Gazete Habertürk yazarları okurlarına böyle veda etti!
Ciner Yayın Holding bünyesinde 1 Mart 2009 tarihinde yayın hayatına başlayan Habertürk bugün son sayısını yayınladı.
Bugün itibariyle yazılı basın serüvenine son veren Gazete Habertürk'ün köşe yazarları; Umur Talu, Fatih Altaylı, Muharrem Sarıkaya, Serdar Turgut, Nihal Bengisu Karaca, Nagehan Alçı, Sevilay Yılman, Oray Eğin, Soli Özel ve Özcan Tikit son baskıdaki yazılarıyla duygu ve düşüncelerini okurları ile paylaştı.
Bugün itibariyle yazılı basın serüvenine son veren Gazete Habertürk'ün köşe yazarları; Umur Talu, Fatih Altaylı, Muharrem Sarıkaya, Serdar Turgut, Nihal Bengisu Karaca, Nagehan Alçı, Sevilay Yılman, Oray Eğin, Soli Özel ve Özcan Tikit son baskıdaki yazılarıyla duygu ve düşüncelerini okurları ile paylaştı.
UMUT TALU: KÂĞIT UÇSA DA SÖZ VE YAZI KALIR!
BEN kâğıt gazete içine doğdum. Kâğıt gazetelere yazı yazan babam vardı. Son dönemleri, biri takma isimle iki ayrı gazeteye yazarak ve artık ayağa kalkamadığı için, Babıâli emekçisi “Memet Bey” ile Bağlarbaşı’ndan Cağaloğlu’na göndererek. Bazen hangi yazının kime olduğunu karıştırsa da.
Önce babam öldü. Kâğıdın ölümsüz göründüğü bir devirde. Kâğıt gazetenin ölümü bu kuşaklara kaldı; tamamen ölecekse!
Yıllar sonra, “Online Memet Bey” diye yazacaktım. Mesleğe başladığımda sadece teleks varken, faksın gelişi büyük olay olmuşken; sonra tam 3 gazetede “dijital”in ilk bebek adımlarında fiilen vardım. “Başka bir şey” başlamıştı artık.
Esasen, “TV, gazeteyi öldürür” kehaneti boş çıkmıştı; çünkü yazı direnirdi. Ama bu “yeni şey” bizzat “yazının yeniden icadı”ydı.
Ders verdiğim üniversitede çocuklara demiştim ki: Yazıyı öldürürse yine yazı öldürür! Küllerinden doğmak üzere.
KÂĞITLA BAŞLAMADI KÂĞITLA DA ÖLMEZ
Habertürk o yeni döneme “internet sitesi” olarak doğmuştu. Onun adından, çok önemli bir gazete ile TV kanalı doğdu. Çok özel bir devirde, kurucularının azmi, cesareti ve her çalışanın kattığı büyük emekle.
Şimdi Habertürk kâğıt gazetesinin, “ölümü” demeye dilim varmaz ama “vedası”nı ilan etti. “Dijital ve TV’de daha güçlü bulunma kararlılığı” ile.
Bizim gibi kâğıt içine doğanlar, okuma yazmayı gazeteyle sökenler, dünyayla ilk bağlantısını onunla kuranlar, “Ne yazmış” diye soranlar, “Ne yazmalı” diye düşünmüş olanlar için her gazetecinin, her gazetenin yok oluşu büyük kayıp.
En büyüğü “gazeteciliğin yok oluşu” olmalı zaten!
Ancak insanoğlunun iletişim ve ifade çabası nasıl kâğıtla başlamamışsa, kâğıtla da ölmez. Mağara duvarına çizdiğinden beri insan yazı ve çiziyle anlatmak istiyor. Bu çabanın ve onun çok özel bir biçimi olan gazeteciliğin ölümü yoktur.
Sadece zaman değişir, mecralar değişir ama ne söz uçar, ne yazı kaçar!
Habertürk’ün yeni ufku da, Türkiye’nin iyi ve kötü gününde çok önemli bir renk olan gazetenin başarıları ile kâğıdın, gazetecilerin, işini kaybedenlerin acısı ve hüznü içinden; insanoğlunun yeni mecrası ve macerasına daha yoğun bir yolculuk muhtemelen. Öyle olmalı. Çünkü insanların, ülkenin ve hakikatin özgür, çok sesli bir yolculuğa hep ihtiyacı var.
Bu da böyle bir sorumluluk!
***********
FATİH ALTAYLI: EN GÜZEL RÜYAYDI
“BUGÜN veda yazısı yazacaksın” dediler.
“Alışkınım, yazarım” dedim.
Arkamda bıraktığım 36 gazetecilik yılında pek çok veda yazısı yazdım.
Yazdığım gazetelerin sayını unuttum neredeyse.
Cumhuriyet, Söz, Gelişim, Güneş, Günaydın, Hürriyet, Sabah, Habertürk.
Anlayacağınız pek öyle duygusal olacak bir durumum yok.
Ama yine de bir miktar duygusallık oluyor haliyle, veda yazısını Habertürk’te yazınca.
Çünkü bu gazete “bendim”.
Sevgili Turgay Ciner’in inancı ve desteğiyle, elimizden haksızca alınan bir gazetenin yerine kurduğumuz gazeteydi Habertürk.
Önce bir fikirdi.
Sonra adım adım gerçek oldu.
4 büyük kentte matbaa kuracağımız arazileri dağ tepe dolaşarak birer birer bulduk.
Binalarını rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede inşa ettik.
Dünyanın en gelişmiş matbaa teknolojisi için dünyanın en büyük matbaa üreticileriyle yaptığımız pazarlıklar dün gibi aklımda.
Sonra bu altyapıyı bir gazete haline getirecek ekibin kuruluşu.
Babıâli’nin en genç ve en iyi gazetecilerini aynı çatı altında, aynı büyük heyecanı paylaşan bir ekip olarak buluşturmamız.
Turgay Ciner’in bir işadamı olarak müthiş ufku ve her alandaki merakıyla benim gazetecilik heyecanım buluşunca ortaya Habertürk çıktı.
Hiç görülmemiş boyutlarda, hiç denenmemiş bir kâğıda, hiç olmamış bir baskı kalitesiyle ve muazzam bir gazetecilik aşkıyla başladık her şeye.
Gazete çıkmadan önce yapılan röportajlarda “100 bin satar mısınız?” diye sorulunca hakaret kabul ediyordum.
Hedefimiz en büyük olmaktı.
Rakiplerimizin yöneticilerinin, “Kısa sürede kapanırlar, 30 bin bile satamazlar” cümleleri kulağımıza geliyor ve bizi eğlendiriyordu.
Habertürk yayına başlar başlamaz önce 200 bin, sonra 300 bin, sonra 400 bin barajını aştı.
Kendini “amiral gemisi” zanneden gazetelerle başa baş olmuş, etkinlikte hepsini geçmiştik.
Fikr-i takip gibi unutulmuş gazetecilik ilkelerini uyguluyor, olayların peşine düşüyorduk.
Münevver Karabulut cinayetinin zanlısını yakalatmak için verdiğimiz çaba sonuca ulaştığında henüz bir-iki aylık gazeteydik.
Her manşetimiz ses getiriyor, her manşetimiz günlerce gündem oluyordu.
Bu arada Türkiye farklı bir siyasi deneyimden geçiyor ve bizim gazeteciliğimiz de bundan kendine düşen payı alıyordu.
5. yılın sonunda bıraktım Habertürk’ü yönetmeyi.
Bayrağı devralan arkadaşlar aynı şevkle devam ettirdiler.
Ama piyasa koşulları, Türkiye koşulları tüm gazeteleri vurduğu gibi bizi de etkiledi.
Tüm renkler aynı hızla kirleniyordu ama birinciliği biz aldık.
Bugün kâğıda basılı Habertürk’ün son günü.
Bu gazete artık yok.
Ama Habertürk ve biz var olacağız.
Gazeteciler ve o gazetecilerin fikirleri kolay yok olmuyor. Direniyoruz zamana.
Direnmeye de devam edeceğim kendi adıma.
Bu gazeteyi, daha doğrusu bu eşsiz gazeteyi yaratmamız için bize destek veren, bize inanan ve arkamızda duran Turgay Ciner’e nasıl teşekkür etsem bilemiyorum. Kelimeler yetmez.
