi hakları noktasında mağdur edildiğini düşünüyor ve başka çıkış yolu bulamıyorsa başka ne yapacaktır? “Ben bu gazetenin eski yöneticisiyim, o halde oturup sineye mi çekeyim?” demelidir? Gerçekten merak ediyorum. İnsanları zorda bırak, sonra öfkelen. Olacak şey mi? Çok ucuz atraksiyonlar bunlar…
Neyse; söz konusu yazıda tek tek dile getirilen iddiaları cevaplamak bana düşmez. (Eminim Yanardağ, kendi açısından gereken cevabı verecektir. Zaten KRT'den Çağlar Cilara’ya konuşmuş. Ayrıca ABC Gazetesi sitesinin yöneticisidir. Orada da yazar herhalde. ) Geçmişte gazetede yönetsel bir rolüm ya da sorumluluğum yoktu. Ancak şunu söyleyebilirim ki; Yurt en azından başlarda tarif edilen şekilde bir gazete değildi. O noktaya adım adım geldi veya getirildi. Demek ki etkileri halen sürüyor…
Kişisel kanaatim hep şu oldu; Yurt, başarılı bir “muhalif gazete” olma imkânı varken ve bu yolda ilerlerken fırsat belli nedenlerle çarçur edildi. (Yoksa Merdan’ın ve ilk kurucu kadronun olaya nasıl canla başla asıldıklarını ben biliyorum. Tersini söylemek haksızlık ve hatta iftira olur.) Sonuçta her zaman olduğu gibi kabak çalışanların başında patladı. Ben o yüzden olaylara hep gazetecilikte “emek cephesi”nden baktım ve “emek savunucusu” olan bir gazetede bu yaşananların oldukça “rahatsız edici” olduğunu vurguladım. En büyük “utanç” bu açıdandır!
O yüzden örneğin bir dönem bilhassa Derya Sazak zamanında yaşanan “ideolojik tartışmalar” beni hiç ilgilendirmedi. İdeoloji ile emek hakkı arasında “tutarlılık” yoksa en “mükemmel ideoloji”yi (!) savunsan ne olacak savunmasan ne olacak? Asıl “ayıp” emeğe karşı yapılandır. Bu konuda patronaj nedense hep lakayt (Daha hafif bir kelime bulamadım) davrandı. İnsanlar perişan oldu. Vebali ağırdır!
Tabii ki bir gazeteye haciz gelmesi “hoş” bir şey değildir. Üzücü bir durumdur. Hele de eski çalışanları veya yöneticisi tarafından. İçten içe herkes açısından trajik bir yan vardır. Bu anlamda o insanlara ya da varılan “tatsız” noktaya kızılacağı, öfkelenileceği, asabi manşetler atılacağı yerde “Biz bu noktaya neden ve nasıl geldik, sorumluluğumuz, payımız ne?” diye düşünmek daha makul ve anlamlı değil mi? Anlayana tabii ki!..
Suçlamak her zaman kolay, düşünmek ise zordur!..
NOT: YURT Gazetesi yönetiminin veya Durdu Özbolat’ın eğer farklı bir itirazı varsa bu köşede yer vermeye hazırım.
03.03.2016.
Bu yazıda benim çalıştığım 26 aylık süre içinde gerek kendim, gerek arkadaşlarımın yaşadıkları sıkıntıları gözlem ve deneyim penceremden aktarmaya çalışmıştım. O yazıda doğal olarak “Eski Yurt yazarı” kimliğim ön plana çıksa da bu sefer daha çok “medya eleştirmeni” kimliğim daha ön planda olacak. Geçmiş kişisel duygularımı ise mümkün olduğunca bulaştırmamaya çalışacağım. Öfkeliyim ama gene de edebimi bozmamaya uğraşacağım…
Bu anlamda Merdan Yanardağ’la aralarında ne gibi bir “hukuki” meselenin olduğunu –tahmin etsem bile- teknik olarak bilemem. İşin bu boyutu beni fazla ilgilendirmiyor. Demek Merdan öyle gerek görmüş veya başka “çare” bulamamış ki, böyle bir süreç başlatmış. Bu durumda olan başka arkadaşlarımız da var. (Onların yaşadıklarını aktarsam tam bir “çile” öyküsüdür!) Merdan bir adım daha ileri gitmiş ve haciz getirmiş o kadar. Herhalde bu noktaya bir günde gelinmedi!
