Fehmi Koru sansür var dedi, Zaman o mesajı yayınladı!
Cemaat'e yakınlığıyla bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın (GYV) düzenlediği iftar yemeğine, Onursal Başkan Fethullah Gülen'in "barışalım" mesajı damga vurmuştu.
Gülen'in, "Geçmişi kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım" diyerek AKP'ye bir kez daha zeytin dalı uzatmayı denemişti.
Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, Zaman gazetesinin ve GYV'nin Gülen'in "barış" sözlerine sansür uyguladığını yazdı.
Zaman gazetesinin iftar haberinde "barış" mesajına yer vermediğini belirten Koru, "Yoksa Pensilvanya ‘barışmak’ istiyor da, İstanbul mu karşı çıkıyor? Ne olduğunu anlayanınız var mı?" diye sordu.
BUGÜN YER VERİLDİ
Koru'nun yazısından sonra, Zaman gazetesi bugün o mesajın tam metnini yayınladı. Fehmi Koru, mesajın tam metnine hiçbir yerde ulaşamadığını söylemişti.
Gülen'in mesajındaki sitem ve barış mesajları dikkat çekti.
İşte Gülen'in o mesajının tam metni:
"Vakfın değerli başkanı ve çalışma arkadaşları.. fikir, siyaset, iş ve sanat dünyasının pek kıymetli temsilcileri.. iyilik ve hayır hizmetlerinin fedakâr öncüleri aziz misafirler,
Müsaadenizle fakiri de içinizden biri sayarak “biz” diyeceğim; biz, bir yandan kendi dinimize, kendi hayat felsefemize sımsıkı sarılırken; diğer yandan da başka dinî telâkkilerin, felsefî görüşlerin mevcudiyetini birer realite olarak görüp “herkesi kendi konumunda kabul ve herkese saygı” sloganıyla çıktık yola. Bu temel felsefeye bağlılık sayesinde hiç kimseyi, soy, renk, din, inanç, mezhep ve düşünce farklılığı gibi hususlardan ötürü hor görmedik, incitmedik. Sürekli beraber yaşamanın ve insanî güzelliklerde buluşmanın vesilelerini araştırdık.
En derûnî hislerle sevgi kurnalarımızı sonuna kadar açık tutarak, belli bir zaman dilimi itibarıyla husumet duygularıyla kirlenmiş bir zeminde muhabbet fidelerinin çoğalıp gelişip her yanı saracağı hülyalarına kapılmış, “virâ bismillah” deyip yola koyulmuştuk. Daha yolun başında toplumun büyük çoğunluğunun da bizimle aynı hülyaları paylaştığını görmüş; attığımız bir adıma karşılık on adımla mukabele edildiğine şahit olmuştuk. Nitekim o ilk senelerde incelik bir kere daha zarafetle buluşmuş; yıllardan beri kan ve gözyaşından bıkmış gönüller, bir âsûde şafağı müjdelemeye durmuştu. Artık herkes, bu gök kubbenin altında oturup kalkıp gönül hikâyelerinden bahisler açıyor ve her yerde kinin, nefretin uğultularının yerini en ince tellerden nağmelerle sevgi ve insanî münasebetler alıyordu.