Meslek hayatımın en keyifli deneyimiydi.
Çalıştığım en harika ekiple çalıştım. Tek tek hepsine teşekkür ediyorum yol arkadaşlıkları, yoldaşlıkları ve güvenleri için. Bu gazete sizin yüzünüzden değil, size rağmen kapanıyor, siz Türkiye’nin en iyi gazetecilerisiniz. İyi ki vardınız, iyi ki var olmaya devam edeceksiniz.
Tanıdığım en iyi ve en evrensel patronla bu rüyayı gerçekleştirdik.
Merak etmeyin, yarından sonra da Habertürk internet sitesinde ve Habertürk TV’de sizlerle olacağım.
Ama emin olun o kâğıdın hışırtısını, mürekkebin o kokusunu çok özleyeceğim.
Siz de özleyin olur mu!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
“Son” değil, “Başlangıç” dediğimiz zaman.
**********
MUHARREM SARIKAYA: DİJİTALE MESAJ
Dijitale mesaj
ZAMANI gelmiş fikirlerin önünde durulamaz, büyük dönüşüm yaratır...
Ortam da zorluyorsa dönüşümü keskin olur.
Öyle de oldu, “smart&dijital” çağın yeni dinamikleri, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden hem yaratıcı hem de vicdansız yok edici etkilere yol açtı.
Elinizde tuttuğunuz gazetemizin son baskısı için de durum böyle...
Bugünden itibaren kâğıt baskısı olmayacak...
Neslimde yetişmiş biz gazeteciler için üzüntü verici...
Çünkü biz, kurşun kalem odununun tadını, tükenmezin boyasını bilen nesiliz.
Gazete bürolarıyla aynı binada olan matbaaların, tiner-boya karışık kâğıt kokusuyla yetiştik.
Tipo, yarı ofset ve ofset matbaaların gazeteyi basmasına bizzat eşlik ettik.
Daktilonun tuşuna bastığımızda, harf tokmağıyla eşzamanlı yukarı yükselen şaryonun ardındaki kırmızı-siyah şeridin boyasını kâğıdın üzerine aktarmasına tanıklık ettik.
Haberin her aşaması bizim için izlenebilir bir gerçekti...
Belki bundan, bizim nesil adapte olmakla birlikte büyüklerimiz, aşamalarına tanıklık edemediği bilgisayara uzun yıllar ısınamadı, klavyeye geçişleri zor oldu.
İnternet haberciliği açısından da durum aynıydı, toplum inandırıcılık bağını kuramadı.
Haberin, dijital ortamda artan hızı bilginin devresini yaktı.
İnternet habercileri de ilk aşamada iyi sınav veremedi.
EKİP BAŞARIR
Ancak teknoloji, içine doğduğu her toplum gibi bizi de değiştirdi.
Habertürk de internet ortamında gerçek haberin verilebileceğini göstermekle kalmadı, uzay üssüne benzer matbaalarında gazetenin yeni modelini de yarattı.
Patronundan yazarına, yöneticisine, idari işlerine, matbaa işçisine kadar aile ortamında başarıyı birlikte omuzladı.
Kırk yıllık gazetelerle 2 yıl içinde rakip olmakla kalmadı, onları habercilikte peşinden sürükledi...
Genç yeni isimler de yarattı.
Simavi Hürriyet’i, Abdi İpekçi Milliyet’i, Nadir Nadi-İlhan Selçuk Cumhuriyet’i ekolünden, ocağından gelen gazetecilere, Habertürk kültüründen, ocağından yetişenler eklendi.
Habertürk’ü her gün yeniden üreten bu ekip, imaj, öfke, nefret, hakaret yerine, sadece gerçek haberi üreterek bunu başardı.
Dün yeni gazeteciliği yaratan bu ekip, yarın da gerçeğin kâğıtta değil, haberin içeriğinde olduğunu kanıtlayacaktır.
Dünü, yarınının teminatıdır.
*********
SERDAR TURGUT / YAYIN YÖNETMENİYLE ROMANTİK YAZIŞMAM
Yamyamlığı galiba olmadı, ama yazı işlerinin ortasına pazar yeri kurup gazetecilere iyi karpuz seçmeyi öğretmiştir.
Bundan şikâyetçi olan kadınlar aslında ne kadar da şanslı olduklarını bilmiyorlar. Çünkü o karpuz yerine orta yere tezek döküp “Kaliteli tezek nasıl seçilir?” diye de anlatabilirdi.
Kâğıt baskı gazeteye bir çiftçi duyarlılığını getirmiş bir adamın şimdi dijital yayın döneminde neler yapabileceğini düşünün. Üstelik şu anda tamamen delirmiş de durumda.
Deliliğinin kanıtı önceki akşam bana attığı şu mesajdı: “Abi sen benden de köylü çıktın.”
Selçuk’tan başkası, örneğin Oray söylemiş olsaydı bu cinayet davamda hafifletici neden olabilirdi. Ama Selçuk bunu sıcak duygularla söylüyor; çünkü o bir manda sineği kovmak için kuyruğunu sallarken suratına çarpsa bunu romantik bir dokunuş olarak algılıyor.
Bu yüzden aslında ben de en az onun kadar deli olduğumdan “Bir gün seninle tarlada mutlaka yürüyeceğiz” diye cevap yazdım.
Mesajımın ikinci bölümünde “Tarladan geri dönerken o gömülü olacağından tek başıma olacağım” dediğimi göremedi.
Kâğıt baskı döneminde onu öldürmeye fırsat maalesef olmadı, ama yeni dönemde dijital yayıncılığımızda bu hatamı mutlaka düzelteceğim.
******
NİHAL BENGİSU KARACA: 9 YILIN ARDINDAN
Geriye doğru baktığımda her şeyin her zaman kolay olmadığını hatırlıyorum. Ama her şeyin “organik” olduğunu da hatırlıyorum. Acısıyla tatlısıyla bu gazeteye emek verdiğim 9 yıl boyunca yaşadığım tartışmalar da mutabakatlar da sahiciydi.
Gazetemizin CEO’su Kenan Tekdağ’ın dünya ve Türkiye tarihi okumalarından; olaylara hukuk perspektifinden bakan sohbetlerinden ne kadar faydalandığımı hatırlıyorum sonra. Tekdağ’ın Ergenekon ve Balyoz’dan tutuklu olanların yargılamalarında gerçekleşen hukuk skandalları ışığında yaptığı “cemaat” analizleri, yapıyı terör örgütü olarak nitelendirilmeye kadar götürecek sürecin ilk ve en erken okumalarıydı.
FETÖ’nün bu devletin yargısına nasıl zarar verdiğine dair ilk birikimim bu sohbetler sayesinde oldu desem yalan olmaz. Bilişim devrimine ayak uydurmakla ilgili azmini hatırlıyorum gazetemizin. “HT Blog”da, “HT Dokun”da yazılı baskıyı internetle harmanlama arayışının ürünleriydi. Sözün özü talimatla değil tahkikatla, dayatmayla değil tartışmayla yol alan, yeniliklere açık, hepsi birbirinin aynısı olan insan malzemesiyle değil çoğulcu bir yapıyla hareket etmeye önem veren bir yapıydı Habertürk Gazetesi.
“Gücü Özgürlüğünde” sloganı bir lafügüzaf değildi. Nitekim içini doldurmak için gece gündüz çalışan kadrosuyla elde ettiği itibarı ve saygınlığı sonuna kadar hak etti. Şimdi en üzücü olanı, onu okumaya hazır hale getiren çalışanlarının, emek verenlerin işlerini kaybetmeleri olacak. Çünkü ne yaparsanız yapın sizin dışınızdaki değişimin sizi alt ettiği zamanlar olacaktır. Çünkü hem Türkiye değişti hem dünya.
Türkiye’nin yaşadığı sarsıntılar, 15 Temmuz başta olmak üzere bir dizi olumsuz operasyon girişimi, ülkenin demokratik hayatı üzerinde sert tedbirler alınmasına yol açtı.
