FEHMİ KORU BİR HAYLİ ENDİŞELİ! RADİKAL DEĞİŞİM MUHABİRİ NASIL ETKİLER?
Yeni Radikal'in genel yayın yönetmeni Eyüp Can'ın 'köşe yazarlığı' yerine 'sokak yazarlığı' kavramını ortaya atması Fehmi Koru'yu endişeye sevketti.İşte o endişenin nedeni...
Radikal bir değişim
Geçmişte kendim de birer kez yaşadığım için iyi bilirim: Epeydir çıkan bir gazeteyi yenilemek de sıfırdan yeni bir gazete çıkarmak da kendisine böyle bir imkân bağışlanana büyük heyecan verir. Ne kadar tanıyor olursan ol aynı evi paylaşmanın sürprizini içeren evlilik gibidir ilki; diğeri de ilk çocuğunu eline alma heyecanının benzerini yaşatır...
Eyüp Can’ın Radikal’in yayın yönetmenliğine getirildiği günden beri sergilediği heyecanı anlıyorum. Heyecanı kendisine yeni bir misyon daha eklediği için ayrıca büyük. Yenileyeceği Radikal ile Türkiye’deki medya düzenini etkilemek, gazeteciliğe yeni bir boyut getirmek niyetinde...
’Köşe yazarlığı’ yerine ’sokak yazarlığı’ diye bir kavramı günlük kullanıma sokma çabası o misyonun bir sonucu...
Radikal’de yazanlar bundan böyle masa başından görüş açıklamayacak, işledikleri konu kendilerini nereye götürüyorsa oradan yazacak, yaşamadıklarını okurlarıyla paylaşmayacakmış... Öyle her konuda ahkâm kesen yazar türü olmayacakmış Radikal’de... Daha çok sinema ve edebiyat eleştirileri yazan Sevin Okyay bile, dün, "Bu köşecikte mola vermeyeceğim artık, takımla birlikte serbest koşuda olacağım" cümlesiyle köşesine kepenk indirdi.
İlginç bir deneyim olacak Eyüp Can’ın yöneteceği Radikal...
Dışarıdan bakanlar bizdeki hemen her konuda söyleyeceği bir şey olan ’köşe yazarı’ tipini yadırgar. "Sahi, her gün mü yazıyorsunuz?" sorusunu kimbilir kaç yabancı konuktan işitmişimdir. Son zamanlarda aynı soru –dışarısı kadar yaygın olmasa da– bizde de sorulur oldu. Bizde daha çok "Her gün yazacak konuyu nereden buluyorsunuz?" biçiminde soruluyor soru.
Merak edilen bir konu da her gün bir şeyler yazma zorunluluğunun bıkkınlık getirip getirmediği... Bunu merak edenlerin soru kalıbı da şu: "Bir gün bile ’Bugün canım istemiyor, yazmayayım’ dediğiniz olmuyor mu?"
Aslında bizdeki biçimiyle köşe yazarlığı bir hayat tarzıdır. Bu alanda başarılı kabul edilenlerin hayatları mesleki öncelikler etrafında organize ediliyor. İtiraf istiyorsanız, işte size kendime ait bir itiraf: Takip ettiğim gazete ve dergiler, okuduğum kitaplar ve yazarlar, çıktığım geziler, hatta görüştüğüm kişiler ve kurduğum dostluklar yazılarıma katkı sağlayacak özellikte olmak zorunda.
Etrafımdaki insanların benden en çok duydukları soru şudur: "Ee, bana verecek yeni hiçbir haberin yok mu?"
Olaylar, dünyanın aldığı yeni biçim, Türkiye’nin tercihleri hemen her alanda yenilendi; eski tavırlar, anlayışlar, yaklaşımlar, ilişki tarzları iflâs etti, edecek de... On yıl öncenin söylemi ve yöntemini koruyarak hemen hiçbir meslekte ayakta kalmak mümkün değil bugün. Doktor da, mühendis-mimar da, hatta işçi-çalışan da kendisini yenilememişse devre dışı kalabiliyor; esnaf, tüccar ve sanayici de kendini zamana uydurmak zorunda.
