FLAŞ!.. FLAŞ!.. FLAŞ!..GENELKURMAY BAŞKANI YAŞAR BÜYÜKANIT'IN DAĞLICA BASKININDAN SONRA TABURU ARAYARAK BİLGİ ALMAYA ÇALIŞTIĞINI SÖYLEDİĞİ "TÜMGENERAL YILMAZ" HANGİ GAZETE MUHABİRİ ÇIKTI?.. İŞTE GAZETE GENEL YAYIN MÜDÜRÜNÜN AĞZINDAN OLAYIN PERDE ARKASI!..
Türkiye´yi acı ve öfkeye boğan Dağlıca saldırısının ardından, kendisini "Tümgeneral Yılmaz" diye tanıtarak bilgi alan gazetecinin işine son verildi.
İŞTE O YAZI
"Tümgeneral Yılmaz" olayı ve gazetecinin haber için "zarf atması"
Muhabir arkadaşlar benimle dalga geçecekler ama 20 yıldır gazetecilik yapıyorum, "haber kaynağını zarflamak" diye bir yöntem olduğunu ilk kez geçen yıl duydum.
Şöyle yapılıyormuş: Diyelim ki, Boğaz´da bir gemi kazası oldu. Olay büyük ama konuyla ilgilenen gazeteci, yazıişlerinin veya müdürünün istediği bilgilere normal yollardan ulaşamıyor. Tüm detaylara hakim olan Kıyı Kurtarma´ya başvurup "Ben falan gazeteden arıyorum" dediğinde telefon suratına kapanıyor.
İşte o anda "bilgi vermeyen kişi ya da kurumu zarflama" yöntemi devreye giriyor. Aynı yer başka bir kimlikle aranıyor. Örneğin "Ben İstanbul Emniyet´ten komiser falan" deniyor. "Kazaya karışan gemilerden biri kaçakçılıkla ilgili takibimizdeydi" gibi bir senaryo uyduruluyor. Ya kaza raporunun fakslanması isteniyor, ya da gereken tüm bilgiler telefonda alınıyor. Haber tüm unsurlarıyla yazılıp, yazıişlerine teslim ediliyor. Gazete okuru ertesi sabah olayla ilgili tüm bilgileri nal gibi "özel haber" damgası altında okuyor. Üstüne de "Helal olsun falan gazeteye, diğerlerinde bu bilgiler yok" diyor.
Gazetecinin görevi kamuoyuna doğru ve en detaylı bilgiyi vermek. Bu pencereden bakıldığında, eğer "zarflanan kişi veya kurum" ile gazetecinin "mensubu kılığına büründüğü kişi veya kurum" zarar görmemişse ortada bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Öyle ya gazeteci görevini yaptı, bilgileri aldı, kendine saklamayıp kamuoyuyla paylaştı.
Peki tarafların zarar görmemesi halinde bile yapılan doğru mu? İnanın emin değilim, tartışılması gereken bir mesele bu.
Maalesef bizden...
Peki neden bunları yazıyorum? Çünkü son günlerde medyayı haklı olarak meşgul eden "zarflama" olayının faili maalesef bizden biri çıktı.
Meseleyi bilmeyenler için hatırlatayım: Türkiye´yi acı ve öfkeye boğan Dağlıca saldırısının ardından, kendisini "Tümgeneral Yılmaz" diye tanıtan biri, Dağlıca´da görevli albayı arayıp bilgi alıyor. Albay da, arayan komutanına bazı bilgiler veriyor. Anladığım kadarıyla daha sonra şüphelenip, durumu Genelkurmay´a aktarıyor.
Genelkurmay Dağlıca´daki birliği arayan numaraları kontrol edip "Tümgeneral Yıl maz´ın" bizim santralden çıkışlı arama yaptığını belirliyor.
"Zarfçının bizden olduğunu" Genelkurmay´dan üst düzey bir subay beni arayıp bilgi verdiğinde öğrendim. Kendi telefon kayıtlarımızı araştırıp arayan numarayı ve arayan kişiyi tespit ettik. Muhabir arkadaşımız savunmasında "Tamamen gazetecilik dürtüleriyle hareket ettiğini ve üzgün olduğunu" söyledi. Özür dilemesine rağmen, bu olayı tasvip edemeyeceğimizi söyleyip iş akdini feshettik.
Bana göre bu olayda, zarflanan kişi (Dağlıca´daki albay) ile "mensubu kılığına girilen kurum" (TSK) zarar gördü. Terörle mücadele eden, vatan toprağını savunan bir kurumun ast-üst disiplini kötüye kullanıldı. O kurumun, bizlerin güvenliği için kamuoyuyla bir süre veya hiçbir zaman paylaşmayabileceği bilgiler sahte bir kimlikle alınmaya çalışıldı.
