GAZETECİLİĞİ BAŞBAKANI ÖVMEK SANAN NAYLON MEDYA..

Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan bugünkü yazısında seçimleri ve seçimlerden sonra yapılan değişiklikleri eleştirdi.

Bir oyun vardır bilirsiniz, herkes sandalyelerde oturur, müzik çalmaya başlayınca hepsi birden yerinden kalkıp dönmeye başlar, müzik bitince de bütün oyuncular buldukları sandalyelere otururlar.

Her seferinde oyuncuların yerleri değişir.

Bizde de sanki böyle bir oyun oynandı.

Herkes dönmeye başladı, seçimde AKP yüzde elli oy alınca herkes bulduğu sandalyeye oturdu.

Aa, bir baktık herkes çok farklı yerlerde kendine bir sandalye bulmuş.

Askerî Şûra'da, çeşitli suçlardan tutuklu bulunan kırk general emekliye ayrıldı.

Bu, çok büyük bir operasyon ve bir daha darbeciliğe, çeteciliğe heves edecek generallere de büyük bir gözdağı.

Askerî vesayet anlayışına da büyük bir darbe.

Tabii şunu da gördük, bir ordu darbeciliği çok uzun yıllar benimseyip, siyasi iktidarın patronu gibi davranınca, o ordunun ölçüsü, disiplini, kimliği de kalmıyor.

Darbecilik, kişiliğini kezzap gibi eritiyor.

Ellerinden iktidarları gidince geride pek bir şey bulunmuyor.

Şûra toplantısının resmi çıktı ve çok konuşuldu.

Ramazan diye masada "su" yok.

Bir zamanlar sırf küstahça bir saygısızlık olsun diye "oğlum rakı getir" diye bağıran generaller, bu sefer de "biz Ramazan'da mutlaka hiç firesiz oruç tutarız, öylesine dindar generalleriz" görüntüsü verdiler.

Ne zaman bu kadar dindar oldu bu generaller?

Bir insan hem saygılı, hem de haysiyetli olamaz mı bu ülkede?

Saygısızlıkla dalkavukluk arasında durulacak adam gibi bir yer yok mudur?

Suları koyarsınız, istemezseniz içmezsiniz, "oruçlu olduğunuzu" böyle dünya âleme ilan etmenin ne âlemi var, generalliğin de, dindarlığın da suyunu çıkardılar gerçekten; benim bildiğim, gördüğüm gerçek dindarlar "niyetli" olduklarını söylemekten bile kaçınırlardı "gösterişçilik" olmasın diye.

Bizim generaller devran değişti diye alınlarına yazacaklar neredeyse "biz oruçluyuz" diye.

Ya "dindar" diye insanları ordudan atıyorlar, ya Ramazan'da hep birlikte "oruç" resmi çektiriyorlar.

Kim inanacak bunların samimiyetine?

Seçimden sonra generallerimizin oturduğu sandalye bu, samimiyetsiz bir dindarlık gösterisi, ölçüsüz bir dalkavukluk.

Peki, siyasi iktidarımızı hangi sandalyede bulduk.

"İşkenceye sıfır tolerans" diyen iktidar, seçimlerde yüzde elliyi görünce İdris Naim Şahin modeline geçti.

İşkenceciyi terfi ettiriyorlar.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını çarpıtıyorlar.

Başbakan, bu konuda eleştiri getiren kendi yöneticilerini bile azarlıyor.

İşkence ve işkencecilik ne başbakanı, ne de kabinesini rahatsız ediyor; kadınlara tecavüz edilmiş olmasına aldırmıyorlar, bir soruşturma bile açmıyorlar, aksine "tecavüze uğrayan" kadınları suçluyorlar.

Ramazan'da masaya su koymayacak kadar dindarlar ama kadınların "bize tecavüz ettiler" sözünü duymayacak kadar da insanların acılarına sağırlar.

Bu, nasıl bir dindarlıksa.

İçinde vicdan olmayan bir gösterişi bize "dindarlık" diye yutturacaklar.

Ben size bir şey söyleyeyim mi, dünyanın en büyük mabedini bile yaptırsalar, "bize tecavüz ettiler" diyen kadınların sesini duymamanın, aldırmamanın, o kadınların "bize tecavüz etti" dediği adamı sahiplenmenin günahını o mabede sığdıramazlar.

Bunun hesabını Mahkeme-i Kübra'da da verirler, seçim sandığında da verirler.

Ne Allah affeder bunu, ne kul.

İktidarımızın oturduğu iskemle bu.

Siyasi iktidar "oruçlu generalleri ve işkenceci polisleriyle" birlikte "devlet" iskemlesine oturunca, bir zamanlar devletin her suçunu savunan CHP'nin de sandalyesi değişti.

Evvelde en hayırlı yasaları bile Anayasa Mahkemesi'ne götürüp engelleyen CHP, şimdi iktidarın işkenceciye sahip çıkmasını uluslararası platformlara taşıyor.

Gerçek bir muhalefet partisi gibi davranıyor.

Bizde haberini okuyacaksınız, Rıza Türmen açıkladı, işkenceci polisin terfi etmesini hem Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'ne, hem de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'na taşıyacak CHP.

İktidarın "işkence severliğine" karşı çağdaş dünyanın harekete geçmesini isteyecek.

Çok da doğru yapacak.

Bir vakitler, AKP, generallerin insafsız sultasına karşı çağdaş dünyanın desteğini arardı, şimdi AKP "Şanghay Beşlisi" hayallerine savruldu, iktidarın "her istediğimi yaparım istediğim işkenceciyi de terfi ettiririm, kılımı da kıpırdatmam" pervasızlığına karşı CHP çağdaş dünyanın desteğine başvuruyor.

İçerideki baskıya karşı, çağdaş dünyanın desteği herkes için önemli.

"Canım isterse işkenceciyi terfi ettiririm" diyen adamın yarın canının ne isteyeceğini hiç birimiz bilemeyiz çünkü.

Generalleri var, polisleri var, başbakanı övmenin tek gazetecilik türü olduğunu sanan naylon medyası var ama bir de bunlara karşı direnen insanlar ve bu insanlarla aynı hassasiyete sahip çağdaş bir dünya var.

Bakalım herkes bugün oturduğu iskemlede ne kadar daha oturacak.

Müzik bir daha durduğunda kimi nerede göreceğiz.

Hayat sürer, müzik çalar çünkü.

Ahmet Altan/Taraf