Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'ndan "kaset" açıklaması! Camiaya yıkmak günahtır!

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından İstanbul'da gerçekleştirilen "Siyasetin Dilindeki Din Çalıştayı"nın sonuç bildirgesi açıklandı.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ayhan Tekineş tarafından okunan sonuç bildirgesinde, Fethullah Gülen'in 'yalancı peygamber', 'sahte veli', 'haşhaşi', 'hain' ve 'terörist' gibi iftira ve yakıştırmalarla karalanarak itibarsızlaştırılmaya çalışıldığı belirtildi. Bildirgede, bunun din, ahlak, vicdan ve insaf ilkeleriyle asla bağdaşmadığı ifade edilerek, "Bu hakaretlerin bütün alimlere karşı yapılmış bir saygısızlık olduğu ve toplumda alimlere karşı olan saygıyı yıkacağı unutulmamalıdır" denildi.

"DİNİ REHBERLER SESSİZ KALIYOR"
Son dönemlerde bazı çevrelerin dindar kitlelerdeki vicdani ağırlığını kullanarak, sivil ve sosyal muhalefeti susturmaya çalıştığı belirtilen açıklamada şu görüşlere yer verildi:
"Bu yalnızca dinin değil, dini duygu ve duyarlığın da istismarı anlamına gelmektedir. Atılan bunca iftiralara rağmen, kaç aydır hukuken suçlamaya haklılık kazandıracak tek bir delil gösterilememesi, iddia ve iftira sahiplerini kamuoyu nezdinde yalancı ve müfteri konumuna düşürmektedir. Maalesef dini kavramlar suiistimal edilerek, medya üzerinden aylardır politik ve sosyal bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Daha acısı da bütün bunlar karşısında dini rehberlik etme konumunda bulunan insanların sessiz kalmasıdır."

"CAMİAYA YIKMAK GÜNAHTIR"
Dini prensiplere göre, başkalarının mahremini araştırmanın günah olduğu vurgulanan sonuç bildirgesinde, "Kamuoyuna son günlerde sunulan, özel hayatın gizliliğini ihlal eden, başkalarının ayıp ve kusurlarını deşifre eden kasetleri, hiçbir delil ortaya koymadan Camia'ya isnad etmek, karalama kampanyasının uzantısı olup, itibar suikastıdır ve dinen günah olduğu gibi, hukuken de suçtur" denildi.

HOLDİNG BASKINI
Basın toplantısının ardından, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkanı Mustafa Yeşil gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Kaynak Holding'e yapılan baskını değerlendiren Yeşil, "Rutin bir mali denetim olduğunu ifade ettiler. Başka bir mütalaa yürütmemiz zor. Ancak camiaya hizmet hareketinin sürekli gündeme getirildiğini biliyoruz. Medyadaki bazı sözler camiaya operasyon yapılacağı korkusu içermekte. Buna dönük bir yayını 3 yıllık bir süre içerisinde devam ettirmektedirler" diye konuştu.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın açıklamasının tam metni şöyle:
Son günlerde yaşanan toplumsal ihtilafı tetikleyen dini hoşgörü ortamını zedeleyen bazı siyasi beyanlar, dini kavramların içinin boşaltılması ve İslami pratiklerin değersizleştirilmesi üzerine ilahiyat camiasındaki akademisyenler ve aydınlar olarak aşağıdaki değerlendirmeyi kamu oyu ile paylaşmayı bir zaruret gördük.
İlkeler
1- Bilindiği gibi İslam her şeye bir meşruiyet ölçüsü getirmiştir. Her söz ve eylemin meşru bir sınırı vardır. Mesela müstehcen söz’e getirilen yasak, bir âdâb-ı muaşeret sınırı sayılırken, açık küfür ve küfrü çağrıştıran söz ise İslami literatürde “elfaz-ı küfür” (insanı dinden çıkarma tehlikesi olan söz) diye nitelendirilmektedir. Buna rağmen gerek Kur’ana hakaret edici sözler ve gerekse bazı siyasilerin kullandıkları ifadeler, günlerdir ortalıkta dolaşmasına rağmen hiçbir tashih ve redle karşılaşmaması son derece düşündürücü ve hayret vericidir. Ayrıca bir vekilin açıkça bir devlet büyüğü için; “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplamıştır”, “Bizim için ikinci Peygamber gibidir” ve “ezeli ve ebedi lider”, gibi sözler kabul edilebilecek ifadeler değildir.
2- Diğer taraftan saygın bir din alimini ve onu seven milyonları hedef alarak; “bunların imanından şüphe ediyorum”, “bunları ancak cehennem paklar”, “bunlar sapık” şeklinde sözlerin sarf edildiğine şahit olmaktayız. Oysa bu sözler son derece riskli ve kişiyi itikadi açıdan tehlikeye sokacak sözlerdir. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s), “Hiçkimse başka bir kimseyi fasıklıkla suçlamasın ve onu küfürle itham etmesin. Eğer itham ettiği kimse, dediği gibi değilse bu sıfatlar muhakkak itham edene döner.” (Buhari, Edeb 44) buyurmakla bu îtikâdi tehlikeye dikkat çekmektedir. Bu sözler ve bu sessizlik yetmiyor gibi kamuya karşı işlenen suçlar karşısında bir vekilin günah özgürlüğünden dem vurması ise tek kelimeyle içler acısıdır.
3- Son günlerde bütün bu kamplaşma ve tartışmaların alevlenmesinin temel sebeplerinden birisi ve belki en önemlisi bilindiği gibi 17 aralık operasyonları ile ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarıdır. İslâm’da yolsuzluk, rüşvet, kamu malını gasp ve suiistimal haramdır.