Her şey ve herkes değişirken gazetecilik yerinde mi kalacak? Pek azımız farkında, ama en fazla değişen mesleklerin ön sırasında geliyor gazetecilik...
Televizyon rekabeti gazetelerin tekniğini muazzam etkiledi; inanmıyorsanız herhangi bir gazetenin on yıl önceki bir nüshasıyla bugünkü halini karşılaştırabilirsiniz. "Benim gazetem bu muydu?" şaşkınlığını size yaşatacağımıza emin olabilirsiniz. Gazetelerin sayfa düzeni, renk kullanımı, sunumları olağanüstü değişti zaman içerisinde...
İletişimde kaydedilen ilerlemeler ve kolaylıklar ise gazetelerin varlık sebebini sorgulamayı getirdi; şimdilerde dünyanın pek çok köşesinde, meslek örgütleri, "Yeni dünyada nasıl bir gazetecilik?" sorusuna cevap arıyorsa sebebi budur. İnsanlar hemen her olaya olduğu anda –istenirse görüntüsüyle- vakıf oluyor, olanın ne anlama geldiğini ânında yapılan yorumlardan öğreniyor, ertesi gün gazetesi eline geçene kadar başkalarıyla konuşarak onu tüketiyor.
Gazeteye başkalarından farklı bir şeyler söyleyebilecek veya değişik bir yorum getirecek köşe yazarından başka bir ’meta’ kalmıyor.
Eyüp Can o ’meta’ için ekstra görevler düşünebilirdi; öyle değil de elindeki ’meta’ farklılaşsın istiyor o. Habere mümkün olduğunca yakın olsun, ya da olayın meydana geldiği yere koşup ilk elden bilgi ve yorum aktarsın derdinde. Bir tür ’muhabir-yazar’ tarzını getireceği anlaşılıyor gazeteciliğe; ’sokak yazarlığı’ dediği herhalde bu.
Yazarlara ne etkisi olur bilmiyorum, ama muhabirleri derinden etkiler yazara biçilen bu yeni görev tanımı. Muhabir-yazarlar arasında itiş-kakışa, birbirinin ağzından lokmayı kapma yarışına bile sebep olabilir gibi bir endişem de var.
Umarım hayırlı olur bu deneme ve azalmaya yüz tutan okur sayısını da olumlu etkiler.
Taha Kıvanç/Yeni Şafak
Geçmişte kendim de birer kez yaşadığım için iyi bilirim: Epeydir çıkan bir gazeteyi yenilemek de sıfırdan yeni bir gazete çıkarmak da kendisine böyle bir imkân bağışlanana büyük heyecan verir. Ne kadar tanıyor olursan ol aynı evi paylaşmanın sürprizini içeren evlilik gibidir ilki; diğeri de ilk çocuğunu eline alma heyecanının benzerini yaşatır...
Eyüp Can’ın Radikal’in yayın yönetmenliğine getirildiği günden beri sergilediği heyecanı anlıyorum. Heyecanı kendisine yeni bir misyon daha eklediği için ayrıca büyük. Yenileyeceği Radikal ile Türkiye’deki medya düzenini etkilemek, gazeteciliğe yeni bir boyut getirmek niyetinde...
’Köşe yazarlığı’ yerine ’sokak yazarlığı’ diye bir kavramı günlük kullanıma sokma çabası o misyonun bir sonucu...
Radikal’de yazanlar bundan böyle masa başından görüş açıklamayacak, işledikleri konu kendilerini nereye götürüyorsa oradan yazacak, yaşamadıklarını okurlarıyla paylaşmayacakmış... Öyle her konuda ahkâm kesen yazar türü olmayacakmış Radikal’de... Daha çok sinema ve edebiyat eleştirileri yazan Sevin Okyay bile, dün, "Bu köşecikte mola vermeyeceğim artık, takımla birlikte serbest koşuda olacağım" cümlesiyle köşesine kepenk indirdi.
İlginç bir deneyim olacak Eyüp Can’ın yöneteceği Radikal...