Benim asıl garipsediğim ise olayın “Merdan Yanardağ’ın utanç belgesi” diye verilmesi oldu. Açıkçası garipsedim; “Türk basın tarihine kara bir leke düştü. Gazeteci Merdan Yanardağ, ‘Kurucu Genel Yayın Yönetmeni’ olduğu Yurt’a icra memuru göndertip, haciz uygulattı” diye de belirtmişler. Bu anlamda beni tarafların zaten bilinen aralarındaki “anlaşmazlık”tan çok olayın “veriliş tarzı” ilgilendiriyor. Bu tanımlamayı biraz ”problemli” buldum. Ayrıca konu “haciz” ve “alacak meselesi” iken olay çok başka yönlere, adeta bir “geçmiş hesaplaşması”na çekilmiş. İddialarını nasıl ispat ederler bilmem. Hayli "hezeyanlı" bir tepki gibi geldi bana. Alelacele bir savunma içgüdüsüyle yazılmış sanki..
BİR GAZETECİNİN HUKUKİ YOLLARA BAŞVURMAK ZORUNDA KALMASI NEDEN “UTANÇ VERİCİ” OLSUN Kİ?
Bana çok tuhaf geldi. Bir gazetecinin (“Kurucu Yayın Yönetmeni” olsa bile sonuçta bir çalışandır) alacaklarını tahsil etmek istemesi ne zamandan beri “Kara leke” oluyor? Bir kişinin haklarını alamaması sonucu hukuki yollara başvurmak zorunda kalması neden “utanç verici” bir hareket olsun ki? Eğer bir kişi hakları noktasında mağdur edildiğini düşünüyor ve başka çıkış yolu bulamıyorsa başka ne yapacaktır? “Ben bu gazetenin eski yöneticisiyim, o halde oturup sineye mi çekeyim?” demelidir? Gerçekten merak ediyorum. İnsanları zorda bırak, sonra öfkelen. Olacak şey mi? Çok ucuz atraksiyonlar bunlar…
Neyse; söz konusu yazıda tek tek dile getirilen iddiaları cevaplamak bana düşmez. (Eminim Yanardağ, kendi açısından gereken cevabı verecektir. Zaten KRT'den Çağlar Cilara’ya konuşmuş. Ayrıca ABC Gazetesi sitesinin yöneticisidir. Orada da yazar herhalde. ) Geçmişte gazetede yönetsel bir rolüm ya da sorumluluğum yoktu. Ancak şunu söyleyebilirim ki; Yurt en azından başlarda tarif edilen şekilde bir gazete değildi. O noktaya adım adım geldi veya getirildi. Demek ki etkileri halen sürüyor…
Kişisel kanaatim hep şu oldu; Yurt, başarılı bir “muhalif gazete” olma imkânı varken ve bu yolda ilerlerken fırsat belli nedenlerle çarçur edildi. (Yoksa Merdan’ın ve ilk kurucu kadronun olaya nasıl canla başla asıldıklarını ben biliyorum. Tersini söylemek haksızlık ve hatta iftira olur.) Sonuçta her zaman olduğu gibi kabak çalışanların başında patladı. Ben o yüzden olaylara hep gazetecilikte “emek cephesi”nden baktım ve “emek savunucusu” olan bir gazetede bu yaşananların oldukça “rahatsız edici” olduğunu vurguladım. En büyük “utanç” bu açıdandır!
O yüzden örneğin bir dönem bilhassa Derya Sazak zamanında yaşanan “ideolojik tartışmalar” beni hiç ilgilendirmedi. İdeoloji ile emek hakkı arasında “tutarlılık” yoksa en “mükemmel ideoloji”yi (!) savunsan ne olacak savunmasan ne olacak? Asıl “ayıp” emeğe karşı yapılandır. Bu konuda patronaj nedense hep lakayt (Daha hafif bir kelime bulamadım) davrandı. İnsanlar perişan oldu. Vebali ağırdır!
Tabii ki bir gazeteye haciz gelmesi “hoş” bir şey değildir. Üzücü bir durumdur. Hele de eski çalışanları veya yöneticisi tarafından. İçten içe herkes açısından trajik bir yan vardır. Bu anlamda o insanlara ya da varılan “tatsız” noktaya kızılacağı, öfkelenileceği, asabi manşetler atılacağı yerde “Biz bu noktaya neden ve nasıl geldik, sorumluluğumuz, payımız ne?” diye düşünmek daha makul ve anlamlı değil mi? Anlayana tabii ki!..
Suçlamak her zaman kolay, düşünmek ise zordur!..
NOT: YURT Gazetesi yönetiminin veya Durdu Özbolat’ın eğer farklı bir itirazı varsa bu köşede yer vermeye hazırım.
03.03.2016.