Fethullah Gülen'den Cemaate "kaçmayın" uyarısı!
Fethullah Gülen, "bamteli sohbeti"nde cemaat tabanına verdiği sadakat ve savaştan kaçan münafıklar" mesajları ile dikkat çekti...
Fethullah Gülen'in haftalık olarak Herkul.org sitesinde yayınlanan "Bamteli sohbeti"nin bu haftaki bölümünde cemaat tabanına dönük çarpıcı mesajlar dikkat çekti. Gülen'in "bamteli sohbeti"nde bu hafta "sadakat" vurgusu yapılarak "savaşa katılmayan münafıklar" anlatıldı.
GÜLEN'DEN CEMAATE "SAVAŞTAN KAÇAN MÜNAFIKLAR" UYARISI
"Sadâkat"in anlamını "şartlar ne olursa olsun hainlik ve döneklik yapmama, gönül verdiği kapıdan asla ayrılmama ve riya, tasannu, maddî-manevî çıkar hesabı gibi kötülüklerden arınarak hâlis bir niyetle Allah yoluna bağlanma manalarının hepsini ifade eden muallâ bir kelimedir." diye açıklayan Fethullah Gülen, Hz. Muhammed zamanında yapılan "Tebük Seferi"ni anlattı ve savaştan kaçan "münafık"lara değindi.
"SAVAŞA KATILMAYANLAR PİŞMAN OLDU"
Bu savaşın savaş olmadan geriye dönülen bir sefer olduğunu hatırlatan Gülen, bu seferle Romalılara karşı sindirme harekâtı ve savaş tatbikatı yapıldığını, askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılarak geri dönüldüğünü belirtti.
Gülen, zor şartlarda yapılan bu savaşa bazı münafıkların katılmadığını, sefer dönüşünde ise bazılarının pişman olarak özür dilediğini hatırlattı.
"Fahr-i Kainat Efendimiz, seferden döndüğü zaman, Tebük gazvesine katılmayıp Medine’de kalanlar tek tek gelip özür dilemişler ve mazeretlerini yeminlerle te’yit etmişlerdi." diyen Gülen, sefere katılmayanların yaşadığı pişmanlığı uzun uzun anlatarak sözlerini şöyle bitirdi:
"Bugün bize düşen vazife de verdiğimiz sözde sabit-kadem olarak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmek, bu yarım-yamalak teveccühe mukabil O’nun da teveccüh edeceğine inanmak; sadâkat dili, sadâkat heyecanı ve sadâkat tavırlarıyla yaşayarak her zaman sadâkatimizi ortaya koymaktır."
Gülen Tebük Seferi'ni şöyle anlattı:
"TEBÜK SEFERİ
Tebük Seferi, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in Şam’da toplanan kırk bin kişilik Roma ordusuna karşı yapmış olduğu askerî harekettir. Bu hareket, Arap yarımadasının kuzeyinde, Medine ile Şam’ın ortasında bulunan, suyu ve hurmalığı bol bir yer olan Tebük’e kadar uzanıp orada sona erdiği için bu adı almıştır. Ciddî bir savaş hazırlığı içinde gidilip de, savaş olmadan geriye dönülen Tebük Seferi’nde, o zamana kadarki en güçlü ve düzenli İslâm ordusu techiz edilmiş; Romalılara karşı sindirme harekâtı ve savaş tatbikatı yapılmış ve neticesi itibarıyla askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılarak geri dönülmüştür.
Sıcaklık, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve düşman ordusunun gücü gibi unsurların iyice zorlaştırdığı bu sefere çok çetin bir savaş olacağı mülahazasıyla çıkılmıştı. Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ), güçlüsüyle zayıfıyla bütün müslümanları açıktan cihada davet etmiş ve inananlar arasında umumî seferberlik havasının yayılmasını sağlamıştı.
Münafıklar, her meseleye nefsanîlik açısından yaklaşıp her şeyi egoizmaya bağlı değerlendirdikleri için sürekli fesada sebebiyet verdikleri gibi, gerek Tebük gazvesi hazırlıklarında ve gerekse yolculuk sırasında fitne çıkarmaktan geri durmamışlardı. Münafıklardan yaklaşık seksen tanesi Tebük seferine katılmamak için Rasûl-ü Ekrem’e bir sürü bahane saymış ve izin istemişlerdi. Onlardan bazıları da, ganimet devşirmek ümidiyle orduya katılmış ama yol boyunca bozgunculuk yapmaktan bir an dûr olmamışlardı.
