''FATİH ALTAYLI'YA 'AL O KALEMİ ELİNE'' DİYECEĞİM AMA ...''
Star yazarı Ahmet Kekeç, eleştiri oklarını bu kez Fatih Altaylı ve Bekir Coşkun'a sapladı!
“Al o kalemi...”
Biraz Kemalist, azıcık ulusalcı, çokça “eyyamcı” takılsaydım, böyle bir başlık atardım.
Bu ülkede küfretme imtiyazı, nitelikleri sıralanmış kişilere ait maalesef...
Bir tarihte, Atatürkçülüğü tartışmasız ve “mezhep asabiyetiyle” kalkıştığı iddia edilen bir Yargıtay üyesi için (aynı zamanda sosyalist bir arkadaşımızdı) “şaibeli” nitelemesini kullanmıştım.
Hakaret kastım elbette yoktu ve muradım, değerli üyeyle ilgili yazılı basına da intikal etmiş iddiaları gündeme getirmek, olabiliyorsa bir tavzih ya da tekzip almaktı.
Mahkeme celbi aldım...
Değerli üye yemedi içmedi, hemen yargıya (yani “arkadaşlarına”) koştu ve “şaibeli” sözcüğünden dolayı yüklü bir tazminat cezası faturası çıkardı karşıma.
Bu parayı da “haciz” yoluyla (yani “maaşıma haciz koydurarak”) tahsil etti...
Bugüne kadar, üç sosyalistin “haciz tacizine” maruz kaldım...
Üçü de, hem sosyalist, hem Kemalist nitelikleriyle biliniyorlar...
Biri, işbu Yargıtay üyesiydi.
Diğeri, 13 yaşında sosyalizmle tanışmış, tanışış o tanışış, hayatını bir sosyalist ve ağır Marksist olarak sürdüren Mehmet Yakup Yılmaz... Ki, etek giymişliği vardır ve aforizmalarıyla ünlüdür, “Her gün önemlidir” gibi...
Bir diğeri “hak”tan, “hukuk”tan, “emek”ten çok söz eden ve bir basın emekçisinin maaşına haciz koydurmayı sosyalist ilkeleriyle pek bağdaştıran değerli Ergenekon sanığı Doğu Perinçek.
Kemalistlere mahkemede çok kaybetmişliğim vardır... “Şaibeli” sözcüğünü bol sıfırlı tazminat cezasıyla tecziye eden bağımsız Türk yargısı, bizatihi Kemalist bir yazar tarafından şahsıma yöneltilmiş “İktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor” ifadesini “eleştiri sınırları” içinde gördü. (İsmi Mehmet Türker’dir ve Sözcü gazetesinde yazmaktadır.)
Diyorum ya, bu ülkede küfretme imtiyazı, nitelikleri sıralanmış ve tescil edilmiş kişilere ait...
Değerli bir “Atatürkçü” olan ve başka hangi niteliklere sahip bulunduğunu bilmediğimiz Bekir Coşkun, generallere “köpek” demeye getiren bir yazı yazmıştı mesela...
Kendisi de biliyordu neyi kastettiğini...
Hakkında soruşturma açıldı, tecziyesi istendi ama Bekir Coşkun’umuz, gözümüzün içine baka baka “kastının o olmadığını” söyledi. Yani, cezadan yırtmak için yalan söyledi.
Şu sıralarda, “Paşa” diye taltif ettiği Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i takıntı haline getirmiş durumda.
Mütemadiyen Özel’i istifaya çağırıyor.
Olabilir...
Kamu adına söz söyleyen bir gazeteci, bir generali istifaya çağırabilir ve haddizatında bunu yapmalıdır...
Fakat, Bekir Coşkun’umuz, istifa çağrısını, senli benli bir ifadeyle, babasının oğluna ya da kahvehane arkadaşına seslenir gibi, biraz kaba, çokça da amiyane tabirlerle yapıyor;
“Çek git" diyeceğim de... Daha nasıl desem? Sen de istifa et be birader” gibi...
Bekir Coşkun’umuzdaki celadet, Fatih Altaylı’mızda “sokak kabadayısı ağzına” dönüşüyor ve bodoslamadan dalıyor; bir kafa Necdet Özel’e, bir kafa Necdet Özel’le hediye alışverişi yapan Afyon Valisi’ne atıyor: “Al bu kilimi... Sen de al bu paketi...”
Sonra da, “Hediyeleri ne yapacaklarını söylemek geçiyor içimden ama söylemeyeyim, siz anlayın...” diyor
Hiç anlamaz mıyız?
Çok iyi anlıyoruz.
Fakat anlayamadığımız husus şu:
Neden celadetinizi, öfkenizi, küfürlerinizi “siyasetin emrine girmiş generallere” yöneltiyorsunuz?
Doğan Güreş’e etek giydirmiştiniz mesela... Bir de “Tak Şak Paşa” diye aşağılamıştınız.
Darbeye kalkışmayan Yaşar Büyükanıt ve Hilmi Özkök’ü neredeyse maskaraya çevirmiştiniz.
Rüştü Erdelhun’u asacaktınız da, asamadınız. Alttan gelecek tazyikten korktunuz.
Kilim alan generale karşı bu kadar celilsiniz de, rüşvet alan ve sırasında hepinizi hizaya sokup “Al o kalemi...” diyen darbeci generallerin karşısında neden süt dökmüş kedi gibisiniz?