Şunu açıkça ifade etmelidir ki İslam’da hayır işi rıza esaslıdır. Kimseden zorla bağış alınamaz. Rüşvet, irtikab, zimmete geçirme gibi gayr-i meşru ve gayr-i hukuki kazanç sağlamalara “cebri hayır” kisvesi içinde dini bir meşruluk kazandırılamaz. Bu tür uygulamalar, dinen bilinen meşru bağış yollarına aykırıdır. Kamu hakkı Allah hakkıdır, cebir, konum ve makam istismarı yoluyla elde edilen hiçbir kazanç helal ve meşru sayılamaz. Buna dini meşruiyet aranması veya bu irtikâplar karşısında sessiz kalınması haramı onaylamak manasına gelir.

Bu iddiaların ortadan kaldırılması için hukuki süreçler işletilmek yerine, yolsuzluklar her gündeme getirilişinde “Beraatı zimmet asıldır.” esasını zikredip de, paralel yapı muamması altında her gün bizzat büyük bir camiayı zan altında bırakacak iftira, yalan ve hakaretlerde bu esasın hatırlanmaması tam bir çifte standarttır. 17 aralık operasyonlarının temel konusu olan rüşvet, rant, yolsuzluk, irtikab ve fasit ihaleler ne dinen ne hukuken ne de insaniyeten kabul edilemez.
4- Dini ve ahlaki prensiplere göre başkalarının mahremini araştırmak günah olduğu gibi, suizan, yalan ve iftiralarda bulunmak da günahtır. Hal böyle iken, kamuoyuna son günlerde sunulan özel hayatın gizliliğini ihlal eden, başkalarının ayıp ve kusurlarını deşifre eden kasetleri, hiçbir delil ortaya koymadan camiaya isnad etmek, karalama kampanyasının uzantısı olup itibar suikastıdır ve dinen günah olduğu gibi, hukuken de suçtur.
5- Bir başka mesele de, “ulu’l emr” kavramı etrafında meydana getirilen zihni karmaşadır. Bu kavramın Kur’ani referansı olması, dindar kitle üzerinde vicdani baskı unsuru olarak kullanılmasına yol açmaktadır. Oysa islami literatürde ulu’l emr’e itaat dini meşruiyet çerçevesinde kalmalarına bağlıdır. Kaldı ki ortada dini anlamda bir siyasi otorite değil, çağdaş demokratik ilkeler doğrultusunda kurulmuş bir iktidar ve hükümet vardır. Ve bu kurallar doğrultusunda her türlü eleştiri meşru ve yapıcı addedilmektedir. Demokrasi rejimi hem siyasi hem sivil muhalefet üzerine kurulu bir rejimdir.
Maalesef son zamanlarda bazı çevreler bu kavramın dindar kitlelerdeki vicdani ağırlığını kullanarak, sivil ve sosyal muhalefeti susturmaya çalışmaktadır. Bu yalnızca dinin değil, dini duygu ve duyarlığın da istismarı anlamına gelmektedir.
6- Atılan bunca iftiralara rağmen kaç aydır hukuken suçlamaya haklılık kazandıracak tek bir delil gösterilememesi, iddia ve iftira sahiplerini kamuoyu nezdinde yalancı ve müfteri konumuna düşürmektedir. Maalesef dini kavramlar suiistimal edilerek medya üzerinden aylardır politik ve sosyal bir karalama kampanyası yürütülmektedir. Daha acısı da bütün bunlar karşısında dini rehberlik etme konumunda bulunan insanların sessiz kalmasıdır. “Ma’riz-ı hacette sükût ikrardır” (konuşulması gereken yerde sükut etmek, söylenilenleri kabul etmek sayılır.) kaidesince bu sessizliğin tutarlı ve duyarlı bir mümin duruşu olmadığını söylemeliyiz.