GERİ KALANLAR, MAZERET DÖKTÜRENLER VE DOĞRULUKTAN AYRILMAYANLAR
Mü’min olduğu halde küçük bir ihmalden dolayı geride kalıp İslam ordusundan ayrı düşenler de mevcuttu. Kâ’b b. Mâlik, Mürare b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye de “nasıl olsa yetişirim” deyip ağırdan alan ama Tebük Kervanı’nı kaçırdıktan sonra ona ulaşma fırsatını bir daha da hiç bulamayan ve meşrû bir özrü olmadığı halde sefere katılmayan mü’minlerdendi.
Hazırlıklı, düzenli ve güçlü İslâm ordusunun her çeşit savaş riskini göze alarak Tebük’e kadar ulaşması, psikolojik bakımdan güç dengesini Müslümanların lehine çevirmişti. Hicaz’a saldırıp İslam coğrafyasını yakıp yıkmak üzere yola çıkan Heraklius ve askerleri, mü’minlerin cesareti karşısında çok korkmuş, dehşete kapılmış ve savaştan vazgeçmişlerdi. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Tebük’te yirmi gün kadar kaldıktan sonra, Ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar vermişti.
MEDİNE'DE KALANLAR TEK TEK ÖZÜR DİLEDİLER!
Fahr-i Kainat Efendimiz, seferden döndüğü zaman, Tebük gazvesine katılmayıp Medine’de kalanlar tek tek gelip özür dilemişler ve mazeretlerini yeminlerle te’yit etmişlerdi. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz de, onların sözlerini dış görünüşleri itibarıyla kabul edip, işin iç yüzünü ve onların niyetlerini Allah’a havale etmiş ve haklarında istiğfarda bulunmuştu. Sadece, Kâ’b b. Mâlik ve diğer iki arkadaşı Rasûl-ü Ekrem’in huzuruna girince bahane uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylemiş ve haklarında verilecek hükmü intizar etmişlerdi.(...)
(...)Bugün bize düşen vazife de verdiğimiz sözde sabit-kadem olarak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmek, bu yarım-yamalak teveccühe mukabil O’nun da teveccüh edeceğine inanmak; sadâkat dili, sadâkat heyecanı ve sadâkat tavırlarıyla yaşayarak her zaman sadâkatimizi ortaya koymaktır."
GÜLEN'DEN CEMAATE "SAVAŞTAN KAÇAN MÜNAFIKLAR" UYARISI
"Sadâkat"in anlamını "şartlar ne olursa olsun hainlik ve döneklik yapmama, gönül verdiği kapıdan asla ayrılmama ve riya, tasannu, maddî-manevî çıkar hesabı gibi kötülüklerden arınarak hâlis bir niyetle Allah yoluna bağlanma manalarının hepsini ifade eden muallâ bir kelimedir." diye açıklayan Fethullah Gülen, Hz. Muhammed zamanında yapılan "Tebük Seferi"ni anlattı ve savaştan kaçan "münafık"lara değindi.
"SAVAŞA KATILMAYANLAR PİŞMAN OLDU"
Bu savaşın savaş olmadan geriye dönülen bir sefer olduğunu hatırlatan Gülen, bu seferle Romalılara karşı sindirme harekâtı ve savaş tatbikatı yapıldığını, askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılarak geri dönüldüğünü belirtti.
Gülen, zor şartlarda yapılan bu savaşa bazı münafıkların katılmadığını, sefer dönüşünde ise bazılarının pişman olarak özür dilediğini hatırlattı.
"Fahr-i Kainat Efendimiz, seferden döndüğü zaman, Tebük gazvesine katılmayıp Medine’de kalanlar tek tek gelip özür dilemişler ve mazeretlerini yeminlerle te’yit etmişlerdi." diyen Gülen, sefere katılmayanların yaşadığı pişmanlığı uzun uzun anlatarak sözlerini şöyle bitirdi:
"Bugün bize düşen vazife de verdiğimiz sözde sabit-kadem olarak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmek, bu yarım-yamalak teveccühe mukabil O’nun da teveccüh edeceğine inanmak; sadâkat dili, sadâkat heyecanı ve sadâkat tavırlarıyla yaşayarak her zaman sadâkatimizi ortaya koymaktır."