Alınan bilgilerin büyük bölümünün gazetede kullanılmaması kusurumuzu örtmeye yetmez. VATAN yazıişlerinin bilgisi dışında gerçekleşen bu davranış nedeniyle, başta yanıltılan subay olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri´nden özür dileriz.
Bu olayda zarar gören üçüncü kişiler de oldu... Haksız yere zan altında kalan gazeteci arkadaşlarımız. Onlardan da samimiyetle özür dileriz.
"Tümgeneral Yılmaz" olayı ve gazetecinin haber için "zarf atması"
Muhabir arkadaşlar benimle dalga geçecekler ama 20 yıldır gazetecilik yapıyorum, "haber kaynağını zarflamak" diye bir yöntem olduğunu ilk kez geçen yıl duydum.
Şöyle yapılıyormuş: Diyelim ki, Boğaz´da bir gemi kazası oldu. Olay büyük ama konuyla ilgilenen gazeteci, yazıişlerinin veya müdürünün istediği bilgilere normal yollardan ulaşamıyor. Tüm detaylara hakim olan Kıyı Kurtarma´ya başvurup "Ben falan gazeteden arıyorum" dediğinde telefon suratına kapanıyor.
İşte o anda "bilgi vermeyen kişi ya da kurumu zarflama" yöntemi devreye giriyor. Aynı yer başka bir kimlikle aranıyor. Örneğin "Ben İstanbul Emniyet´ten komiser falan" deniyor. "Kazaya karışan gemilerden biri kaçakçılıkla ilgili takibimizdeydi" gibi bir senaryo uyduruluyor. Ya kaza raporunun fakslanması isteniyor, ya da gereken tüm bilgiler telefonda alınıyor. Haber tüm unsurlarıyla yazılıp, yazıişlerine teslim ediliyor. Gazete okuru ertesi sabah olayla ilgili tüm bilgileri nal gibi "özel haber" damgası altında okuyor. Üstüne de "Helal olsun falan gazeteye, diğerlerinde bu bilgiler yok" diyor.
Gazetecinin görevi kamuoyuna doğru ve en detaylı bilgiyi vermek. Bu pencereden bakıldığında, eğer "zarflanan kişi veya kurum" ile gazetecinin "mensubu kılığına büründüğü kişi veya kurum" zarar görmemişse ortada bir sorun yokmuş gibi görünüyor. Öyle ya gazeteci görevini yaptı, bilgileri aldı, kendine saklamayıp kamuoyuyla paylaştı.
Peki tarafların zarar görmemesi halinde bile yapılan doğru mu? İnanın emin değilim, tartışılması gereken bir mesele bu.
Maalesef bizden...
Peki neden bunları yazıyorum? Çünkü son günlerde medyayı haklı olarak meşgul eden "zarflama" olayının faili maalesef bizden biri çıktı.
Meseleyi bilmeyenler için hatırlatayım: Türkiye´yi acı ve öfkeye boğan Dağlıca saldırısının ardından, kendisini "Tümgeneral Yılmaz" diye tanıtan biri, Dağlıca´da görevli albayı arayıp bilgi alıyor. Albay da, arayan komutanına bazı bilgiler veriyor. Anladığım kadarıyla daha sonra şüphelenip, durumu Genelkurmay´a aktarıyor.
Genelkurmay Dağlıca´daki birliği arayan numaraları kontrol edip "Tümgeneral Yıl maz´ın" bizim santralden çıkışlı arama yaptığını belirliyor.
"Zarfçının bizden olduğunu" Genelkurmay´dan üst düzey bir subay beni arayıp bilgi verdiğinde öğrendim. Kendi telefon kayıtlarımızı araştırıp arayan numarayı ve arayan kişiyi tespit ettik. Muhabir arkadaşımız savunmasında "Tamamen gazetecilik dürtüleriyle hareket ettiğini ve üzgün olduğunu" söyledi. Özür dilemesine rağmen, bu olayı tasvip edemeyeceğimizi söyleyip iş akdini feshettik.
Bana göre bu olayda, zarflanan kişi (Dağlıca´daki albay) ile "mensubu kılığına girilen kurum" (TSK) zarar gördü. Terörle mücadele eden, vatan toprağını savunan bir kurumun ast-üst disiplini kötüye kullanıldı. O kurumun, bizlerin güvenliği için kamuoyuyla bir süre veya hiçbir zaman paylaşmayabileceği bilgiler sahte bir kimlikle alınmaya çalışıldı.
Alınan bilgilerin büyük bölümünün gazetede kullanılmaması kusurumuzu örtmeye yetmez. VATAN yazıişlerinin bilgisi dışında gerçekleşen bu davranış nedeniyle, başta yanıltılan subay olmak üzere Türk Silahlı Kuvvetleri´nden özür dileriz.
Bu olayda zarar gören üçüncü kişiler de oldu... Haksız yere zan altında kalan gazeteci arkadaşlarımız. Onlardan da samimiyetle özür dileriz.