Fakat ne acıdır ki, bir hayli zamandan beri toplum olarak bir kere daha arzularımızın esiri ve nefislerimizin de köleleri haline geldik.. pek çoğumuz itibarıyla, birer sevgi otağı olan gönüllerimize, kötülük duyguları gelip taht kurdu. Ruhlarımızı nefret ve düşmanlık hisleri sardı. Artık birbirimizi sevemiyor, kucaklayamıyor ve hoş göremiyoruz. Yuvasını hep harabelere kuran baykuşlar gibi, yıkıp dökmekten ve harabeler görmekten âdeta zevk alıyoruz. Herkese ve her şeye hücum ediyor, korkunç bir hırsla hep tahrip peşinde koşuyoruz. Allah’a, ülkemize, insanlara saygısızlık ediyor ve affedilmeyecek günahlara giriyoruz. Hatta bazen, bütün bu yaptıklarımızın, bir hizmetmiş gibi alkışlanmasını bile bekleyebiliyoruz. Şimdilerde güneş her gün bir zulüm, bir tecavüz, bir haksızlık ve bir hezeyan üzerine doğuyor. Geceler de hep karanlık geçiyor. İnsanî duygularımız, nefsanîliğin çok çok gerisinde; hissîliklerimiz, mantık ve muhakemelerimizin önünde; sevgi ve hoşgörü de düşmanlıklarımızın kanlı hançerleri altında paramparça. Peşin hükümlerle mahkûm ettiğimiz insanların hadd ü hesabı yok. Ne zaman ne yapacağımız, kime küfredip kimi hakarete boğacağımız belli değil. Sanki müstatil bir cinnet içindeyiz ve toplumsal bir şizofreni yaşıyoruz. Adeta zulme doymuyor, tecavüzden utanmıyor ve sürekli günah işliyoruz:
Hakk’a saygısızlık günahı; insanlara kin ve nefret duyma günahı; fikirlere hürmetsizlik etme günahı; toplumun içine ihtilâf ve iftirak tohumları saçma günahı; karanlık görme, karanlık düşünme günahı; kendimizi masum, başkalarını mücrim kabul etme günahı; herkesi cehennemlik ya da yobaz sayma günahı; bize mal edilmeyecek olumlu her hareketi baltalama günahı; kendi insanî değerlerimizi tahrip etme günahı... ve daha nice günahlar… Artık bütün bu günahlardan tevbe etme zamanı gelmiş olmalı!
Şayet didaktik bir üslup kullanmak suretiyle hassas ruhları rahatsız etmeyeceksem şöyle seslenmek isterim: Gelin, şu ışıktan günlerin ufkumuzu sarmasını iyi bir vesile sayarak, bütün günahlarımızdan tevbe edelim ve bir arınma süreci başlatalım... bundan sonra olsun, insanlara karşı saygılı davranıp insanî değerleri korumaya çalışalım... fikirlere hürmet edip, kim olursa olsun, herkesi kendi konumunda kabul edelim... geçmişi, kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım... toplumu değişik kamplara, gruplara ayırmadan vazgeçip her fırsatta birlik ve beraberliğimizi vurgulayalım… Hâlâ gönüllerimiz, az da olsa, insanî duygularla çarpıyor ve pazularımız da kuvvetli ise, gelin, o heyecan ve o güçle birbirimizi kucaklayalım. Kırıp parçalayıp, sağa sola saçtığımız kendi parçalarımızı bir araya getirerek, bunları bir daha kopup dağılmayacak şekilde birbirine bağlama yollarını araştıralım.. bizim için her zaman birer kaba yol kesici ve gulyabânî sayılan kinden, iğbirardan, gayzdan uzaklaşarak, bizi halka sevdirecek ve Hakk’a ulaştıracak kalbin dilini anlamaya çalışalım.
İşin doğrusu aylardır herbiri bir zıpkın gibi sineme saplanan onca yalan, onca tezvir, onca iftira ve onca şeytanî plân karşısında sükûtu tercih edişimin sebebi milletçe böyle bir tevbeye muvaffak olabileceğimize dair ümidimi koruyor olmamdır. Gürül gürül konuşmak icap eden anlarda bile sadece yutkunmakla iktifa edişim bozulan köprülerin bütün bütün yıkılmasının önünün alınabileceğine ve yeniden mürüvvet ufkuna ulaşılabileceğine olan inancımdır.
Evet, sizler gibi vicdan genişliğine sahip fazilet kahramanlarının mütemadi gayretleriyle bir kere daha insanların özlerindeki ünsiyete yöneleceği, böylece sevgi ve diyalog çağlayanının eskisinden gür akacağı kanaatini taşıyorum. Bir zamanlar çokça gördüğümüz o nazlı nazlı bir araya gelişlerin ve o yürekten birbirini selâmlayışların canlanıp devam edeceğine inanıyorum. Yeniden her yörede o heyecanlı muhabbet nağmelerinin ve birbirinin meziyetini mırıldanan dillerin duyulacağını; o mütekabil hürmet ve muhabbet teâtîlerinin artarak içtimaî atmosferi bütünüyle saracağını ümit ediyorum.
Bu hislerle, “Evrensel Barışa Doğru 20. Yıl” temalı iftarınızın bereketli olmasını diliyor; senelerdir toplumsal problemlerimizin çözümü yolunda dertli ile ilacın buluşmasına vesilelik yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bütün gönüllülerini tebrikle beraber, orada hazır bulunan herkese selam, hürmet ve teşekkürlerimi arz ediyorum."
