FETHULLAH GÜLEN'E ''AJAN' DEMEDİM, SÖZCÜ GAZETESİ ÇARPITTI!
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, Fethullah Gülen hakkında 'ajan' dediğinin iddia edilmesi üzerine kendini savundu. Taraf'ta savundu. İşte o yazı...
Bir internet sitesine verdiğim mülakatta yer alan ifadelerim Sözcü gazetesince tamamen çarpıtıldı ve Fethullah Gülen için "ajan" dediğim iddia edildi. El insaf!
1- Son günlerde cemaat terimi kullanılırken ilk önce akla Fethullah Hoca ve onu sevenler topluluğu gelmektedir. Türkiye’de tarikat örgütlenmesinin kanuni bir şekle bürünemeyeceği açıktır. Ne var ki bu konuda da çifte standartla hareket edilmemesi gereği görmezlikten gelinemez. Kimse, kendi inanç ve eğilimlerine uygun bir şekilde mesela Alevi Dedeleri’ne bağlılığın veya kendi mensubu olduğu tarikatın dernek veya vakıf hukuki kılıfı içindeki görünümlerinin tamamen inanç özgürlüğü, inancına göre yaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde ele alınmasını isteyip de kendisine itici gelen başka bir inanç veya düşünce topluluğunun tehlikeli ve zararlı bir görünüm olup, köktenci yöntemlerle toplum bünyesinden çıkartılmaları, ameliyatla alınmaları gerektiğini söyleyemez, söylemekte haklı değildir. Hukuk devleti ilkeleri içinde ancak gerçekten suç sayılması gereken kamuya zarar verici örgütlenmeler ve fiili topluluklar kovuşturulabilir, dağıtılabilir, kapatılabilir.
2-Bu nokta üzerinde uzlaşıldıktan sonra Fethullah Hoca hareketi denen harekete hukukçu gözüyle bakıldığı takdirde bu harekete bağlılık, asla suç olarak nitelemez. Ancak görüş açıklama özgürlüğü de yine temel insan haklarındandır. Hakaret veya sövme gibi, yahut iftira gibi bir suçun kapsamına girmedikçe herkes eleştirme hakkını kullanabilir. Yahut kendi görüşünce toplum bilim açısından tesbitler ve değerlendirmeler yapabilir.
Benim kanaatimce 1987 yılında İran-Irak Savaşı dış emperyalist odakları hayal kırıklığına uğratacak bir seyre girmişken ve bir yandan da Sovyetler Birliği’nin "hasta adam" olduğu ve çökme çatırdamaları duyulduğu açıklamaları yapılmakta iken, o sırada Türkiye’de görevli olan Amerikan Büyükelçisi Abramoviç; Özal Hükümeti’ne şu tavsiyede bulundu: askerî yönetimin Fethullah Hoca cemaati üzerinde kurduğu ve halen devam eden baskıya son vermeniz ve aksine, bu cemaati birlikte Sovyetlerin çöküşünden sonra oluşacak boşluğu İran’ın doldurması tehlikesine karşı kullanmamız; ortak yararımız gereğidir. Bu tesbit sonucunda Fethullah Hoca cemaati üzerinde baskılar kaldırıldı. Nasıl Saddam’ın baskısından kurtulan Kuzey Irak Kürtleri Amerikan işgaline karşı çıkmayıp, aksine bir ferahlık duydularsa Fethullah Hoca cemaati de Amerikan emperyalist çevrelerin dostluk davranışlarını içten davranışlar olarak kabul etti. Ne var ki 1987’de başlayan ve bu Fethullah Hoca cemaati açısından bilinçsiz olan balayı dönemi 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra şüphelerle gölgelenmeye başladı. İran’a karşı kullanılmak üzere desteklenen Saddam’ın ve yine Afganistan’daki Taliban gruplarının Amerikan emperyalizmine karşı da tehlike oluşturduğu görüldü. Fethullah Hoca hareketine verilen destek bakımından da tereddüt duyulmaya başlandı. 