Dışarıdan bakanlar bizdeki hemen her konuda söyleyeceği bir şey olan ’köşe yazarı’ tipini yadırgar. "Sahi, her gün mü yazıyorsunuz?" sorusunu kimbilir kaç yabancı konuktan işitmişimdir. Son zamanlarda aynı soru –dışarısı kadar yaygın olmasa da– bizde de sorulur oldu. Bizde daha çok "Her gün yazacak konuyu nereden buluyorsunuz?" biçiminde soruluyor soru.
Merak edilen bir konu da her gün bir şeyler yazma zorunluluğunun bıkkınlık getirip getirmediği... Bunu merak edenlerin soru kalıbı da şu: "Bir gün bile ’Bugün canım istemiyor, yazmayayım’ dediğiniz olmuyor mu?"
Aslında bizdeki biçimiyle köşe yazarlığı bir hayat tarzıdır. Bu alanda başarılı kabul edilenlerin hayatları mesleki öncelikler etrafında organize ediliyor. İtiraf istiyorsanız, işte size kendime ait bir itiraf: Takip ettiğim gazete ve dergiler, okuduğum kitaplar ve yazarlar, çıktığım geziler, hatta görüştüğüm kişiler ve kurduğum dostluklar yazılarıma katkı sağlayacak özellikte olmak zorunda.
Etrafımdaki insanların benden en çok duydukları soru şudur: "Ee, bana verecek yeni hiçbir haberin yok mu?"
Olaylar, dünyanın aldığı yeni biçim, Türkiye’nin tercihleri hemen her alanda yenilendi; eski tavırlar, anlayışlar, yaklaşımlar, ilişki tarzları iflâs etti, edecek de... On yıl öncenin söylemi ve yöntemini koruyarak hemen hiçbir meslekte ayakta kalmak mümkün değil bugün. Doktor da, mühendis-mimar da, hatta işçi-çalışan da kendisini yenilememişse devre dışı kalabiliyor; esnaf, tüccar ve sanayici de kendini zamana uydurmak zorunda.
Her şey ve herkes değişirken gazetecilik yerinde mi kalacak? Pek azımız farkında, ama en fazla değişen mesleklerin ön sırasında geliyor gazetecilik...
Televizyon rekabeti gazetelerin tekniğini muazzam etkiledi; inanmıyorsanız herhangi bir gazetenin on yıl önceki bir nüshasıyla bugünkü halini karşılaştırabilirsiniz. "Benim gazetem bu muydu?" şaşkınlığını size yaşatacağımıza emin olabilirsiniz. Gazetelerin sayfa düzeni, renk kullanımı, sunumları olağanüstü değişti zaman içerisinde...
İletişimde kaydedilen ilerlemeler ve kolaylıklar ise gazetelerin varlık sebebini sorgulamayı getirdi; şimdilerde dünyanın pek çok köşesinde, meslek örgütleri, "Yeni dünyada nasıl bir gazetecilik?" sorusuna cevap arıyorsa sebebi budur. İnsanlar hemen her olaya olduğu anda –istenirse görüntüsüyle- vakıf oluyor, olanın ne anlama geldiğini ânında yapılan yorumlardan öğreniyor, ertesi gün gazetesi eline geçene kadar başkalarıyla konuşarak onu tüketiyor.
Gazeteye başkalarından farklı bir şeyler söyleyebilecek veya değişik bir yorum getirecek köşe yazarından başka bir ’meta’ kalmıyor.
Eyüp Can o ’meta’ için ekstra görevler düşünebilirdi; öyle değil de elindeki ’meta’ farklılaşsın istiyor o. Habere mümkün olduğunca yakın olsun, ya da olayın meydana geldiği yere koşup ilk elden bilgi ve yorum aktarsın derdinde. Bir tür ’muhabir-yazar’ tarzını getireceği anlaşılıyor gazeteciliğe; ’sokak yazarlığı’ dediği herhalde bu.
Yazarlara ne etkisi olur bilmiyorum, ama muhabirleri derinden etkiler yazara biçilen bu yeni görev tanımı. Muhabir-yazarlar arasında itiş-kakışa, birbirinin ağzından lokmayı kapma yarışına bile sebep olabilir gibi bir endişem de var.
Umarım hayırlı olur bu deneme ve azalmaya yüz tutan okur sayısını da olumlu etkiler.
Taha Kıvanç/Yeni Şafak