Günlerdir sistemli ve ısrarlı biçimde kullanılan yalan, iftira, hakaret, suizanda bulunma, alaya alma ve karalamanın, dinde haram olmasına rağmen adeta “el-harbu hud’atün/harp hiledir” fehvasınca, sanki müşru bir savaş ortamı varmış da, yalan söyleme fetvası almışçasına pervasızca kullanılmasını tasvip etmiyor, mümin bir duruşa da yakıştıramıyor ve İslâmın emrettiği kardeşliği yıkıcı buluyor ve müslümanlar arasında telafisi mümkün olmayan yaralar açacağına inanıyoruz. Bu tutumları İslam’ın, ismet, iffet, ahlak ve muâşeret kuralları ile telif etmek mümkün değildir.
7- İslam ilim geleneğinde ulemanın saygınlığı vardır. Alimler, peygamberlerin varisleridir. Muhterem Fethullah Gülen Hoca Efendi de, son asırda yetişen alim, arif ve bilge bir şahsiyettir. Kuran, sünnet, sahabe pratiği ve 14 asırlık İslam geleneğine bakıldığında, Fethullah GülenHocaefendi’nin eserleri, hizmetleri ve hizmet metodolojisi ile bu geleneği sadakatle izlediği görülmektedir. Dolayısıyla İslam geleneğine bu denli sadakatle bağlı bir alimin “yalancı peygamber”, “sahte veli”, “haşhaşi”, “hain”, “terörist” gibi iftira ve yakıştırmalarla karalanarak itibarsızlaştırılmaya çalışılması din, ahlak, vicdan ve insaf ilkeleriyle asla bağdaştırılamaz. Bu hakaretlerin bütün alimlere karşı yapılmış bir saygısızlık olduğu ve toplumda alimlere karşı olan saygıyı yıkacağı unutulmamalıdır.
Yine ifade edelim ki, politik saikli hakaret ve saygısızlıklarla esasında Fethullah Gülen Hoca efendinin şahsında, İslam âlim profili ve geleneği yıpratılmaktadır. Fethullah Gülen Hoca efendiye karşı gösterilen bu tavrın yarın diğer alim ve kanaat önderleri için de sergilenmesinden endişe duymaktayız. Bu haksızlık karşısında gösterilen suskunluk ise son derece vahimdir. Bugünkü politik hamleler maalesef yalnızca Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin ilmi şahsiyetine değil, 160 ülkede kültürel değerlerimizi, manevi dinamiklerimizi yansıtan kültür elçilerine ve onu seven milyonlara ve dolayısıyla Türkiye ’nin uluslararası itibarına da yönelik olduğunu belirtmeliyiz.