1995 yıllarında merhum Ali İzzet Begoviç’in mücadelesini Fethullah Hoca cemaati tarafından da coşkuyla desteklendiği görülünce bu cemaatten olan beklentiler büsbütün şüpheli hale geldi. Ardından da bardağı taşıran damla Fethullah Hoca’nın Mgr. Maroviç vasıtasıyla Vatikan’a giderek merhum Papa’yla içten görüşmesi haberi oldu. 28 Şubat döneminde artık Cemaat’e karşı güvenin kaybolduğunu sezen cemaat ileri gelenleri bir zaruret hali hamlesiyle kendilerini kurtarmak için İran ile arayı tamamen açmak isteyen beyanlarda bulundukları gibi, bir taraftan da Refah Partisi’nin ve ardından Fazilet Partisi’nin kapatılması olaylarında Erbakan grubuyla da aralarındaki mesafeyi iyice açtılar. Ne var ki artık Fethullah Hoca hakkında karar verilmişti. Deniz Baykal olayında da olduğu gibi ’sakla kaseti gelir eşref saati’ ilkesince uydurulan veya bir ajana hazırlatılan kaset piyasaya sürüldü ve tıpkı Öcalan’a yapıldığı gibi Fethullah Hoca üzerinde de Türkiye’nin yararına gösterilen, aslında Fethullah Hoca cemaatinden beklentileri boşa çıkan emperyalist odağın yararına ipotek kondu.
AK Parti iktidarı Fethullah Hoca’yı sevenler tarafından desteklenince ’Van minut’ sonrası dönemde Fethullah Hoca hareketinin de tasfiyesi kararı çıktı.’Cemaatin büyük gücü’ miti imal edilerek Ergenekoncu-ulusalcı çevrelere bir zamanlar gönderilen miadı dolmuş sığır leşleri ve süt tozları gibi sevabına ve bedavadan gönderildi. Doğrusunu Allah bilir, belki de Hanefi Avcı da bu kez bu tasfiye hareketinin bilinçsiz fakat vatansever bir elemanı haline getirilmek üzere şartlandırıldı.
SONUÇ: 1987’de Türk-İslam Sentezi kavramı için bugün yaptığım bu değerlendirmelerle tamamen tutarlı yorumlar ileri sürmüştüm. O sıralarda Cumhuriyet’te yazan Şahin Alpay’ın benimle yaptığı röportaj bana karşı çok insafsız hücumlar doğurmuştu. (Herakleitos’a sorarsak, o günkü Cumhuriyet Gazetesi’nin de bugünkü Cumhuriyet Gazetesi olmadığını söyleyecektir). Aradan on yıl kadar bir süre geçti. Bu kez o sıralardaki Akşam Gazetesi’nin ’Fethullah Hoca’nın iftarına gitmediğiniz halde Erbakan’ın Hoca’nınkine niye gittiniz?’ sorusuna muhatap oldum. Bu soruya verdiğim cevabı Akşam Gazetesi tamamen saptırılmış ve çarptırılmış kesin yargılar içeren ve Fethullah Hoca’yı hedef alan korkunç manşetlerle yayımladı(1996). Şimdi de aradan bu kez 14 yıl geçtikten sonra bir internet gazetesine verdiğim beyanların Hanefi Avcı’nın tutuklanması üzerine tamamen Sözcü Gazetesi’nin yorum ve tutumunu destekleyen mesnedsiz ve yine korkunç yanlış manşetler altında kamuoyuna yansıtıldığına şahit oldum. Bu manşetlerin altında verilen açıklamalar da çelişkilerle doluydu. Fethullah Hoca’nın yargılanmasını ve hapsedilmesini gerektirecek hiçbir suçu olmadığını söylediğim de belirtildiği halde, başka bir cümlede tamamen asılsız olarak Fethullah Hoca aleyhine kullanılan kaseti hazırlayan kişi için kullandığım ’ajan’ terimini sanki Fethullah Hoca için kullanmışım gibi bir ibareye yer verilmişti. Bundan sonra ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Sözcü’nün bu tutumu karşısında tamamen söz orucuna mı girmeliyim? Ne dersiniz ey Azizan?