Gülen Tebük Seferi'ni şöyle anlattı:
"TEBÜK SEFERİ
Tebük Seferi, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in Şam’da toplanan kırk bin kişilik Roma ordusuna karşı yapmış olduğu askerî harekettir. Bu hareket, Arap yarımadasının kuzeyinde, Medine ile Şam’ın ortasında bulunan, suyu ve hurmalığı bol bir yer olan Tebük’e kadar uzanıp orada sona erdiği için bu adı almıştır. Ciddî bir savaş hazırlığı içinde gidilip de, savaş olmadan geriye dönülen Tebük Seferi’nde, o zamana kadarki en güçlü ve düzenli İslâm ordusu techiz edilmiş; Romalılara karşı sindirme harekâtı ve savaş tatbikatı yapılmış ve neticesi itibarıyla askerî ve siyasî açıdan önemli bir zafer kazanılarak geri dönülmüştür.
Sıcaklık, kuraklık, kıtlık, uzaklık ve düşman ordusunun gücü gibi unsurların iyice zorlaştırdığı bu sefere çok çetin bir savaş olacağı mülahazasıyla çıkılmıştı. Allah Rasûlü (aleyhi ekmelüttehâyâ), güçlüsüyle zayıfıyla bütün müslümanları açıktan cihada davet etmiş ve inananlar arasında umumî seferberlik havasının yayılmasını sağlamıştı.
Münafıklar, her meseleye nefsanîlik açısından yaklaşıp her şeyi egoizmaya bağlı değerlendirdikleri için sürekli fesada sebebiyet verdikleri gibi, gerek Tebük gazvesi hazırlıklarında ve gerekse yolculuk sırasında fitne çıkarmaktan geri durmamışlardı. Münafıklardan yaklaşık seksen tanesi Tebük seferine katılmamak için Rasûl-ü Ekrem’e bir sürü bahane saymış ve izin istemişlerdi. Onlardan bazıları da, ganimet devşirmek ümidiyle orduya katılmış ama yol boyunca bozgunculuk yapmaktan bir an dûr olmamışlardı.
GERİ KALANLAR, MAZERET DÖKTÜRENLER VE DOĞRULUKTAN AYRILMAYANLAR
Mü’min olduğu halde küçük bir ihmalden dolayı geride kalıp İslam ordusundan ayrı düşenler de mevcuttu. Kâ’b b. Mâlik, Mürare b. Rebî’ ve Hilâl b. Ümeyye de “nasıl olsa yetişirim” deyip ağırdan alan ama Tebük Kervanı’nı kaçırdıktan sonra ona ulaşma fırsatını bir daha da hiç bulamayan ve meşrû bir özrü olmadığı halde sefere katılmayan mü’minlerdendi.
Hazırlıklı, düzenli ve güçlü İslâm ordusunun her çeşit savaş riskini göze alarak Tebük’e kadar ulaşması, psikolojik bakımdan güç dengesini Müslümanların lehine çevirmişti. Hicaz’a saldırıp İslam coğrafyasını yakıp yıkmak üzere yola çıkan Heraklius ve askerleri, mü’minlerin cesareti karşısında çok korkmuş, dehşete kapılmış ve savaştan vazgeçmişlerdi. Bunun üzerine, Peygamber Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) Tebük’te yirmi gün kadar kaldıktan sonra, Ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar vermişti.
MEDİNE'DE KALANLAR TEK TEK ÖZÜR DİLEDİLER!
Fahr-i Kainat Efendimiz, seferden döndüğü zaman, Tebük gazvesine katılmayıp Medine’de kalanlar tek tek gelip özür dilemişler ve mazeretlerini yeminlerle te’yit etmişlerdi. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz de, onların sözlerini dış görünüşleri itibarıyla kabul edip, işin iç yüzünü ve onların niyetlerini Allah’a havale etmiş ve haklarında istiğfarda bulunmuştu. Sadece, Kâ’b b. Mâlik ve diğer iki arkadaşı Rasûl-ü Ekrem’in huzuruna girince bahane uydurma yoluna gitmeden doğruyu söylemiş ve haklarında verilecek hükmü intizar etmişlerdi.(...)
(...)Bugün bize düşen vazife de verdiğimiz sözde sabit-kadem olarak Cenâb-ı Hakk’a teveccüh etmek, bu yarım-yamalak teveccühe mukabil O’nun da teveccüh edeceğine inanmak; sadâkat dili, sadâkat heyecanı ve sadâkat tavırlarıyla yaşayarak her zaman sadâkatimizi ortaya koymaktır."