Fehmi Koru'dan Sözcü'ye jet yanıt: Hele bir sor neden gelmedim?
Fehmi Koru, dünkü Sözcü davasına gitmediği için gazete tarafından kaçmakla itham edilmişti, bugün o iddiaya yanıt geldi.
Fehmi Koru, dünkü Sözcü davasına neden gitmediğini bugünkü köşesinden açıkladı.
Kendi internet sitesinden Sözcü'nün "Kaçtı duruşmaya gelmedi" iddiasına yanıt veren Fehmi Koru "Bana her hangi bir tebligat gelmedi, gelmiş olsa duruşmaya katılırdım" dedi.
İşte Fehmi Koru'nun o yazısı:
Sözcü davası duruşmasında yoktum, ama sorun bakalım neden yoktum?
Savcılık adına arandım 2016 yılı Ağustos ayında, bir konuda ifademe başvurulacağını söylediler; bir yakınımın düğün günü olduğu halde gidip sorularına cevap verdim.
Birkaç ay önce de, bir mahkemeden yine ‘tanık’ olarak ifademe başvurulacağına dair davet aldım; Ankara’ya kadar gidip, duruşmada, mahkeme heyetinin, sanıkların, müdahillerin, sanık ve müdahil avukatlarının sorularını cevapladım..
Meclis’te kurulmuş 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na daveti bizzat komisyonun başkanı arayarak iletti; kararlaştırılan günde oradaydım, saatler boyu süren oturumda milletvekillerini aydınlatma gayreti içerisinde oldum.
Dün ‘Sözcü’ gazetesinin duruşmasında tanıklara sıra gelmiş, ben de ‘tanık’ gösterilmişim, ama orada yoktum.
“Gelemedi, kaçtı” diye duyurdu gazetenin internet sitesi dün.
Bugün haberi nasıl yansıttıklarına bakmadan bu yazıyı yazıyorum; herhalde çizgiyi daha aşağıya düşürmemişlerdir.
İşin gerçeği
İşin gerçeği şu: Orada yoktum, çünkü kimse bana “Tanık olarak mahkemeye gelmen bekleniyor” demedi.
Yazılı veya sözlü bir davet almadım; gönderildiyse bile elime geçmedi.
‘Tanık’ olarak dinlenenlerden biri, duruşmadan bir gün önce, “Beni mahkemeden telefonla çağırdılar, yarın tanık olarak gidip bildiklerimi anlatacağım” diye yazdı da, aynı gün ben burada konuya ilişkin görüşümü sizlerle paylaştım.
Beni de çağırmış olabilecekleri aklımın ucundan bile geçmedi.
Çağrılsaydım gider, daha önce ne dediysem, ne yazdıysam yine aynısını mahkemede tekrarlardım.
Diyeceklerim basit:
“2010 yılında, daha henüz 17-25 Aralık (2013) olayları ve FETÖ ufukta görünmezken, gazetedeki köşemde, 1990’lı yılların başında benimle paylaşılmış bir takdir cümlesini, hatırladığım şekliyle bir yazı içerisinde kullanmıştım. Yazdığım o bir-iki cümlenin 15 Temmuz (2015) sonrasında bir davada ‘kanıt’ olmasıyla benim hiçbir ilgim bulunmuyor. Davanın muhbiri de teşvikçisi de değilim. Basının özgür, gazeteler ve gazetecilerin her türlü baskıdan azade olmasını sürekli savunmuş biri olarak, böyle bir davanın açılması ve yazımın ‘kanıt’ muamelesi görmesi beni mutlu etmez, etmemiştir.”
Son bir yıl içerisinde, sonuncusu önceki gün olan, tam üç yazıda bu görüşümü hiçbir tereddüte mahal vermeyecek açıklıkta burada yazdım.
Merak eden için sitenin arşivinden o yazılarıma kolayca ulaşmak mümkün.
Arada, çeşitli vesilelerle basın ve gazeteci özgürlüğü konusunda onlarca başka yazım da var yine bu sitede.
Uzun meslek hayatım boyunca hep aynı çizgiyi koruduğum da biliniyor.
Son 35-40 yıldır, her gün, –bazen günde 2, 3, 4– yazı ve çoğu kez TV yorumlarıyla okur ve izleyici karşısına çıktım. Pek çok kişi, kurum, örgüt hakkında kalem oynattım. Bazen kalemimi bayağı sivrilterek konulara yaklaştığım da oldu.
Öyle olduğu halde, bütün o yıllar ve yazılar boyunca, mahkemelik olduğum kişiler bir elin parmak sayısını geçmez.
