GAZETECİLİK "CESARET" MESLEĞİNDEN ZİYADE "MERTLİK" MESLEĞİDİR!.. UMUR TALU HEM ÇÖLAŞAN'A HEM DOĞAN GRUBU'NA ÖYLE LAFLAR ETTİ Kİ!..

İnsanlar, başka insanlar, kurumlar için söylemesi (yazması) gerekeni "zamanında" da, onlarla birlikteyken de bir şekilde demeli...

Ben burada 'Yuh' demişim!


Bilirsiniz, Dipsiz Kuyu "medya eleştirisi (özeleştirisi)" ile dolup taşar.
Ama aşağıdakiler nasıl bir şey, aklım kesmiyor.
"Aşağılar"a gelmeden önce not:
İnsanlar, başka insanlar, kurumlar için söylemesi (yazması) gerekeni "zamanında" da, onlarla birlikteyken de bir şekilde demeli; yüzlerine de, ilkesel meselelerde ortaya da...
Ağızlarına alamayacakları türden lafları ise, birbirlerine girdiklerinde dahi sakınmalı.
"Mertlik" böyle bir şeydir.
Ve gazetecilik de, sanıldığı, abartıldığı, kiminin kendine atfettiği veya milletin kimine bahşettiği gibi, "cesaret" mesleğinden de ziyade "mertlik" işidir.
"Etik, metik" diye bazen içi boş kutsanıp yüceltilenler bazen de içi mıçılıp doldurulanlar, esasta "mertlik"e dairdir.
Tabii insanlık da öyle bir şeydir esasta.
İster "önce insan" olun; ister "önce gazeteci"...
"Mertlik" esastır.
Yoksa ne "cesur gazeteciler" var yeryüzünde, iki yüzüyle!


Çıt, gık
Bir gazeteci (yazar), yıllarca müessesini, patronunu övmüş; sonra sorun çıkmış, kovulmuş.
Kitap yazmış. Daha önce hiç açıklamadığını şimdi açıklamış: Meğer yıllardır yazıları sansürleniyormuş. Bu iktidara yaranmak için.
Kitap, suçladığı grubun kitap marketlerinde de aylarca satılmış.
Bir nevi hasılat bölüşülmüş. Tabii kötü bir şey değil.
Derken, medya grubu, aylarca satıp para kazandığı, kazandırdığı kitaba "Yalan"; yıllarca binlerce yazısını yayınladığı "gazeteci" ye de "Yalancı" deyip dava açmış.
Hatıramız şu:
Aynı gazetede, aynı grupta, "isminin açıklanması istenmeyen konular" a girdikleri için konulmayan yazılar, kovulan başka yazarlar olduğunda...
Şimdi, kovulduktan sonra da, "Ben bunların en makbul adamıydım" diyenden çıkmamış çıt...
Şimdi, mahkemede "Sansür vardı" mı yoksa "Yoktu" mu diyen, bir yanında patron bir yanında genel yayın yönetmeniyle katıldığı törende "Basın özgürlüğü" ödülü almış şahit dostundan gıkmamış gık!


Yüksek, alçak
Şu sıra kriz kapılara vuruyor ya...
Her köşede çok acı olacak ama gazetecilere de çarpıyor.
200 kişi birden çıkaran Çukurovalı medya grubu var.
Oysa 2001 krizinden sonra, "o zamanki iktidara yakın" diye, o gün "liberal" ANAP liderine çok yakın olan sonranın "ulusalcı" gazetecisine birkaç milyon dolar ödeyip "medya grup başkanı" yapan da onlardı.
"200 kişi birden" ha!
Kovdukları yazara açtıkları davada tanıklık yapan "Genel Yayın Yönetmeni" de "200 gazeteci"den bahsediyor.


"Onu el üstünde tutuyorduk. 2001 krizinde Hürriyet'ten 200 tane genç insanı çıkarmak zorunda kaldık. (Sayıyla vermiyorlar ya, "tane" tane sayar gibi yapıp yuvarlamış!) Bu işlemi yaparken aynı gün telefon aldık. Bana aynen bunu dedi: 'Maaşım kuşa döndü. O yüzden maaşımı dolara bağlayın.'
Kendisine '(Sonradan Kovulan Yazar) Bey, bunu yaparsak 15 kişinin işine daha son vermek zorunda kalırız' dedim. Buna rağmen ısrar etti. Dolara çevirmeyi kabul ettik. Türk lirasının yükselmesi, doların düşmesi üzerine, maaşının TL'ye çevrilmesini, kurun en yüksek olduğu noktadan yapılmasını talep etmiştir."
Ne günlerdi ama...
Mesela ben de aynı gruptan kovulmuştum.
Kalanlardan dolarlı maaşçılar TL'ye çevrilmişti! O kadar kişi kovulunca, hepsi kabul (ve buna da şükür) etmişti.
"Kovulan Yazar" ise şunu diyor:
"2001 krizinde AKP yoktu. Ben bunların en makbul elemanıydım. Bazı gazeteler ısrarla beni transfer etmek istiyordu. Maaşımı dolara çevirmeyi, gitmeyeyim diye (Genel Yayın Yönetmeni) bana bizzat önerdi. Kabul ettim. Doların değeri sabit kalmaya, hatta düşmeye başlayınca maaşımın liraya döndürülmesini istedim. Dövizin bir tek kuru vardır. Yükseği, alçağı yoktur."


Bu ne, ne bu
"Yüksek" ve "alçak" kurlu, akpartili, akçalı mevzular bir yana da...
Beni asıl şoke eden, hakikaten üzen, bir yandan da tiksindiren şu oldu:
Biri gazetenin önce Ankara temsilcisi, sonra da 15 yıllık yönetmeni, biri daha da kıdemli yazarı; yıllarca birlikte