Star gazetesi yazarı Fehmi Koru, Zaman gazetesinin ve GYV'nin Gülen'in "barış" sözlerine sansür uyguladığını yazdı.
Zaman gazetesinin iftar haberinde "barış" mesajına yer vermediğini belirten Koru, "Yoksa Pensilvanya ‘barışmak’ istiyor da, İstanbul mu karşı çıkıyor? Ne olduğunu anlayanınız var mı?" diye sordu.
BUGÜN YER VERİLDİ
Koru'nun yazısından sonra, Zaman gazetesi bugün o mesajın tam metnini yayınladı. Fehmi Koru, mesajın tam metnine hiçbir yerde ulaşamadığını söylemişti.
Gülen'in mesajındaki sitem ve barış mesajları dikkat çekti.
İşte Gülen'in o mesajının tam metni:
"Vakfın değerli başkanı ve çalışma arkadaşları.. fikir, siyaset, iş ve sanat dünyasının pek kıymetli temsilcileri.. iyilik ve hayır hizmetlerinin fedakâr öncüleri aziz misafirler,
Müsaadenizle fakiri de içinizden biri sayarak “biz” diyeceğim; biz, bir yandan kendi dinimize, kendi hayat felsefemize sımsıkı sarılırken; diğer yandan da başka dinî telâkkilerin, felsefî görüşlerin mevcudiyetini birer realite olarak görüp “herkesi kendi konumunda kabul ve herkese saygı” sloganıyla çıktık yola. Bu temel felsefeye bağlılık sayesinde hiç kimseyi, soy, renk, din, inanç, mezhep ve düşünce farklılığı gibi hususlardan ötürü hor görmedik, incitmedik. Sürekli beraber yaşamanın ve insanî güzelliklerde buluşmanın vesilelerini araştırdık.
En derûnî hislerle sevgi kurnalarımızı sonuna kadar açık tutarak, belli bir zaman dilimi itibarıyla husumet duygularıyla kirlenmiş bir zeminde muhabbet fidelerinin çoğalıp gelişip her yanı saracağı hülyalarına kapılmış, “virâ bismillah” deyip yola koyulmuştuk. Daha yolun başında toplumun büyük çoğunluğunun da bizimle aynı hülyaları paylaştığını görmüş; attığımız bir adıma karşılık on adımla mukabele edildiğine şahit olmuştuk. Nitekim o ilk senelerde incelik bir kere daha zarafetle buluşmuş; yıllardan beri kan ve gözyaşından bıkmış gönüller, bir âsûde şafağı müjdelemeye durmuştu. Artık herkes, bu gök kubbenin altında oturup kalkıp gönül hikâyelerinden bahisler açıyor ve her yerde kinin, nefretin uğultularının yerini en ince tellerden nağmelerle sevgi ve insanî münasebetler alıyordu.
Fakat ne acıdır ki, bir hayli zamandan beri toplum olarak bir kere daha arzularımızın esiri ve nefislerimizin de köleleri haline geldik.. pek çoğumuz itibarıyla, birer sevgi otağı olan gönüllerimize, kötülük duyguları gelip taht kurdu. Ruhlarımızı nefret ve düşmanlık hisleri sardı. Artık birbirimizi sevemiyor, kucaklayamıyor ve hoş göremiyoruz. Yuvasını hep harabelere kuran baykuşlar gibi, yıkıp dökmekten ve harabeler görmekten âdeta zevk alıyoruz. Herkese ve her şeye hücum ediyor, korkunç bir hırsla hep tahrip peşinde koşuyoruz. Allah’a, ülkemize, insanlara saygısızlık ediyor ve affedilmeyecek günahlara giriyoruz. Hatta bazen, bütün bu yaptıklarımızın, bir hizmetmiş gibi alkışlanmasını bile bekleyebiliyoruz. Şimdilerde güneş her gün bir zulüm, bir tecavüz, bir haksızlık ve bir hezeyan üzerine doğuyor. Geceler de hep karanlık geçiyor. İnsanî duygularımız, nefsanîliğin çok çok gerisinde; hissîliklerimiz, mantık ve muhakemelerimizin önünde; sevgi ve hoşgörü de düşmanlıklarımızın kanlı hançerleri altında paramparça. Peşin hükümlerle mahkûm ettiğimiz insanların hadd ü hesabı yok. Ne zaman ne yapacağımız, kime küfredip kimi hakarete boğacağımız belli değil. Sanki müstatil bir cinnet içindeyiz ve toplumsal bir şizofreni yaşıyoruz. Adeta zulme doymuyor, tecavüzden utanmıyor ve sürekli günah işliyoruz:
Hakk’a saygısızlık günahı; insanlara kin ve nefret duyma günahı; fikirlere hürmetsizlik etme günahı; toplumun içine ihtilâf ve iftirak tohumları saçma günahı; karanlık görme, karanlık düşünme günahı; kendimizi masum, başkalarını mücrim kabul etme günahı; herkesi cehennemlik ya da yobaz sayma günahı; bize mal edilmeyecek olumlu her hareketi baltalama günahı; kendi insanî değerlerimizi tahrip etme günahı... ve daha nice günahlar… Artık bütün bu günahlardan tevbe etme zamanı gelmiş olmalı!