Sonra bir de dijital devrim meselesi var. Televizyonun, internetin, mobil iletişim imkânlarının öne geçtiği, insanların haberleri tweet’lerden okuduğu günlere gelindi. Eğitim ya da gelir seviyesinin artışı da gazete okumayı pozitif yönde etkilemiyor artık. Uydukentlerin, güvenlikli sitelerin artışı ile kâğıda basılı gazetenin okura ulaşımı bile birbirini olumsuz etkiliyor. Misal işinden çıkıp bakkalsız, mahallesiz bir bölgeden geçerek güvenlikli sitesine gelen; kapalı garajına park ettiği arabasıyla direkt dairesine çıkan ve televizyonu açıp bir yandan da internette sörf yapmaya başlayan yeni nesil çalışan kesimin gündeminde kâğıda basılmış gazete yok.
Hiç kuşkusuz, Habertürk Gazetesi’nin çoğulcu, demokratik, objektif, haberci ruhu başka platformlarda devam edecek, ama bu “ruh” artık eski bedeninde olmayacak. Oysa tıpkı insanlarda olduğu gibi gazetelerde de beden, kimliğin yarısıdır. Habertürk’e artık dokunamayacağız, kahvaltımıza eşlik etmeyecek, sayfalarını karıştırıp üzerine kahve damlatamayacağız.
İnşallah daha iyi olur, diyelim. İnşallah “Elveda dünya. Merhaba kâinat” dizelerinde olduğu gibi olur. İnşallah bu kayıp daha büyük ve kuşatıcı bir düzleme geçişin sancısıdır. Umut edelim, öyle olsun.
*******
NAGEHAN ALÇI: YOLUMUZ AÇIK OLSUN...
BİR yıldan fazla oldu. Geçen yıl haziranda Habertürk Gazetesi’nde yazmaya başladığımda hep dikkatle takip ettiğim bir mecrada bulunmaktan gurur duyuyordum ama burada olmanın etkilerinin neler olacağını açıkçası bilmiyordum...
Sonra yolculuk başladı ve 17 yıllık meslek hayatım boyunca ender rastladığım bir uyumla karşılaştım. Okurlar ile aramızda çok güzel ve yoğun bir bağ oluştu. Müthiş bir yaygınlık, gündem yaratma gücü, kalem özgürlüğü ve ferahlık gördüm bu grupta. Ekip ruhuyla çalışan, kendine özgü bir gazeteydi Habertürk. Başta Selçuk (Tepeli) ve Kürşad (Oğuz) olmak üzere bütün yazı işleri ekibinin hayatlarını severek adadıkları bir “vaha”ydı adeta...
Bugünden itibaren bu vaha mecra değiştiriyor. Aynı ruh ve aynı özveriyle yapılan haberler ve sayfalar bundan böyle dijital platformda olacak. Yani Habertürk Gazetesi kapanmıyor. Bir dijital gazete geliyor. İçerik üreten, habercilik yapan, biz yazarların aynı şekilde özgürce ve farklı seslerle yazdığımız bir mecra bu. Bildiğiniz, güvendiğiniz Habertürk Gazetesi’nin internetteki yansıması...
Bir yandan heyecanlı, bir yandan da hüzünlü ve tuhaf bir süreç. Yeniye hazırlanmak umut verici olsa da kâğıdın kokusu, baskının heyecanı, sayfaların dizilmesinin her günkü koşuşturmasını her zaman büyülü bulmuş bir gazeteci olarak sabahları elime Habertürk almayı özleyeceğim...
Habertürk ismini renkleriyle, haber çeşitliliğiyle ama benim için en çok yazara hissettirdiği özgürlükle medya tarihine yazdırdı. Burada çok emek var, birazını bildiğiniz ama çok daha fazlasını tahmin bile edemeyeceğiniz bir emek...
Bundan sonra da aynı emeğin dijitalde devam edeceğini unutmayın lütfen. Dünya değişirken, buna en hızlı adapte olan avangart bir gazete Habertürk. Bizim peşimizden gelen çok olacak... Yolculuğumuz devam ediyor...
*****
SEVİLAY YILMAN: ŞAMPİYONLAR ZİRVEDE BIRAKIR
Bir yandan bu işin eğitimini almış gazeteci olarak bir devrin kapanmasını öylece izliyor olmaktan çok hüzünlüyüm, ama diğer yandan Ciner Medya Grubu patronajının Türk medya tarihine altın harflerle yazılacak devrim niteliğindeki bu kararının bir parçası olmaktan da mutluyum.
Çünkü bir dönem kapanıyor, ama yepyeni bir dönem için de dev bir adım atılıyor bugün. Belki şimdi değil, ama ilerleyen zamanlarda Türk medyası adına atılan bu dev adımın ne kadar sağlıklı olduğunu hep beraber göreceğiz.
Elbette ki üzgünüm son yılların en iyi gazetecilik örneğini sergileyerek Türkiye yazılı basınının “amiral gemisi” unvanını anasının ak sütü gibi hak eden Habertürk Gazetesi’nin yayın hayatına son vermesinden. Gerçekten de tarafsız ve objektif habercilik anlayışıyla toplumda her kesimin severek ve beğenerek okuduğu bir gazete oldu Habertürk. Gerek özel haberciliği, gerekse köşe yazarlarındaki farklılıkla gündem belirleyen bir gazete olan Habertürk, yüz binlerin gönlünde taht kurdu.
Keşke devam edebilseydi ama dijital dünyanın getirdiği yeni düzen maalesef bunu olanaksız kılıyor. Er ya da geç bir gün bu kararı bir medya grubu alacaktı sektörde ve bu karar domino etkisi yapıp diğerlerini de ister istemez peşinden sürükleyecekti. O yüzden patronajımızın dijital çağın gereklerine daha fazla direnmenin anlamı olmadığını görüp bu yepyeni dünyaya ayak uydurma adına almış oldukları karara saygı duyuyorum.
Tekrar ediyorum... Unutmayın ki bu veda gazeteciliğe değil, gazetecilikteki eski düzene vedadır. Ayrıca şundan emin olun, Habertürk Gazetesi’ni var eden, onu bulunduğu alanın en güçlüsü kılan habercilik anlayışı da dijitalde aynı biçimde devam ettirilecektir ve basılı hayatına şampiyon olarak veda eden Habertürk, dijital dünyada da şampiyonluğu elinden bırakmayacaktır.
*******
ORAY EĞİN: BİZ NEREDE YANLIŞ YAPTIK?
Biz nerede yanlış yaptık?
YAŞADIĞIM apartmanlarda son yıllarda evine tek gazete alan kişi benim. Geçenlerde bende kalan bir arkadaşım sabah kapıyı açıp gazeteyi bulamayınca “Herhalde komşular aldı” diye düşünmüş. Komşuların gazeteyle işleri olmayacağını, büyük ihtimalle dağıtımda bir sorun çıkmış olabileceğini söyledim. Hakikaten de öyle oldu.
İstanbul’da oturan bir başka arkadaşım da “Artık karpuz keserken altına serecek gazete bile bulamıyorum” dedi. Şehirlerin yapısı, yaşam tarzları değişiyor. Birçok apartmanın artık kapıcısı yok. Eskiden mahallelerde sokak sokak gezip gazete dağıtanlar kalmadı. Dahası bir de değişimin dayattığı kolaylıklar var. Basılı gazeteyle çay keyfi, biraz ev telefonuyla saatlerce dedikodu yapmak gibi bir nostalji olabilir ancak.
Hangimiz çoktandır eve gazete alıyorduk ki zaten? Ben bile kendi köşemi basılı kâğıtta toplasanız beş kere görmüşümdür son 10 yılda. Ben bu durumdayken okurdan kâğıdı yaşatmasını beklemek bir aymazlık olabilirdi.
Gazetenin bayi fiyatına bile az önce baktım.
Ciner Grubu en radikal, sert ama en doğru kararı verdi.
Zamanın ruhunun aksine ben hâlâ kâğıdın ölmediğine inananlardanım. Öngörümün doğru çıkacağında da ısrarlıyım. Ama bugünkü yapısıyla mevcut gazetecilik sürdürülebilir bir model değil. Aksine, kâğıt “premium” kategorisine yerleşecek. Her gün eve gazete gelmeyecek ama belki yılda birkaç kere, muazzam ve çok özel bir içerikle oluşacak basılı yayın organları yaşamaya devam edecek. Tabii bunun da satışı şimdiki gibi maliyetinin çok çok çok altına 1.25 TL değil belki 100 TL olacak.
