Gazetecilikte temel bir kural vardır: Haber satılmaz!
Yani para karşılığı haber ya da röportaj yapılmaz…
Ancak gazeteciliğin esamesinin okunmadığı bir devirde, elbette bu kuralı da umursayan kalmadı.
Artık röportaj da söyleşi de babalar gibi satılıyor!
*
Diyelim ki özel bir hastaneniz var.
Ya da kıytırık bir özel okul kurdunuz.
Çok tanınmadığınız için kapınızı çalan yok.
Üzülmeyin…
“Satılık sağlık programları”, “satılık eğitim programları” hizmetinizde…
Bazı sözde gazeteciler ve televizyoncular yıllardır bu işten çuvalla para kazanıyor.
Örneğin ulusal bir kanala çıkıp yarım saat ahkam kesmenin bedeli 5 bin dolardan başlıyor!
Yerel kanallarda hala bir 10 bin lira bu iş için yeterli!
Bastırıyorsunuz parayı, görevlendirdiğiniz doktoru ya da okulunuzun yetkilisini ekrana çıkarıp bir de “Türkiye’nin en büyüğü” muamelesi çekiyorlar.
Görünürde ekrana çıkan kulak doktoru işitme kaybına karşı geliştirilen yeni teknolojileri anlatıyor… Ya da eğitimci bey, bilime nasıl hizmet edeceklerini…
Ama hepsi palavra…
Tek amaç, hastanenin ya da özel okulun bilinirliliğini artırmak!
Yani haber ya da söyleşi adı altında reklam yapmak…
Eskiden bazı ciddi kanallar ya da gazeteler bu tür söyleşilerin başında veya sonunda “Bu bir reklamdır” ifadesini kullanırdı. Şimdi onu bile yapmıyorlar!
Kayıtsız, belgesiz, faturasız net kazanç!
Ne vergi var, ne RTÜK bilmem nesi…
Gelişmiş ülkelerde böyle bir uygulama elbette yok…
Onlar, gündemde olan bir konuyla ilgili uzman birini ekrana çıkardıklarında bir de “telif” ödüyor…
Bizimkiler bırakın telif istemeyi, ekrana çıkmak için bin takla atıyor.
*
Bu paralı tanıtımlar, uzunca bir süredir seçim zamanlarında da devreye sokuluyor.
Bir bakıyorsunuz ekrana bir adam çıkmış, siyasi projelerini anlatıyor…
Çöldeyüzer Belediyesi’nin (elbette böyle bir belediye yok, başıma iş açmamak için ben uydurdum) falan partiden aday adayı…
Bir saat boyunca Çöldeyüzer Kasabası’nı nasıl ihya edeceğini, kendisinin aslında ne kadar büyük bir adam olduğunu anlatıp duruyor.
Özellikle yerel televizyon kanalları, her seçimden önce bu tiplerle dolup dolup taşıyor.
Vaatler havada uçuşuyor, ekran vıcık vıcık paralı siyasete gömülüyor.
Programcılar emir kulu; ne yapsınlar, patron öyle istiyor. Onların tek karı, bu adayların gelirken getirdikleri bir tepsi baklava ya da kadayıftan bir çatal almak!
Patronlar ise mutlu:
Bu adaylar genellikle fatura istemedikleri için vergisiz kazançla bir açıklarını kapatıyorlar.
Siyasetçi adayları da mutlu:
Eşe dosta gösterecekleri bir televizyon maceraları oluyor.
Peki katledilen gazetecilik?
Etik…
Sorumluluk…
Tarafsızlık…
Objektiflik…
Ne yazık ki bunları umursayan bile yok!
*
Bu yazıyı okuduktan sonra ekrana çıkarılan konukları bir de bu gözle dinleyin…
Yayıncılığımızın ve gazeteciliğimizin düştüğü sefalete inanamayacaksınız!