"GAZETECİLİĞİN TABİATINA AYKIRI BİR GAZETECİ!" YASEMİN ÇONGAR'DAN OKTAY EKŞİ'YE SERT TEPKİ!
Taraf genel yayın yönetmen yardımcısı ve yazarı Yasemin Çongar Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi'nin Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısı ile yaptığı açıklamayı çok sert bir dille eleştirdi.
Basın Konseyi Başkanı Oktay Ekşi, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'un "mütareke basını" benzetmesi ile ilgili olarak "ifade özgürlüğüdür" açıklamasını yapmıştı.
İşte Çongar'ın "Sahicilik" başlıklı bugünkü yazısı...
Sahicilik
Pek değişken ama çok da tutarlı bir ölçüsü vardır sahiciliğin...
Değişkendir, çünkü her şeyin sahiciliğinin ölçüsü kendi tabiatıdır neticesinde. Tutarlıdır, çünkü her şeyin tabiatının kendine has bazı sabit özellikleri vardır.
Tahta yanar mesela, yanmayan tahtanın sahiciliği konusunda durup düşünürüz. Saç ağarır mesela, yaşını başını almış ama saçının tek bir teli bile beyaz olmayan bir kadının boya yaptırdığını biliriz.
Tahtanın tabiatı ile saça rengini veren pigmentin tabiatı birbirinden değişik ama kendi içinde tutarlı birer sahicilik ölçüsüdür velhasıl.
Ben “eşyanın tabiatı”na güvenirim. Tabiatına aykırı davranmaya zorlanan eşyanın buna direneceğini peşinen bilirim zira. Tabiatına aykırı davranan eşyanın, tabiatından, yani sahiciliğinden şüphelenirim.
Eşya, malum, “şeyler” anlamına geliyor ama “tabiatına uygun demek ki sahici” diye tarif edilebilecek bir ölçü, sadece “şeyler” için değil, şahıslar için de geçerli bence.
Şahıs derken şahsiyetten söz etmiyorum.
Yani “dürüst adam yalan söylemez, zalim adam merhamet etmez” gibi şahsi özelliklere dayalı genellemeler yok aklımda; o ziyadesiyle karmaşık bir konu.
Aklımdaki sahicilik ölçüsü çok daha basit, tanımlamaya, genellemeye, kurala dönüştürmeye çok daha uygun bir ölçü. “Mesleklerin tabiatı” diye adlandırabilirim bunu.
“Sahici” bir sporcu mesela, mesleğinin fiziksel ve ahlaki gereklerine uygun davranır, sağlıklı yaşamaya özen gösterir ve adı üstünde sportmendir; “sahici” bir hekim mesela, Hipokrat’ın “primum non necere” (önce zarar verme) ilkesine bağlıdır.
Bu açıdan bakınca, mesleğin tabiatına aykırı durumların istisnai değil kural olduğu bir ülke burası. Mesleğinin tabiatına aykırı davranan generallerin, siyasetçilerin, gazetecilerin arasında yaşıyoruz.
Düşünün ki, bir genelkurmay başkanı, kendi memleketindeki bir karakolun basılmasına, o karakolda dört çocuğun ölüme terk edilmesine “yağmur yağdı böyle oldu” basitliğinde bir açıklama getirmekten gocunmuyor. Bu işin nasıl olduğu konusunda astlarına hesap sormak, üstlerine hesap vermekle yükümlü bu general, “geliyorum” dediğini basının bile bildiği baskınla ilgili soruşturma yaptırdığını, sonuçlarını açıklayacağını söylemiyor.
Öyle bir genelkurmay başkanı ki bu, basılan karakola gideceği yerde, bölgede inceleme yapıp “duruma hâkim” olduğunu herkese göstereceği, birliklerini ziyaret edip moral vereceği yerde, mezuniyet yıldönümünü kutlamak için Anıtkabir’e gitmeyi, Ergenekon sanığı bir paşayla birlikte fotoğraf çektirip, ona moral vermeyi yeğliyor. Bunu yaparken, dört çocuğa mezar olan karakoldan sorumlu ordu komutanının da, Ergenekon sanığı olarak yargılandığını biliyor kuşkusuz ama ne gam. Gamlanmak şöyle dursun, “bu baskın nasıl oldu, niye önlem almadınız, niye yardımda geciktiniz” diyen gazeteleri “hain” ilan edecek kadar izansız bir general bu.
İşini kötü yapan bir general; işini yapmayan bir genelkurmay başkanı; mesleğinin fiziksel ve ahlaki gereklerini yerine getirmeyen, askerliğin tabiatına aykırı davranan bir adam; sahici bir asker değil yani... Ne yazık!
Ya Basın Konseyi’nin başkanına ne demeli?
Dün Dünya Basın Özgürlüğü Günü nedeniyle konuşuyor bu şahıs ve generalin yukarıdaki sözü için diyor ki, “bu söz, bir kısım gazeteciler tarafından tepkiyle karşılansa da ifade özgürlüğü çerçevesindedir.” Bu kadar...
Gazetecilere gazetecilik yaptığı için “hain” diyen generale sahip çıkan bir gazetecilik kuruluşu başkanından söz ediyoruz; mesleğini icra eden meslektaşlarına sahip çıkmayı aklına getirmeyen bir adamdan söz ediyoruz. Gazeteciliğin tabiatına aykırı bir “gazeteci”den söz ediyoruz velhasıl; sahici bir gazeteciden değil. Ne yazık!
Ya dün akşamüstü, siyasi partilerin kapatılmasını Avrupa kriterlerine uydurarak zorlaştırmayı, Meclis’i bu süreçte daha etkin, siyasi partileri de daha güçlü kılmayı öngören anayasa değişikliğine “evet” demeyen birkaç AKP’liyle, bilumum BDP’liye ne demeli?
Partileri defalarca kapatılmış siyasetçilerin partilerinin kapatılmasının zorlaşmasını istememesi siyasetin tabiatına uygun mu sizce? Milletin iradesiyle Meclis’e gelmiş vekillerin milletin iradesini daha güçlü, Meclis’i daha fazla söz sahibi kılacak bir düzenlemeyi desteklememesi parlamenterliğin tabiatına uygun mu? Bu siyasetçilerin “sahicilik” testini geçmesi mümkün mü?
Yazık ki ne yazık!