1- Son günlerde cemaat terimi kullanılırken ilk önce akla Fethullah Hoca ve onu sevenler topluluğu gelmektedir. Türkiye’de tarikat örgütlenmesinin kanuni bir şekle bürünemeyeceği açıktır. Ne var ki bu konuda da çifte standartla hareket edilmemesi gereği görmezlikten gelinemez. Kimse, kendi inanç ve eğilimlerine uygun bir şekilde mesela Alevi Dedeleri’ne bağlılığın veya kendi mensubu olduğu tarikatın dernek veya vakıf hukuki kılıfı içindeki görünümlerinin tamamen inanç özgürlüğü, inancına göre yaşama özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde ele alınmasını isteyip de kendisine itici gelen başka bir inanç veya düşünce topluluğunun tehlikeli ve zararlı bir görünüm olup, köktenci yöntemlerle toplum bünyesinden çıkartılmaları, ameliyatla alınmaları gerektiğini söyleyemez, söylemekte haklı değildir. Hukuk devleti ilkeleri içinde ancak gerçekten suç sayılması gereken kamuya zarar verici örgütlenmeler ve fiili topluluklar kovuşturulabilir, dağıtılabilir, kapatılabilir.
2-Bu nokta üzerinde uzlaşıldıktan sonra Fethullah Hoca hareketi denen harekete hukukçu gözüyle bakıldığı takdirde bu harekete bağlılık, asla suç olarak nitelemez. Ancak görüş açıklama özgürlüğü de yine temel insan haklarındandır. Hakaret veya sövme gibi, yahut iftira gibi bir suçun kapsamına girmedikçe herkes eleştirme hakkını kullanabilir. Yahut kendi görüşünce toplum bilim açısından tesbitler ve değerlendirmeler yapabilir.
Benim kanaatimce 1987 yılında İran-Irak Savaşı dış emperyalist odakları hayal kırıklığına uğratacak bir seyre girmişken ve bir yandan da Sovyetler Birliği’nin "hasta adam" olduğu ve çökme çatırdamaları duyulduğu açıklamaları yapılmakta iken, o sırada Türkiye’de görevli olan Amerikan Büyükelçisi Abramoviç; Özal Hükümeti’ne şu tavsiyede bulundu: askerî yönetimin Fethullah Hoca cemaati üzerinde kurduğu ve halen devam eden baskıya son vermeniz ve aksine, bu cemaati birlikte Sovyetlerin çöküşünden sonra oluşacak boşluğu İran’ın doldurması tehlikesine karşı kullanmamız; ortak yararımız gereğidir. Bu tesbit sonucunda Fethullah Hoca cemaati üzerinde baskılar kaldırıldı. Nasıl Saddam’ın baskısından kurtulan Kuzey Irak Kürtleri Amerikan işgaline karşı çıkmayıp, aksine bir ferahlık duydularsa Fethullah Hoca cemaati de Amerikan emperyalist çevrelerin dostluk davranışlarını içten davranışlar olarak kabul etti. Ne var ki 1987’de başlayan ve bu Fethullah Hoca cemaati açısından bilinçsiz olan balayı dönemi 1991 Körfez Savaşı’ndan sonra şüphelerle gölgelenmeye başladı. İran’a karşı kullanılmak üzere desteklenen Saddam’ın ve yine Afganistan’daki Taliban gruplarının Amerikan emperyalizmine karşı da tehlike oluşturduğu görüldü. Fethullah Hoca hareketine verilen destek bakımından da tereddüt duyulmaya başlandı. 