Habertürk’ün kuruluşunda “Teknede uçmaz, rüzgârda okunur” diye mottosu vardı. Belki de yazılı basın hiçbir zaman Habertürk’ün DNA’sında yoktu ve şimdi özüne dönüyor.
*******
SOLİ ÖZEL: VEDA VE TEŞEKKÜR
Habertürk Gazetesi ekonomik kriz ortamında hakikaten insana ilham veren bir enerjiyi, farklı bir gazete çıkarmak, bir fark yaratmak arzusunu içlerinde taşıyan bir kadroyla işe başladı. 9 yıl içinde çok gelen giden oldu, başlardaki ruhu muhafaza etmenin güçleştiği dönemlerden geçildi ve sonunda herhalde 9 yıl önce kimsenin aklına gelmeyen noktaya vardık.
Kendi hesabıma hem bu deneyimden hem de bu gazetede kurduğum dostluklardan büyük mutluluk duydum, keyif aldım. Birlikte çalıştığım ve benim, neredeyse hepsi rötarlı gelen yazılarımı sayfaya sokabilmek için ellerinden geleni yapan Ayçağ, Buket, Ulaş, Seçil, Nevra, Ezgi, Koray, Mustafa ve Zahide’ye elbette ömür boyu sürecek şükran borçluyum. Her konuda anlaşmasak bile bana haber akışı okumayı öğreten Özcan Tikit’le birlikte çalışmayı da gerçekten bir şans olarak görüyorum.
Esas ilgilendiğim ve yazılarıma konu ettiğim uluslararası sistemin krizi, yeni güç dengesi, Türkiye’nin dış politikası ve sarsıcı bir hızla yeniden şekillenen dünya düzeni hakkında söylenecek sözler tükenmek bir yana aslında yeni başlıyor. İçe çok fazla dönen bir Türkiye’nin kendisine zarar vereceğini düşündüğümden, dışarıda olup bitenlere dikkat çekmeye çalıştım. Önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin ancak dış dünyayı doğru ve hayalcilikten uzak şekilde değerlendirerek, kendi gücünün boyutlarını doğru anlayarak yeni düzende kendisine yarar sağlayacak, potansiyeline uygun bir yer bulabileceği kanısındayım.
Bu tartışmaları artık bu gazetenin sayfalarında yapamıyor olmak elbette pek çok bakımdan üzücü olsa da düşünmeye, anlamaya ve var olan mecralarda tartışmaya da elbette devam edeceğim.
Son olarak da desteklerini, ilgilerini esirgemeyen okurlara samimiyetle teşekkür ederim.
Sağlıcakla kalın.
******
ÖZCAN TİKİT: HABERTÜRK GAZETESİ EN CESUR YÜZÜCÜMÜZDÜ
İşçi babamın haftada birkaç gün eve getirmesiyle tanışmıştım kağıt gazeteyle. O sıralar okumayı yeni söküyordum. Gazete benim için her şeyden önce ‘okumak’ demekti. Çanakkale şehitleri üzerine yazdığım ilk yazım Hürriyet gazetesinde yayınlandığında 12 yaşındaydım. Öğretmenim yazımın olduğu gazeteyi bana verip alnımdan öperken ‘seninle gurur duyuyorum’ demişti. İçimdeki gazete aşkının gazeteciliğe evrilme süreci de sanırım o gün başlamıştı.
Mesleğe yönelik ilgim Ege Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik bölümüne girmemle devam etti. Üniversitenin ikinci yılında mesleğin mekteblisi olarak alaylıların da ağırlıkta olduğu Doğan Haber Ajansı’nın İzmir Bürosu’nda muhabirliğe başladım. Geceleri gazetenin matbaasına iner taze mürekkep ve sıcak kağıt kokan gazeteleri zevkle okurdum. Gazetenin prova baskısınki haberleri inceler, eksik-yanlış bir bilgi varsa sonraki baskıya düzeltilmiş halde girmesi için saniyelerle yarışırdık.
Ufak bir hatanın sonraki gün gazeteyi eline alacak okur tarafından fark edilmesinin yol açacağı utancın hesabı omzumuzdaki yükün ağırlığını katlardı. Gazete kâğıda basılıyor sonuçta... Dağıtımdan sonra gün boyu elden ele dolaşacak ve olası bir hatayı telafi etme şansımız da olmayacaktı. İşin bu yönü gazeteciliğin azami bir ciddiyet hissiyle yapılmasını zorunlu kılardı. Gazeteler arası rekabet de bu ciddiyete devasa bir zevk katardı.
Gazeteciliğe başladığımda meslek büyüklerim, daktilonun yerini bilgisayarların aldığı fakat benim hiç yaşamadığım bir dönemi anlatırdı. Dijital fotoğrafın, filmli makinelerin yerine geçmesi ve internet haberciliğinin etkisinin hissedilir bir hal alması meslekteki ikinci yılıma denk geldi. Film banyosunu öğrenmemden bir ay sonra çalıştığım gazetenin karanlık odası kapandı. Gazetecilik gemisini baş döndürücü hızda bir dönüşümün beklediği de sanırım esas olarak o gün netleşti gözümde.
Dijital mecradaki kontrolü imkânsız gelişmeler, gazetecilikte hızla birlikte özensizliğin ve ciddiyetsizliğin de arttığı bir devrin kapılarını açtı. Geleneksel gazetecilerin ilk etapta bu dönüşümden uzak durmaları, mesleğin hem alaylı hem de mektepli değerlerinden yoksun bir tarzın bu mecralarda hızla kök salmasına neden oldu. Anlayacağınız taşan nehrin suyu gayet hızlı ama gazeteciliğin kodlarından yoksun şekilde aktı. Böylesine ruhsuz bir tarzda ilerlediği için dijital medyadaki pekçok mecra da ne yazık ki ‘aranan nehir yatağı olma iddiasını’ gerçekleştiremedi. Dijital medyanın büyük bölümü okurun gözünde güvenilir, ciddi bir imaja erişemedi.
Habertürk 10 yıl önce gazete raflarında yerini almaya başladığında da durum pek farklı değildi. Bu nehrin suyu o vakit de hızlı ve başıbozuk bir şekilde dijitale akıyordu. Habertürk bu nehri tersine yüzmeye kararı vermiş cesur, dürüst, idealist ve kararlı bir yüzücü gibiydi. Ne mutlu ki kararlı yönetimi, tecrübeli ve özverili ekibiyle bu gazete tüm medya endüstrisine parmak ısırtan bir yükselişe imza atmayı başardı. Habertürk’ün Türkiye’nin en çok güvenilen ve okunan gazetelerinden biri olduğu daha ilk yıllarda aldığı nice ulusal ve uluslararası ödüllerle tescillendi.
Neylersin ki bu başarının bile gazetenin şu haliyle yoluna daha fazla devam etmesine imkân tanımadığı anlaşılıyor. Ciner Medya Grubu gazetecilikte ispatladığı ciddiyet ve sorumluluğu dijital alana aktararak bu mecradaki okur ve izleyicilerin çok daha kaliteli ve zengin içeriklere erişmesine vesile olmak istiyor.
Türkiye ve dünya son 10 yılda tarihi eşiklerden geçerken yorum ve haberlerini siz değerli okurlarımızla paylaşmış bir gazeteci ve gazetenin dış haberler şefi olarak bu sayfalarda bizi hiç yalnız bırakmadığınız için hepinize şükranlarımı sunuyorum.
******
Bugün itibariyle yazılı basın serüvenine son veren Gazete Habertürk'ün köşe yazarları; Umur Talu, Fatih Altaylı, Muharrem Sarıkaya, Serdar Turgut, Nihal Bengisu Karaca, Nagehan Alçı, Sevilay Yılman, Oray Eğin, Soli Özel ve Özcan Tikit son baskıdaki yazılarıyla duygu ve düşüncelerini okurları ile paylaştı.
UMUT TALU: KÂĞIT UÇSA DA SÖZ VE YAZI KALIR!