Hem mesleğin ilkelerine harfiyen uyduğum, hem de kendime ait daha ağır ilkeler bulunduğu için…
Meslek ilkeleri var, bir de kendi ilkelerim…
İddialarının aksine, ‘Sözcü’ gazetesinin de, vaktiyle yazdığım o yazı hakkında –veya başka bir konuda– aleyhimde açılmış bir davası yoktur.
Keşke vaktinde iki satırla olsun bir açıklama gönderselerdi. Kendim için belirlediğim ilkelerden biri de, bana gönderilen açıklamalara yer vermektir; bugüne kadar o ilkemden de hiç şaşmadım.
Hukukçular tezvirat dolu yayınlara karşı yasada yer alan ‘düzeltme hakkı’nı kullanmamı tavsiye ediyor.
O yola bugüne kadar hiç başvurmadım; meslek hayatım boyunca pek çok tezvirata maruz kaldığım halde…
Cevap hakkımı kullanacağım bir sütunum hep oldu ve orada verdiğim cevapları yeterli buldum.
Bugün ana-akım medyada bir yerim, küçük de olsa bir köşem, herhangi bir TV programında katılımcılığım yok. Onun için “Atış serbest” diye acımasızca üzerime geliniyor.
Vaktiyle yazılarımla kendilerini hırpaladığım ne kadar kalem varsa topu birden…
Gelsinler. Beni tanıyan tanıyor, bilen de biliyor. Tanıyıp bilmeyenlerden öğrenmek isteyecekler için de bu site var.
Dün gece, çok önceden günü ve konusu (Suudi Arabistan’da değişim arayışı ve Ortadoğu) belirlenmiş bir açık-oturum için internet üzerinden yayın yapan ‘Medyascope.tv’de, duruşmaya neden katılmadığım konusuyla ilgili gerçeği de açıklama fırsatı elde ettim. Açıklamamı görüntümle izlemek isteyenler için bir de orası var.
Yeterli mi o kadar tezviratın üstesinden gelmek için?
Elbette yetmediğini ben de biliyorum, ama ne çare…
“Cumhurbaşkanı tatilini Marmaris’te geçiriyor” haberini verdiği için hapse atılmış Sözcü muhabirinin tutukluluk halinin sona erdirilmesi beni mutlu etti; keşke Burak Akbay için talep edilen kısıtlamaların kaldırılması yolunda da karar verilseydi.
Davet ulaşsa dün mahkemede olurdum, bunu bilin yeter.
Kendi internet sitesinden Sözcü'nün "Kaçtı duruşmaya gelmedi" iddiasına yanıt veren Fehmi Koru "Bana her hangi bir tebligat gelmedi, gelmiş olsa duruşmaya katılırdım" dedi.
İşte Fehmi Koru'nun o yazısı:
Sözcü davası duruşmasında yoktum, ama sorun bakalım neden yoktum?
Savcılık adına arandım 2016 yılı Ağustos ayında, bir konuda ifademe başvurulacağını söylediler; bir yakınımın düğün günü olduğu halde gidip sorularına cevap verdim.
Birkaç ay önce de, bir mahkemeden yine ‘tanık’ olarak ifademe başvurulacağına dair davet aldım; Ankara’ya kadar gidip, duruşmada, mahkeme heyetinin, sanıkların, müdahillerin, sanık ve müdahil avukatlarının sorularını cevapladım..
Meclis’te kurulmuş 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’na daveti bizzat komisyonun başkanı arayarak iletti; kararlaştırılan günde oradaydım, saatler boyu süren oturumda milletvekillerini aydınlatma gayreti içerisinde oldum.
Dün ‘Sözcü’ gazetesinin duruşmasında tanıklara sıra gelmiş, ben de ‘tanık’ gösterilmişim, ama orada yoktum.
“Gelemedi, kaçtı” diye duyurdu gazetenin internet sitesi dün.
Bugün haberi nasıl yansıttıklarına bakmadan bu yazıyı yazıyorum; herhalde çizgiyi daha aşağıya düşürmemişlerdir.
İşin gerçeği
İşin gerçeği şu: Orada yoktum, çünkü kimse bana “Tanık olarak mahkemeye gelmen bekleniyor” demedi.
Yazılı veya sözlü bir davet almadım; gönderildiyse bile elime geçmedi.
‘Tanık’ olarak dinlenenlerden biri, duruşmadan bir gün önce, “Beni mahkemeden telefonla çağırdılar, yarın tanık olarak gidip bildiklerimi anlatacağım” diye yazdı da, aynı gün ben burada konuya ilişkin görüşümü sizlerle paylaştım.