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ
Biraz Kemalist, azıcık ulusalcı, çokça “eyyamcı” takılsaydım, böyle bir başlık atardım.
Bu ülkede küfretme imtiyazı, nitelikleri sıralanmış kişilere ait maalesef...
Bir tarihte, Atatürkçülüğü tartışmasız ve “mezhep asabiyetiyle” kalkıştığı iddia edilen bir Yargıtay üyesi için (aynı zamanda sosyalist bir arkadaşımızdı) “şaibeli” nitelemesini kullanmıştım.
Hakaret kastım elbette yoktu ve muradım, değerli üyeyle ilgili yazılı basına da intikal etmiş iddiaları gündeme getirmek, olabiliyorsa bir tavzih ya da tekzip almaktı.
Mahkeme celbi aldım...
Değerli üye yemedi içmedi, hemen yargıya (yani “arkadaşlarına”) koştu ve “şaibeli” sözcüğünden dolayı yüklü bir tazminat cezası faturası çıkardı karşıma.
Bu parayı da “haciz” yoluyla (yani “maaşıma haciz koydurarak”) tahsil etti...
Bugüne kadar, üç sosyalistin “haciz tacizine” maruz kaldım...
Üçü de, hem sosyalist, hem Kemalist nitelikleriyle biliniyorlar...
Biri, işbu Yargıtay üyesiydi.
Diğeri, 13 yaşında sosyalizmle tanışmış, tanışış o tanışış, hayatını bir sosyalist ve ağır Marksist olarak sürdüren Mehmet Yakup Yılmaz... Ki, etek giymişliği vardır ve aforizmalarıyla ünlüdür, “Her gün önemlidir” gibi...
Bir diğeri “hak”tan, “hukuk”tan, “emek”ten çok söz eden ve bir basın emekçisinin maaşına haciz koydurmayı sosyalist ilkeleriyle pek bağdaştıran değerli Ergenekon sanığı Doğu Perinçek.
Kemalistlere mahkemede çok kaybetmişliğim vardır... “Şaibeli” sözcüğünü bol sıfırlı tazminat cezasıyla tecziye eden bağımsız Türk yargısı, bizatihi Kemalist bir yazar tarafından şahsıma yöneltilmiş “İktidarın yalaka köpeği, kemik bulmuş gibi havlıyor” ifadesini “eleştiri sınırları” içinde gördü. (İsmi Mehmet Türker’dir ve Sözcü gazetesinde yazmaktadır.)
Diyorum ya, bu ülkede küfretme imtiyazı, nitelikleri sıralanmış ve tescil edilmiş kişilere ait...
Değerli bir “Atatürkçü” olan ve başka hangi niteliklere sahip bulunduğunu bilmediğimiz Bekir Coşkun, generallere “köpek” demeye getiren bir yazı yazmıştı mesela...
Kendisi de biliyordu neyi kastettiğini...
Hakkında soruşturma açıldı, tecziyesi istendi ama Bekir Coşkun’umuz, gözümüzün içine baka baka “kastının o olmadığını” söyledi. Yani, cezadan yırtmak için yalan söyledi.
Şu sıralarda, “Paşa” diye taltif ettiği Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i takıntı haline getirmiş durumda.
Mütemadiyen Özel’i istifaya çağırıyor.
Olabilir...
Kamu adına söz söyleyen bir gazeteci, bir generali istifaya çağırabilir ve haddizatında bunu yapmalıdır...
Fakat, Bekir Coşkun’umuz, istifa çağrısını, senli benli bir ifadeyle, babasının oğluna ya da kahvehane arkadaşına seslenir gibi, biraz kaba, çokça da amiyane tabirlerle yapıyor;
“Çek git" diyeceğim de... Daha nasıl desem? Sen de istifa et be birader” gibi...
Bekir Coşkun’umuzdaki celadet, Fatih Altaylı’mızda “sokak kabadayısı ağzına” dönüşüyor ve bodoslamadan dalıyor; bir kafa Necdet Özel’e, bir kafa Necdet Özel’le hediye alışverişi yapan Afyon Valisi’ne atıyor: “Al bu kilimi... Sen de al bu paketi...”
Sonra da, “Hediyeleri ne yapacaklarını söylemek geçiyor içimden ama söylemeyeyim, siz anlayın...” diyor
Hiç anlamaz mıyız?
Çok iyi anlıyoruz.
Fakat anlayamadığımız husus şu:
Neden celadetinizi, öfkenizi, küfürlerinizi “siyasetin emrine girmiş generallere” yöneltiyorsunuz?
Doğan Güreş’e etek giydirmiştiniz mesela... Bir de “Tak Şak Paşa” diye aşağılamıştınız.
Darbeye kalkışmayan Yaşar Büyükanıt ve Hilmi Özkök’ü neredeyse maskaraya çevirmiştiniz.
Rüştü Erdelhun’u asacaktınız da, asamadınız. Alttan gelecek tazyikten korktunuz.
Kilim alan generale karşı bu kadar celilsiniz de, rüşvet alan ve sırasında hepinizi hizaya sokup “Al o kalemi...” diyen darbeci generallerin karşısında neden süt dökmüş kedi gibisiniz?
Ahmet KEKEÇ / STAR GAZETESİ