BEN kâğıt gazete içine doğdum. Kâğıt gazetelere yazı yazan babam vardı. Son dönemleri, biri takma isimle iki ayrı gazeteye yazarak ve artık ayağa kalkamadığı için, Babıâli emekçisi “Memet Bey” ile Bağlarbaşı’ndan Cağaloğlu’na göndererek. Bazen hangi yazının kime olduğunu karıştırsa da.
Önce babam öldü. Kâğıdın ölümsüz göründüğü bir devirde. Kâğıt gazetenin ölümü bu kuşaklara kaldı; tamamen ölecekse!
Yıllar sonra, “Online Memet Bey” diye yazacaktım. Mesleğe başladığımda sadece teleks varken, faksın gelişi büyük olay olmuşken; sonra tam 3 gazetede “dijital”in ilk bebek adımlarında fiilen vardım. “Başka bir şey” başlamıştı artık.
Esasen, “TV, gazeteyi öldürür” kehaneti boş çıkmıştı; çünkü yazı direnirdi. Ama bu “yeni şey” bizzat “yazının yeniden icadı”ydı.
Ders verdiğim üniversitede çocuklara demiştim ki: Yazıyı öldürürse yine yazı öldürür! Küllerinden doğmak üzere.
KÂĞITLA BAŞLAMADI KÂĞITLA DA ÖLMEZ
Habertürk o yeni döneme “internet sitesi” olarak doğmuştu. Onun adından, çok önemli bir gazete ile TV kanalı doğdu. Çok özel bir devirde, kurucularının azmi, cesareti ve her çalışanın kattığı büyük emekle.
Şimdi Habertürk kâğıt gazetesinin, “ölümü” demeye dilim varmaz ama “vedası”nı ilan etti. “Dijital ve TV’de daha güçlü bulunma kararlılığı” ile.
Bizim gibi kâğıt içine doğanlar, okuma yazmayı gazeteyle sökenler, dünyayla ilk bağlantısını onunla kuranlar, “Ne yazmış” diye soranlar, “Ne yazmalı” diye düşünmüş olanlar için her gazetecinin, her gazetenin yok oluşu büyük kayıp.
En büyüğü “gazeteciliğin yok oluşu” olmalı zaten!
Ancak insanoğlunun iletişim ve ifade çabası nasıl kâğıtla başlamamışsa, kâğıtla da ölmez. Mağara duvarına çizdiğinden beri insan yazı ve çiziyle anlatmak istiyor. Bu çabanın ve onun çok özel bir biçimi olan gazeteciliğin ölümü yoktur.
Sadece zaman değişir, mecralar değişir ama ne söz uçar, ne yazı kaçar!
Habertürk’ün yeni ufku da, Türkiye’nin iyi ve kötü gününde çok önemli bir renk olan gazetenin başarıları ile kâğıdın, gazetecilerin, işini kaybedenlerin acısı ve hüznü içinden; insanoğlunun yeni mecrası ve macerasına daha yoğun bir yolculuk muhtemelen. Öyle olmalı. Çünkü insanların, ülkenin ve hakikatin özgür, çok sesli bir yolculuğa hep ihtiyacı var.
Bu da böyle bir sorumluluk!
***********
FATİH ALTAYLI: EN GÜZEL RÜYAYDI
“BUGÜN veda yazısı yazacaksın” dediler.
“Alışkınım, yazarım” dedim.
Arkamda bıraktığım 36 gazetecilik yılında pek çok veda yazısı yazdım.
Yazdığım gazetelerin sayını unuttum neredeyse.
Cumhuriyet, Söz, Gelişim, Güneş, Günaydın, Hürriyet, Sabah, Habertürk.
Anlayacağınız pek öyle duygusal olacak bir durumum yok.
Ama yine de bir miktar duygusallık oluyor haliyle, veda yazısını Habertürk’te yazınca.
Çünkü bu gazete “bendim”.
Sevgili Turgay Ciner’in inancı ve desteğiyle, elimizden haksızca alınan bir gazetenin yerine kurduğumuz gazeteydi Habertürk.
Önce bir fikirdi.
Sonra adım adım gerçek oldu.
4 büyük kentte matbaa kuracağımız arazileri dağ tepe dolaşarak birer birer bulduk.
Binalarını rekor sayılabilecek kadar kısa bir sürede inşa ettik.
Dünyanın en gelişmiş matbaa teknolojisi için dünyanın en büyük matbaa üreticileriyle yaptığımız pazarlıklar dün gibi aklımda.
Sonra bu altyapıyı bir gazete haline getirecek ekibin kuruluşu.
Babıâli’nin en genç ve en iyi gazetecilerini aynı çatı altında, aynı büyük heyecanı paylaşan bir ekip olarak buluşturmamız.
Turgay Ciner’in bir işadamı olarak müthiş ufku ve her alandaki merakıyla benim gazetecilik heyecanım buluşunca ortaya Habertürk çıktı.
Hiç görülmemiş boyutlarda, hiç denenmemiş bir kâğıda, hiç olmamış bir baskı kalitesiyle ve muazzam bir gazetecilik aşkıyla başladık her şeye.
Gazete çıkmadan önce yapılan röportajlarda “100 bin satar mısınız?” diye sorulunca hakaret kabul ediyordum.
Hedefimiz en büyük olmaktı.
Rakiplerimizin yöneticilerinin, “Kısa sürede kapanırlar, 30 bin bile satamazlar” cümleleri kulağımıza geliyor ve bizi eğlendiriyordu.
Habertürk yayına başlar başlamaz önce 200 bin, sonra 300 bin, sonra 400 bin barajını aştı.
Kendini “amiral gemisi” zanneden gazetelerle başa baş olmuş, etkinlikte hepsini geçmiştik.
Fikr-i takip gibi unutulmuş gazetecilik ilkelerini uyguluyor, olayların peşine düşüyorduk.
Münevver Karabulut cinayetinin zanlısını yakalatmak için verdiğimiz çaba sonuca ulaştığında henüz bir-iki aylık gazeteydik.
Her manşetimiz ses getiriyor, her manşetimiz günlerce gündem oluyordu.
Bu arada Türkiye farklı bir siyasi deneyimden geçiyor ve bizim gazeteciliğimiz de bundan kendine düşen payı alıyordu.
5. yılın sonunda bıraktım Habertürk’ü yönetmeyi.
Bayrağı devralan arkadaşlar aynı şevkle devam ettirdiler.
Ama piyasa koşulları, Türkiye koşulları tüm gazeteleri vurduğu gibi bizi de etkiledi.
Tüm renkler aynı hızla kirleniyordu ama birinciliği biz aldık.
Bugün kâğıda basılı Habertürk’ün son günü.
Bu gazete artık yok.
Ama Habertürk ve biz var olacağız.
Gazeteciler ve o gazetecilerin fikirleri kolay yok olmuyor. Direniyoruz zamana.
Direnmeye de devam edeceğim kendi adıma.
Bu gazeteyi, daha doğrusu bu eşsiz gazeteyi yaratmamız için bize destek veren, bize inanan ve arkamızda duran Turgay Ciner’e nasıl teşekkür etsem bilemiyorum. Kelimeler yetmez.
Meslek hayatımın en keyifli deneyimiydi.
Çalıştığım en harika ekiple çalıştım. Tek tek hepsine teşekkür ediyorum yol arkadaşlıkları, yoldaşlıkları ve güvenleri için. Bu gazete sizin yüzünüzden değil, size rağmen kapanıyor, siz Türkiye’nin en iyi gazetecilerisiniz. İyi ki vardınız, iyi ki var olmaya devam edeceksiniz.
Tanıdığım en iyi ve en evrensel patronla bu rüyayı gerçekleştirdik.
Merak etmeyin, yarından sonra da Habertürk internet sitesinde ve Habertürk TV’de sizlerle olacağım.
Ama emin olun o kâğıdın hışırtısını, mürekkebin o kokusunu çok özleyeceğim.
Siz de özleyin olur mu!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
“Son” değil, “Başlangıç” dediğimiz zaman.
**********
MUHARREM SARIKAYA: DİJİTALE MESAJ
Dijitale mesaj
ZAMANI gelmiş fikirlerin önünde durulamaz, büyük dönüşüm yaratır...
Ortam da zorluyorsa dönüşümü keskin olur.