Beni de çağırmış olabilecekleri aklımın ucundan bile geçmedi.
Çağrılsaydım gider, daha önce ne dediysem, ne yazdıysam yine aynısını mahkemede tekrarlardım.
Diyeceklerim basit:
“2010 yılında, daha henüz 17-25 Aralık (2013) olayları ve FETÖ ufukta görünmezken, gazetedeki köşemde, 1990’lı yılların başında benimle paylaşılmış bir takdir cümlesini, hatırladığım şekliyle bir yazı içerisinde kullanmıştım. Yazdığım o bir-iki cümlenin 15 Temmuz (2015) sonrasında bir davada ‘kanıt’ olmasıyla benim hiçbir ilgim bulunmuyor. Davanın muhbiri de teşvikçisi de değilim. Basının özgür, gazeteler ve gazetecilerin her türlü baskıdan azade olmasını sürekli savunmuş biri olarak, böyle bir davanın açılması ve yazımın ‘kanıt’ muamelesi görmesi beni mutlu etmez, etmemiştir.”
Son bir yıl içerisinde, sonuncusu önceki gün olan, tam üç yazıda bu görüşümü hiçbir tereddüte mahal vermeyecek açıklıkta burada yazdım.
Merak eden için sitenin arşivinden o yazılarıma kolayca ulaşmak mümkün.
Arada, çeşitli vesilelerle basın ve gazeteci özgürlüğü konusunda onlarca başka yazım da var yine bu sitede.
Uzun meslek hayatım boyunca hep aynı çizgiyi koruduğum da biliniyor.
Son 35-40 yıldır, her gün, –bazen günde 2, 3, 4– yazı ve çoğu kez TV yorumlarıyla okur ve izleyici karşısına çıktım. Pek çok kişi, kurum, örgüt hakkında kalem oynattım. Bazen kalemimi bayağı sivrilterek konulara yaklaştığım da oldu.
Öyle olduğu halde, bütün o yıllar ve yazılar boyunca, mahkemelik olduğum kişiler bir elin parmak sayısını geçmez.
Hem mesleğin ilkelerine harfiyen uyduğum, hem de kendime ait daha ağır ilkeler bulunduğu için…
Meslek ilkeleri var, bir de kendi ilkelerim…
İddialarının aksine, ‘Sözcü’ gazetesinin de, vaktiyle yazdığım o yazı hakkında –veya başka bir konuda– aleyhimde açılmış bir davası yoktur.
Keşke vaktinde iki satırla olsun bir açıklama gönderselerdi. Kendim için belirlediğim ilkelerden biri de, bana gönderilen açıklamalara yer vermektir; bugüne kadar o ilkemden de hiç şaşmadım.
Hukukçular tezvirat dolu yayınlara karşı yasada yer alan ‘düzeltme hakkı’nı kullanmamı tavsiye ediyor.
O yola bugüne kadar hiç başvurmadım; meslek hayatım boyunca pek çok tezvirata maruz kaldığım halde…
Cevap hakkımı kullanacağım bir sütunum hep oldu ve orada verdiğim cevapları yeterli buldum.
Bugün ana-akım medyada bir yerim, küçük de olsa bir köşem, herhangi bir TV programında katılımcılığım yok. Onun için “Atış serbest” diye acımasızca üzerime geliniyor.
Vaktiyle yazılarımla kendilerini hırpaladığım ne kadar kalem varsa topu birden…
Gelsinler. Beni tanıyan tanıyor, bilen de biliyor. Tanıyıp bilmeyenlerden öğrenmek isteyecekler için de bu site var.
Dün gece, çok önceden günü ve konusu (Suudi Arabistan’da değişim arayışı ve Ortadoğu) belirlenmiş bir açık-oturum için internet üzerinden yayın yapan ‘Medyascope.tv’de, duruşmaya neden katılmadığım konusuyla ilgili gerçeği de açıklama fırsatı elde ettim. Açıklamamı görüntümle izlemek isteyenler için bir de orası var.
Yeterli mi o kadar tezviratın üstesinden gelmek için?
Elbette yetmediğini ben de biliyorum, ama ne çare…
“Cumhurbaşkanı tatilini Marmaris’te geçiriyor” haberini verdiği için hapse atılmış Sözcü muhabirinin tutukluluk halinin sona erdirilmesi beni mutlu etti; keşke Burak Akbay için talep edilen kısıtlamaların kaldırılması yolunda da karar verilseydi.
Davet ulaşsa dün mahkemede olurdum, bunu bilin yeter.