Faruk Bildirici'den medyaya dair çarpıcı sözler! Bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyoruz!
"Günahlarımızda Yıkandık" isimli son kitabında Türkiye medyasının sorunlarını gözler önüne seren Hürriyet Okur Temsilcisi Faruk Bildirici verdiği röportajda çarpıcı açıklamalar yaptı.
Hürriyet gazetesi Okur Temsilcisi Faruk Bildirici, cumhurbaşkanlığı uçağında yer alan gazetecilere ilişkin olarak, "Uçağa kabul edilen gazeteciler bir misyonu kabul etmiş oluyorlar. Misyon nedir? O uçağın kuralları var. Gazeteci her şeyi sormaz orada. Üzgünüm ama bu yapılan bir gazetecilik faaliyeti değil" dedi.
Bildirici, Cumhuriyet'teki yönetim değişikliğine ilişkin olarak, "Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz" ifadesini kullandı.
Hürriyet Gazetesi’nin Okur Temsilciliği (ombudsman) görevini yürüten gazeteci Faruk Bildirici’nin son kitabı “Günahlarımızda Yıkandık: Örneklerle Gazetecilik Meslek Etiği”, Ayrıntı Yayınları aracılığıyla okurlarla buluştu.
İşte Duvar'dan Serkan Alan'a konuşan Bildirici'nin o söyleşisi:
‘KİTAPTA BÜTÜN GÜNAHLARIMIZ YOK’
“Günahlarımızda Yıkandık” medyada yaşananları ayrı ayrı başlıklarla incelemesinin yanı sıra öğretici bir kitap. Gazeteciliğe ve hakim medyaya dair okuyucuları nelerin beklediğini sizden dinleyelim.
Eğer iletişim camiasından birileriyse okuyanlar içerisinde bulundukları sorunları derli toplu biçimde, farklı bir gözle incelenmiş biçimiyle bu kitapta bulacaklardır. Okuyanlar yalnızca medya tüketicisiyse medyayı çok farklı bir gözle, üzeri örtülen, görmezden gelinen bir takım sorunları olanca açıklığı ve samimi bir dille sergilemiş bir kitapla karşı karşıyalar… Bu çalışmayla hedefim hataların üzerini örtmek değil tam tersine hataları açmak, irdelemek, nedenlerini ortaya koymak ve oradan da o hataların yapılmayacağı bir sürece evrilmesine katkı sağlamak. Elbette kitapta bütün günahlarımız yok. Bunu açık yüreklilikle söylemek lazım. Mümkün olduğu kadarıyla her şeyi yazmaya çalıştım. Hürriyet Gazetesi Ombudsmanı olarak yazdığım hatalar, eksikler ya da doğrular elbette Hürriyet’e özgü hatalardı ama baktığınızda sadece Hürriyet’e özgü olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Hürriyet bu ülkede yakın zamana kadar ana akım medyayı temsil ediyordu. Hürriyet’te yapılan, tekrar edilen bütün hatalar tüm medyada karşılaştığımız hatalar. Kitapta sergilenen hatalara, eksiklere ve bir takım çarpıklıklara bütün Türkiye medyasının yanlışları ve eksikleri diye bakmakta fayda var.
‘GÜNAHLARDA YIKANDIK AMA ARINDIK DEMEDİM’
Kitapta yer almayan ve kitap yazım sürecinden sonra da işlenmiş günahlara dair ne söylemek istersiniz?
Kitapta, “Günahlarda yıkandık ama arındık” demedim. “Arınma çabası” dedim. Ben bu arınma çabasını sergiledim, hâlâ da sergiliyorum. Bizim günahlarımızın birçok nedeni var. Sadece birkaç gazeteci arkadaşımın dikkatsizliğinden kaynaklı günahlar olsa işimiz çok kolay olurdu. O arkadaşlarımızı uyarır sorunları çözerdik. Hem gazetecilerin etiğe dikkat etmemeleri gibi sorunlar var, hem de medyanın sahipliğinden kaynaklanan yapısal problemleri var. Ayrıca bir de Türkiye’nin demokrasi sorunları var. Bizim şu anda uğraştığımız, gazetecilik yapmaya çalıştığımız zemin, maalesef demokrasi ve özgürlüklerin hakim olduğu bir zemin değil. Biliyoruz ki gazetecilik, habercilik demokrasinin olduğu bir zemin ister. Geçenlerde bir toplantıda Kadri Gürsel arkadaşım söylemişti, “Bataklıkta gül yetişmez” diye, çok doğru. Ama biz yine de bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyoruz. Medyanın geneline baktığımızda doğru düzgün habercilik yapılmıyor ama yapmaya çalışan insanlar var ve hâlâ gazeteciliği dimdik ayakta tutmaya çalışan medya kuruluşları var.