Öyle de oldu, “smart&dijital” çağın yeni dinamikleri, sosyal, kültürel ve ekonomik yönden hem yaratıcı hem de vicdansız yok edici etkilere yol açtı.
Elinizde tuttuğunuz gazetemizin son baskısı için de durum böyle...
Bugünden itibaren kâğıt baskısı olmayacak...
Neslimde yetişmiş biz gazeteciler için üzüntü verici...
Çünkü biz, kurşun kalem odununun tadını, tükenmezin boyasını bilen nesiliz.
Gazete bürolarıyla aynı binada olan matbaaların, tiner-boya karışık kâğıt kokusuyla yetiştik.
Tipo, yarı ofset ve ofset matbaaların gazeteyi basmasına bizzat eşlik ettik.
Daktilonun tuşuna bastığımızda, harf tokmağıyla eşzamanlı yukarı yükselen şaryonun ardındaki kırmızı-siyah şeridin boyasını kâğıdın üzerine aktarmasına tanıklık ettik.
Haberin her aşaması bizim için izlenebilir bir gerçekti...
Belki bundan, bizim nesil adapte olmakla birlikte büyüklerimiz, aşamalarına tanıklık edemediği bilgisayara uzun yıllar ısınamadı, klavyeye geçişleri zor oldu.
İnternet haberciliği açısından da durum aynıydı, toplum inandırıcılık bağını kuramadı.
Haberin, dijital ortamda artan hızı bilginin devresini yaktı.
İnternet habercileri de ilk aşamada iyi sınav veremedi.
EKİP BAŞARIR
Ancak teknoloji, içine doğduğu her toplum gibi bizi de değiştirdi.
Habertürk de internet ortamında gerçek haberin verilebileceğini göstermekle kalmadı, uzay üssüne benzer matbaalarında gazetenin yeni modelini de yarattı.
Patronundan yazarına, yöneticisine, idari işlerine, matbaa işçisine kadar aile ortamında başarıyı birlikte omuzladı.
Kırk yıllık gazetelerle 2 yıl içinde rakip olmakla kalmadı, onları habercilikte peşinden sürükledi...
Genç yeni isimler de yarattı.
Simavi Hürriyet’i, Abdi İpekçi Milliyet’i, Nadir Nadi-İlhan Selçuk Cumhuriyet’i ekolünden, ocağından gelen gazetecilere, Habertürk kültüründen, ocağından yetişenler eklendi.
Habertürk’ü her gün yeniden üreten bu ekip, imaj, öfke, nefret, hakaret yerine, sadece gerçek haberi üreterek bunu başardı.
Dün yeni gazeteciliği yaratan bu ekip, yarın da gerçeğin kâğıtta değil, haberin içeriğinde olduğunu kanıtlayacaktır.
Dünü, yarınının teminatıdır.
*********
SERDAR TURGUT / YAYIN YÖNETMENİYLE ROMANTİK YAZIŞMAM
Yayın yönetmeniyle romantik yazışmam
ALLAH onu ebediyen başımızdan eksik etmesin Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli’nin gazetede gerçekten yamyamlık yapıp yapmadığını bilmiyorum, ama gözleri biraz sonra yiyeceği kadına iştahla bakan Hannibal Lecter gibi kısık ve tuhaftır.Yamyamlığı galiba olmadı, ama yazı işlerinin ortasına pazar yeri kurup gazetecilere iyi karpuz seçmeyi öğretmiştir.
Bundan şikâyetçi olan kadınlar aslında ne kadar da şanslı olduklarını bilmiyorlar. Çünkü o karpuz yerine orta yere tezek döküp “Kaliteli tezek nasıl seçilir?” diye de anlatabilirdi.
Kâğıt baskı gazeteye bir çiftçi duyarlılığını getirmiş bir adamın şimdi dijital yayın döneminde neler yapabileceğini düşünün. Üstelik şu anda tamamen delirmiş de durumda.
Deliliğinin kanıtı önceki akşam bana attığı şu mesajdı: “Abi sen benden de köylü çıktın.”
Selçuk’tan başkası, örneğin Oray söylemiş olsaydı bu cinayet davamda hafifletici neden olabilirdi. Ama Selçuk bunu sıcak duygularla söylüyor; çünkü o bir manda sineği kovmak için kuyruğunu sallarken suratına çarpsa bunu romantik bir dokunuş olarak algılıyor.
Bu yüzden aslında ben de en az onun kadar deli olduğumdan “Bir gün seninle tarlada mutlaka yürüyeceğiz” diye cevap yazdım.
Mesajımın ikinci bölümünde “Tarladan geri dönerken o gömülü olacağından tek başıma olacağım” dediğimi göremedi.
Kâğıt baskı döneminde onu öldürmeye fırsat maalesef olmadı, ama yeni dönemde dijital yayıncılığımızda bu hatamı mutlaka düzelteceğim.
******
NİHAL BENGİSU KARACA: 9 YILIN ARDINDAN
9 yılın ardından
HABERTÜRK Gazetesi çıktığı günden, yani 2009’un Mart ayından beri bu kurumdayım. Şimdi kapanıyor olmasından, en azından bilinen anlamıyla kâğıda basılan formunu yitiriyor olmasından derin bir üzüntü duyuyorum.Geriye doğru baktığımda her şeyin her zaman kolay olmadığını hatırlıyorum. Ama her şeyin “organik” olduğunu da hatırlıyorum. Acısıyla tatlısıyla bu gazeteye emek verdiğim 9 yıl boyunca yaşadığım tartışmalar da mutabakatlar da sahiciydi.
Gazetemizin CEO’su Kenan Tekdağ’ın dünya ve Türkiye tarihi okumalarından; olaylara hukuk perspektifinden bakan sohbetlerinden ne kadar faydalandığımı hatırlıyorum sonra. Tekdağ’ın Ergenekon ve Balyoz’dan tutuklu olanların yargılamalarında gerçekleşen hukuk skandalları ışığında yaptığı “cemaat” analizleri, yapıyı terör örgütü olarak nitelendirilmeye kadar götürecek sürecin ilk ve en erken okumalarıydı.
FETÖ’nün bu devletin yargısına nasıl zarar verdiğine dair ilk birikimim bu sohbetler sayesinde oldu desem yalan olmaz. Bilişim devrimine ayak uydurmakla ilgili azmini hatırlıyorum gazetemizin. “HT Blog”da, “HT Dokun”da yazılı baskıyı internetle harmanlama arayışının ürünleriydi. Sözün özü talimatla değil tahkikatla, dayatmayla değil tartışmayla yol alan, yeniliklere açık, hepsi birbirinin aynısı olan insan malzemesiyle değil çoğulcu bir yapıyla hareket etmeye önem veren bir yapıydı Habertürk Gazetesi.
“Gücü Özgürlüğünde” sloganı bir lafügüzaf değildi. Nitekim içini doldurmak için gece gündüz çalışan kadrosuyla elde ettiği itibarı ve saygınlığı sonuna kadar hak etti. Şimdi en üzücü olanı, onu okumaya hazır hale getiren çalışanlarının, emek verenlerin işlerini kaybetmeleri olacak. Çünkü ne yaparsanız yapın sizin dışınızdaki değişimin sizi alt ettiği zamanlar olacaktır. Çünkü hem Türkiye değişti hem dünya.
Türkiye’nin yaşadığı sarsıntılar, 15 Temmuz başta olmak üzere bir dizi olumsuz operasyon girişimi, ülkenin demokratik hayatı üzerinde sert tedbirler alınmasına yol açtı.
Sonra bir de dijital devrim meselesi var. Televizyonun, internetin, mobil iletişim imkânlarının öne geçtiği, insanların haberleri tweet’lerden okuduğu günlere gelindi. Eğitim ya da gelir seviyesinin artışı da gazete okumayı pozitif yönde etkilemiyor artık. Uydukentlerin, güvenlikli sitelerin artışı ile kâğıda basılı gazetenin okura ulaşımı bile birbirini olumsuz etkiliyor. Misal işinden çıkıp bakkalsız, mahallesiz bir bölgeden geçerek güvenlikli sitesine gelen; kapalı garajına park ettiği arabasıyla direkt dairesine çıkan ve televizyonu açıp bir yandan da internette sörf yapmaya başlayan yeni nesil çalışan kesimin gündeminde kâğıda basılmış gazete yok.