Şayet didaktik bir üslup kullanmak suretiyle hassas ruhları rahatsız etmeyeceksem şöyle seslenmek isterim: Gelin, şu ışıktan günlerin ufkumuzu sarmasını iyi bir vesile sayarak, bütün günahlarımızdan tevbe edelim ve bir arınma süreci başlatalım... bundan sonra olsun, insanlara karşı saygılı davranıp insanî değerleri korumaya çalışalım... fikirlere hürmet edip, kim olursa olsun, herkesi kendi konumunda kabul edelim... geçmişi, kötü yanları ile kendi tarihselliğine gömüp dünkü kavgaları şimdilerde yeniden kavga vesilesi yapmayalım... toplumu değişik kamplara, gruplara ayırmadan vazgeçip her fırsatta birlik ve beraberliğimizi vurgulayalım… Hâlâ gönüllerimiz, az da olsa, insanî duygularla çarpıyor ve pazularımız da kuvvetli ise, gelin, o heyecan ve o güçle birbirimizi kucaklayalım. Kırıp parçalayıp, sağa sola saçtığımız kendi parçalarımızı bir araya getirerek, bunları bir daha kopup dağılmayacak şekilde birbirine bağlama yollarını araştıralım.. bizim için her zaman birer kaba yol kesici ve gulyabânî sayılan kinden, iğbirardan, gayzdan uzaklaşarak, bizi halka sevdirecek ve Hakk’a ulaştıracak kalbin dilini anlamaya çalışalım.
İşin doğrusu aylardır herbiri bir zıpkın gibi sineme saplanan onca yalan, onca tezvir, onca iftira ve onca şeytanî plân karşısında sükûtu tercih edişimin sebebi milletçe böyle bir tevbeye muvaffak olabileceğimize dair ümidimi koruyor olmamdır. Gürül gürül konuşmak icap eden anlarda bile sadece yutkunmakla iktifa edişim bozulan köprülerin bütün bütün yıkılmasının önünün alınabileceğine ve yeniden mürüvvet ufkuna ulaşılabileceğine olan inancımdır.
Evet, sizler gibi vicdan genişliğine sahip fazilet kahramanlarının mütemadi gayretleriyle bir kere daha insanların özlerindeki ünsiyete yöneleceği, böylece sevgi ve diyalog çağlayanının eskisinden gür akacağı kanaatini taşıyorum. Bir zamanlar çokça gördüğümüz o nazlı nazlı bir araya gelişlerin ve o yürekten birbirini selâmlayışların canlanıp devam edeceğine inanıyorum. Yeniden her yörede o heyecanlı muhabbet nağmelerinin ve birbirinin meziyetini mırıldanan dillerin duyulacağını; o mütekabil hürmet ve muhabbet teâtîlerinin artarak içtimaî atmosferi bütünüyle saracağını ümit ediyorum.
Bu hislerle, “Evrensel Barışa Doğru 20. Yıl” temalı iftarınızın bereketli olmasını diliyor; senelerdir toplumsal problemlerimizin çözümü yolunda dertli ile ilacın buluşmasına vesilelik yapan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın bütün gönüllülerini tebrikle beraber, orada hazır bulunan herkese selam, hürmet ve teşekkürlerimi arz ediyorum."