1995 yıllarında merhum Ali İzzet Begoviç’in mücadelesini Fethullah Hoca cemaati tarafından da coşkuyla desteklendiği görülünce bu cemaatten olan beklentiler büsbütün şüpheli hale geldi. Ardından da bardağı taşıran damla Fethullah Hoca’nın Mgr. Maroviç vasıtasıyla Vatikan’a giderek merhum Papa’yla içten görüşmesi haberi oldu. 28 Şubat döneminde artık Cemaat’e karşı güvenin kaybolduğunu sezen cemaat ileri gelenleri bir zaruret hali hamlesiyle kendilerini kurtarmak için İran ile arayı tamamen açmak isteyen beyanlarda bulundukları gibi, bir taraftan da Refah Partisi’nin ve ardından Fazilet Partisi’nin kapatılması olaylarında Erbakan grubuyla da aralarındaki mesafeyi iyice açtılar. Ne var ki artık Fethullah Hoca hakkında karar verilmişti. Deniz Baykal olayında da olduğu gibi ’sakla kaseti gelir eşref saati’ ilkesince uydurulan veya bir ajana hazırlatılan kaset piyasaya sürüldü ve tıpkı Öcalan’a yapıldığı gibi Fethullah Hoca üzerinde de Türkiye’nin yararına gösterilen, aslında Fethullah Hoca cemaatinden beklentileri boşa çıkan emperyalist odağın yararına ipotek kondu.
AK Parti iktidarı Fethullah Hoca’yı sevenler tarafından desteklenince ’Van minut’ sonrası dönemde Fethullah Hoca hareketinin de tasfiyesi kararı çıktı.’Cemaatin büyük gücü’ miti imal edilerek Ergenekoncu-ulusalcı çevrelere bir zamanlar gönderilen miadı dolmuş sığır leşleri ve süt tozları gibi sevabına ve bedavadan gönderildi. Doğrusunu Allah bilir, belki de Hanefi Avcı da bu kez bu tasfiye hareketinin bilinçsiz fakat vatansever bir elemanı haline getirilmek üzere şartlandırıldı.
SONUÇ: 1987’de Türk-İslam Sentezi kavramı için bugün yaptığım bu değerlendirmelerle tamamen tutarlı yorumlar ileri sürmüştüm. O sıralarda Cumhuriyet’te yazan Şahin Alpay’ın benimle yaptığı röportaj bana karşı çok insafsız hücumlar doğurmuştu. (Herakleitos’a sorarsak, o günkü Cumhuriyet Gazetesi’nin de bugünkü Cumhuriyet Gazetesi olmadığını söyleyecektir). Aradan on yıl kadar bir süre geçti. Bu kez o sıralardaki Akşam Gazetesi’nin ’Fethullah Hoca’nın iftarına gitmediğiniz halde Erbakan’ın Hoca’nınkine niye gittiniz?’ sorusuna muhatap oldum. Bu soruya verdiğim cevabı Akşam Gazetesi tamamen saptırılmış ve çarptırılmış kesin yargılar içeren ve Fethullah Hoca’yı hedef alan korkunç manşetlerle yayımladı(1996). Şimdi de aradan bu kez 14 yıl geçtikten sonra bir internet gazetesine verdiğim beyanların Hanefi Avcı’nın tutuklanması üzerine tamamen Sözcü Gazetesi’nin yorum ve tutumunu destekleyen mesnedsiz ve yine korkunç yanlış manşetler altında kamuoyuna yansıtıldığına şahit oldum. Bu manşetlerin altında verilen açıklamalar da çelişkilerle doluydu. Fethullah Hoca’nın yargılanmasını ve hapsedilmesini gerektirecek hiçbir suçu olmadığını söylediğim de belirtildiği halde, başka bir cümlede tamamen asılsız olarak Fethullah Hoca aleyhine kullanılan kaseti hazırlayan kişi için kullandığım ’ajan’ terimini sanki Fethullah Hoca için kullanmışım gibi bir ibareye yer verilmişti. Bundan sonra ne yapmam gerektiğini bilemiyorum. Sözcü’nün bu tutumu karşısında tamamen söz orucuna mı girmeliyim? Ne dersiniz ey Azizan?