Hiç kuşkusuz, Habertürk Gazetesi’nin çoğulcu, demokratik, objektif, haberci ruhu başka platformlarda devam edecek, ama bu “ruh” artık eski bedeninde olmayacak. Oysa tıpkı insanlarda olduğu gibi gazetelerde de beden, kimliğin yarısıdır. Habertürk’e artık dokunamayacağız, kahvaltımıza eşlik etmeyecek, sayfalarını karıştırıp üzerine kahve damlatamayacağız.
İnşallah daha iyi olur, diyelim. İnşallah “Elveda dünya. Merhaba kâinat” dizelerinde olduğu gibi olur. İnşallah bu kayıp daha büyük ve kuşatıcı bir düzleme geçişin sancısıdır. Umut edelim, öyle olsun.
*******
NAGEHAN ALÇI: YOLUMUZ AÇIK OLSUN...
Yolumuz açık olsun...
Sonra yolculuk başladı ve 17 yıllık meslek hayatım boyunca ender rastladığım bir uyumla karşılaştım. Okurlar ile aramızda çok güzel ve yoğun bir bağ oluştu. Müthiş bir yaygınlık, gündem yaratma gücü, kalem özgürlüğü ve ferahlık gördüm bu grupta. Ekip ruhuyla çalışan, kendine özgü bir gazeteydi Habertürk. Başta Selçuk (Tepeli) ve Kürşad (Oğuz) olmak üzere bütün yazı işleri ekibinin hayatlarını severek adadıkları bir “vaha”ydı adeta...
Bugünden itibaren bu vaha mecra değiştiriyor. Aynı ruh ve aynı özveriyle yapılan haberler ve sayfalar bundan böyle dijital platformda olacak. Yani Habertürk Gazetesi kapanmıyor. Bir dijital gazete geliyor. İçerik üreten, habercilik yapan, biz yazarların aynı şekilde özgürce ve farklı seslerle yazdığımız bir mecra bu. Bildiğiniz, güvendiğiniz Habertürk Gazetesi’nin internetteki yansıması...
Bir yandan heyecanlı, bir yandan da hüzünlü ve tuhaf bir süreç. Yeniye hazırlanmak umut verici olsa da kâğıdın kokusu, baskının heyecanı, sayfaların dizilmesinin her günkü koşuşturmasını her zaman büyülü bulmuş bir gazeteci olarak sabahları elime Habertürk almayı özleyeceğim...
Habertürk ismini renkleriyle, haber çeşitliliğiyle ama benim için en çok yazara hissettirdiği özgürlükle medya tarihine yazdırdı. Burada çok emek var, birazını bildiğiniz ama çok daha fazlasını tahmin bile edemeyeceğiniz bir emek...
Bundan sonra da aynı emeğin dijitalde devam edeceğini unutmayın lütfen. Dünya değişirken, buna en hızlı adapte olan avangart bir gazete Habertürk. Bizim peşimizden gelen çok olacak... Yolculuğumuz devam ediyor...
*****
SEVİLAY YILMAN: ŞAMPİYONLAR ZİRVEDE BIRAKIR
Şampiyonlar zirvede bırakır
HEMEN en başında şunu söyleyeyim değerli okurlarım... Evet bu bir veda yazısı ama bu veda gazeteciliğe ya da köşe yazarlığına değil, Habertürk’ün basılı hayatına... Bilmiyorum diğer köşe yazarı arkadaşlarım ne yazdılar bu vedayla ilgili... Ben de sizler gibi yarın basılı yayın hayatına veda eden Habertürk Gazetesi’nin son baskısından okuyacağım onların yazılarını, ama galiba ben hepsinden biraz farklı düşünüyorum.Bir yandan bu işin eğitimini almış gazeteci olarak bir devrin kapanmasını öylece izliyor olmaktan çok hüzünlüyüm, ama diğer yandan Ciner Medya Grubu patronajının Türk medya tarihine altın harflerle yazılacak devrim niteliğindeki bu kararının bir parçası olmaktan da mutluyum.
Çünkü bir dönem kapanıyor, ama yepyeni bir dönem için de dev bir adım atılıyor bugün. Belki şimdi değil, ama ilerleyen zamanlarda Türk medyası adına atılan bu dev adımın ne kadar sağlıklı olduğunu hep beraber göreceğiz.
Elbette ki üzgünüm son yılların en iyi gazetecilik örneğini sergileyerek Türkiye yazılı basınının “amiral gemisi” unvanını anasının ak sütü gibi hak eden Habertürk Gazetesi’nin yayın hayatına son vermesinden. Gerçekten de tarafsız ve objektif habercilik anlayışıyla toplumda her kesimin severek ve beğenerek okuduğu bir gazete oldu Habertürk. Gerek özel haberciliği, gerekse köşe yazarlarındaki farklılıkla gündem belirleyen bir gazete olan Habertürk, yüz binlerin gönlünde taht kurdu.
Keşke devam edebilseydi ama dijital dünyanın getirdiği yeni düzen maalesef bunu olanaksız kılıyor. Er ya da geç bir gün bu kararı bir medya grubu alacaktı sektörde ve bu karar domino etkisi yapıp diğerlerini de ister istemez peşinden sürükleyecekti. O yüzden patronajımızın dijital çağın gereklerine daha fazla direnmenin anlamı olmadığını görüp bu yepyeni dünyaya ayak uydurma adına almış oldukları karara saygı duyuyorum.
Tekrar ediyorum... Unutmayın ki bu veda gazeteciliğe değil, gazetecilikteki eski düzene vedadır. Ayrıca şundan emin olun, Habertürk Gazetesi’ni var eden, onu bulunduğu alanın en güçlüsü kılan habercilik anlayışı da dijitalde aynı biçimde devam ettirilecektir ve basılı hayatına şampiyon olarak veda eden Habertürk, dijital dünyada da şampiyonluğu elinden bırakmayacaktır.
*******
ORAY EĞİN: BİZ NEREDE YANLIŞ YAPTIK?
Biz nerede yanlış yaptık?
YAŞADIĞIM apartmanlarda son yıllarda evine tek gazete alan kişi benim. Geçenlerde bende kalan bir arkadaşım sabah kapıyı açıp gazeteyi bulamayınca “Herhalde komşular aldı” diye düşünmüş. Komşuların gazeteyle işleri olmayacağını, büyük ihtimalle dağıtımda bir sorun çıkmış olabileceğini söyledim. Hakikaten de öyle oldu.
İstanbul’da oturan bir başka arkadaşım da “Artık karpuz keserken altına serecek gazete bile bulamıyorum” dedi. Şehirlerin yapısı, yaşam tarzları değişiyor. Birçok apartmanın artık kapıcısı yok. Eskiden mahallelerde sokak sokak gezip gazete dağıtanlar kalmadı. Dahası bir de değişimin dayattığı kolaylıklar var. Basılı gazeteyle çay keyfi, biraz ev telefonuyla saatlerce dedikodu yapmak gibi bir nostalji olabilir ancak.
Hangimiz çoktandır eve gazete alıyorduk ki zaten? Ben bile kendi köşemi basılı kâğıtta toplasanız beş kere görmüşümdür son 10 yılda. Ben bu durumdayken okurdan kâğıdı yaşatmasını beklemek bir aymazlık olabilirdi.
Gazetenin bayi fiyatına bile az önce baktım.
Ciner Grubu en radikal, sert ama en doğru kararı verdi.
Zamanın ruhunun aksine ben hâlâ kâğıdın ölmediğine inananlardanım. Öngörümün doğru çıkacağında da ısrarlıyım. Ama bugünkü yapısıyla mevcut gazetecilik sürdürülebilir bir model değil. Aksine, kâğıt “premium” kategorisine yerleşecek. Her gün eve gazete gelmeyecek ama belki yılda birkaç kere, muazzam ve çok özel bir içerikle oluşacak basılı yayın organları yaşamaya devam edecek. Tabii bunun da satışı şimdiki gibi maliyetinin çok çok çok altına 1.25 TL değil belki 100 TL olacak.
Habertürk’ün kuruluşunda “Teknede uçmaz, rüzgârda okunur” diye mottosu vardı. Belki de yazılı basın hiçbir zaman Habertürk’ün DNA’sında yoktu ve şimdi özüne dönüyor.
*******
SOLİ ÖZEL: VEDA VE TEŞEKKÜR
Veda ve teşekkür
KISACIK bir veda yazısına söylemek istediğim her şeyi sığdırabilmek benim harcım değil. Zaten belki böyle bir çaba içine girmek de gerekli sayılmaz. Öncelikle yapılacak olan 9 küsur yıldır birlikte çalıştığım arkadaşlara, bazen beni benden koruyan yöneticilere, stajyerlerimize teşekkür etmektir. Gazetenin farklı bölümlerini, eklerini idare eden editör arkadaşlarımdan da mesleki olarak çok şey öğrendim.Habertürk Gazetesi ekonomik kriz ortamında hakikaten insana ilham veren bir enerjiyi, farklı bir gazete çıkarmak, bir fark yaratmak arzusunu içlerinde taşıyan bir kadroyla işe başladı. 9 yıl içinde çok gelen giden oldu, başlardaki ruhu muhafaza etmenin güçleştiği dönemlerden geçildi ve sonunda herhalde 9 yıl önce kimsenin aklına gelmeyen noktaya vardık.
Kendi hesabıma hem bu deneyimden hem de bu gazetede kurduğum dostluklardan büyük mutluluk duydum, keyif aldım. Birlikte çalıştığım ve benim, neredeyse hepsi rötarlı gelen yazılarımı sayfaya sokabilmek için ellerinden geleni yapan Ayçağ, Buket, Ulaş, Seçil, Nevra, Ezgi, Koray, Mustafa ve Zahide’ye elbette ömür boyu sürecek şükran borçluyum. Her konuda anlaşmasak bile bana haber akışı okumayı öğreten Özcan Tikit’le birlikte çalışmayı da gerçekten bir şans olarak görüyorum.
Esas ilgilendiğim ve yazılarıma konu ettiğim uluslararası sistemin krizi, yeni güç dengesi, Türkiye’nin dış politikası ve sarsıcı bir hızla yeniden şekillenen dünya düzeni hakkında söylenecek sözler tükenmek bir yana aslında yeni başlıyor. İçe çok fazla dönen bir Türkiye’nin kendisine zarar vereceğini düşündüğümden, dışarıda olup bitenlere dikkat çekmeye çalıştım. Önümüzdeki dönemde de Türkiye’nin ancak dış dünyayı doğru ve hayalcilikten uzak şekilde değerlendirerek, kendi gücünün boyutlarını doğru anlayarak yeni düzende kendisine yarar sağlayacak, potansiyeline uygun bir yer bulabileceği kanısındayım.
Bu tartışmaları artık bu gazetenin sayfalarında yapamıyor olmak elbette pek çok bakımdan üzücü olsa da düşünmeye, anlamaya ve var olan mecralarda tartışmaya da elbette devam edeceğim.
Son olarak da desteklerini, ilgilerini esirgemeyen okurlara samimiyetle teşekkür ederim.
Sağlıcakla kalın.
******
ÖZCAN TİKİT: HABERTÜRK GAZETESİ EN CESUR YÜZÜCÜMÜZDÜ
Habertürk Gazetesi en cesur yüzücümüzdü
ANLATMAYA nereden, nasıl başlayacağınızı bilmediğiniz anlar, anılar vardır. Bu da benim için o nadir anlardan, anılardan biri olacak galiba...İşçi babamın haftada birkaç gün eve getirmesiyle tanışmıştım kağıt gazeteyle. O sıralar okumayı yeni söküyordum. Gazete benim için her şeyden önce ‘okumak’ demekti. Çanakkale şehitleri üzerine yazdığım ilk yazım Hürriyet gazetesinde yayınlandığında 12 yaşındaydım. Öğretmenim yazımın olduğu gazeteyi bana verip alnımdan öperken ‘seninle gurur duyuyorum’ demişti. İçimdeki gazete aşkının gazeteciliğe evrilme süreci de sanırım o gün başlamıştı.
Mesleğe yönelik ilgim Ege Üniversitesi’nde İletişim Fakültesi’nin Gazetecilik bölümüne girmemle devam etti. Üniversitenin ikinci yılında mesleğin mekteblisi olarak alaylıların da ağırlıkta olduğu Doğan Haber Ajansı’nın İzmir Bürosu’nda muhabirliğe başladım. Geceleri gazetenin matbaasına iner taze mürekkep ve sıcak kağıt kokan gazeteleri zevkle okurdum. Gazetenin prova baskısınki haberleri inceler, eksik-yanlış bir bilgi varsa sonraki baskıya düzeltilmiş halde girmesi için saniyelerle yarışırdık.
Ufak bir hatanın sonraki gün gazeteyi eline alacak okur tarafından fark edilmesinin yol açacağı utancın hesabı omzumuzdaki yükün ağırlığını katlardı. Gazete kâğıda basılıyor sonuçta... Dağıtımdan sonra gün boyu elden ele dolaşacak ve olası bir hatayı telafi etme şansımız da olmayacaktı. İşin bu yönü gazeteciliğin azami bir ciddiyet hissiyle yapılmasını zorunlu kılardı. Gazeteler arası rekabet de bu ciddiyete devasa bir zevk katardı.
Gazeteciliğe başladığımda meslek büyüklerim, daktilonun yerini bilgisayarların aldığı fakat benim hiç yaşamadığım bir dönemi anlatırdı. Dijital fotoğrafın, filmli makinelerin yerine geçmesi ve internet haberciliğinin etkisinin hissedilir bir hal alması meslekteki ikinci yılıma denk geldi. Film banyosunu öğrenmemden bir ay sonra çalıştığım gazetenin karanlık odası kapandı. Gazetecilik gemisini baş döndürücü hızda bir dönüşümün beklediği de sanırım esas olarak o gün netleşti gözümde.
Dijital mecradaki kontrolü imkânsız gelişmeler, gazetecilikte hızla birlikte özensizliğin ve ciddiyetsizliğin de arttığı bir devrin kapılarını açtı. Geleneksel gazetecilerin ilk etapta bu dönüşümden uzak durmaları, mesleğin hem alaylı hem de mektepli değerlerinden yoksun bir tarzın bu mecralarda hızla kök salmasına neden oldu. Anlayacağınız taşan nehrin suyu gayet hızlı ama gazeteciliğin kodlarından yoksun şekilde aktı. Böylesine ruhsuz bir tarzda ilerlediği için dijital medyadaki pekçok mecra da ne yazık ki ‘aranan nehir yatağı olma iddiasını’ gerçekleştiremedi. Dijital medyanın büyük bölümü okurun gözünde güvenilir, ciddi bir imaja erişemedi.
Habertürk 10 yıl önce gazete raflarında yerini almaya başladığında da durum pek farklı değildi. Bu nehrin suyu o vakit de hızlı ve başıbozuk bir şekilde dijitale akıyordu. Habertürk bu nehri tersine yüzmeye kararı vermiş cesur, dürüst, idealist ve kararlı bir yüzücü gibiydi. Ne mutlu ki kararlı yönetimi, tecrübeli ve özverili ekibiyle bu gazete tüm medya endüstrisine parmak ısırtan bir yükselişe imza atmayı başardı. Habertürk’ün Türkiye’nin en çok güvenilen ve okunan gazetelerinden biri olduğu daha ilk yıllarda aldığı nice ulusal ve uluslararası ödüllerle tescillendi.
Neylersin ki bu başarının bile gazetenin şu haliyle yoluna daha fazla devam etmesine imkân tanımadığı anlaşılıyor. Ciner Medya Grubu gazetecilikte ispatladığı ciddiyet ve sorumluluğu dijital alana aktararak bu mecradaki okur ve izleyicilerin çok daha kaliteli ve zengin içeriklere erişmesine vesile olmak istiyor.
Türkiye ve dünya son 10 yılda tarihi eşiklerden geçerken yorum ve haberlerini siz değerli okurlarımızla paylaşmış bir gazeteci ve gazetenin dış haberler şefi olarak bu sayfalarda bizi hiç yalnız bırakmadığınız için hepinize şükranlarımı sunuyorum.
******