‘DARBE KOŞULLARINDA BİLE GAZETECİLİK YAPMAYA ÇALIŞAN İNSANLAR VARDI’
Ben gazeteciliğe 12 Eylül koşullarında başladım. O koşullarda bile ben ve birçok arkadaşım gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Benim gazetecilikte aldığım ilk ödül, 1981 yılında Mamak Cezaevi’ndeki askeri mahkemelerle ilgili yazdığım iki haberdi. Haberin birisinin başlığı, “İki ayrı davada iki ayrı sanık aynı kişiyi öldürmekten yargılanıyor”, diğerinin başlığı da “Bir sanık yaşayan bir kişiyi öldürdüğü savıyla yargılanıyor” idi. Bu haberlerle Çağdaş Gazeteciler Derneği haber ödülünü aldım. Biz 12 Eylül döneminde Cumhuriyet Gazetesi’nde 12 Eylül işkencelerini yazdık, yazabiliyorduk. O askeri darbe koşullarında bile gazetecilik yapmaya çalışan insanlar vardı. Bugün de var ama elbette yeterli değil.
‘AYKIRI SORU SORMAK İŞTEN ATILMA NEDENİ OLABİLİYOR’
Meslekte 38 yılı geride bıraktınız. Mesleğe yeni başladığınız dönemde 12 Eylül koşullarında gazetecilik yaptığınızı aktardınız. Bugün bu koşullarda gazeteciliğe başlasaydınız ne hissederdiniz? Yapabilir miydiniz?
Yapmaya çalışırdım ama çok zor olurdu sanırım çünkü gazetecilikte etik değerler dediğimiz şey sadece okuma ve yazmayla olmuyor. Gazetecilikte birçok meslekte olduğu gibi kuşaklar arası aktarım çok önemli. Deneyimli kuşakların yeni başlayanlara etiğe dair meseleleri aktarması çok çok önemli. Oysa şu anda Türkiye’de gazetecilik öyle yapılmıyor ki, bir takım yanlışlar çok olağan, sıradan ve doğruymuş gibi kabul ediliyor. Yeni mezun bir arkadaşın bazı şeyleri doğal kabul etmesi mümkün. Sonrasında daha da büyük yanlışlar beraberinde gelecek. Örneğin, dünyanın her yerinde gazeteci en aykırı soruyu bile sorandır. Türkiye’de basın toplantılarında, özellikle devleti yönetenlere soru sorulmuyor. Soruların çoğu önceden alınıyor. Aykırı soru sormak işten atılma nedeni olabiliyor. Dolayısıyla yeni başlayan bir kişi bunun çok normal bir şey olduğunu sanabilir. “Gazeteci soru sormaz” diyebilir. Soru sormak gazeteciliğin özüdür. Soru sormak iktidardır, soran daha güçlüdür. Gazeteciler karşısındakine soru sormayarak iktidarını teslim ediyor.
‘GAZETECİLERİN, REKLAMI REKLAMCILARA BIRAKMASI GEREKİYOR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı, “Davet Gazeteciliği ve Hediyeler”… Bazı gazetecilerin sosyal medya hesaplarında bazı ürünleri önerdiklerine tanık oluyoruz. Bir diğer tartışmalı konu ise hediye meselesi. Siyasetçilere verilen hediye eleştirilirken gazeteciler açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ürün yerleştirme hediye almanın birkaç adım ötesinde duruyor. Ürün yerleştirme, gazetecinin herhangi bir markanın herhangi bir ürününün gizli reklamını yapmasıdır. Reklamdan daha beter bir şey. Gazetecilerin, reklamı reklamcılara bırakması gerekiyor. Gazeteci herhangi bir ürünün tanıtımını yapmaz, onun daha fazla tüketilmesine yönelik çaba harcamaz. Gazeteci insanlara bilgi verir. Herhangi bir üründen söz ediyorsa da onun artı ve eksilerini, hangi gruba hitap ettiğini tüm çerçevesiyle eksiksiz haberinde yazar. Gazeteci bir reklama yönelip bunu da gizli yapıyorsa okuyucu/izleyiciyi kandırdığı anlamına gelir. Bu da katmerlenmiş bir günah oluyor.
‘GAZETECİLERİN BU KADAR KÜÇÜLMEMELERİ LAZIM’
Hediye meselesine gelecek olursak… Gazeteci elbette hediye kabul eder. Ama nasıl eder? Gazeteci maddi değeri düşük olan sembolik hediyeleri kabul edebilir. Bunlar da özel günlerde özel nedenlerle olabilir. Maddi değeri yüksek olan hediyeler kabul etmesi asla yapılmaması gereken davranış biçimidir. Eğer aldığı hediyeyle ilgili bir haber yazıyor ya da yazı konusu yapıyor, markayı övücü bir şey söylüyorsa günah yine katmerlenir. Çıkar ilişkisiyle haber yazmak da okurları yanıltmak demektir. Gazeteci her zaman söylendiği gibi veriler karşısında nesnel ve objektif davranmalıdır. Bu durum davet gazeteciliğinde de geçerli. Bir gazeteci yurt dışına götürülüp ağırlanıyor, ağırlamada sadece götürenlerin anlattıklarını yazıyor ise bu da yanlıştır. Gazeteci edindiği tek yanlı bilgiyi okuruna aktarıyor demektir. Bu bir gönüllü çarpıtmadır. Gazetecilerin bu kadar küçülmemeleri lazım.
‘MEDYADA HABER SUNUMU ANLAMINDA CURCUNA VAR’
Gazetecilik pratiklerinde teknolojinin gelişmesiyle değişiklikler oldu. Okur profilinde, taleplerinde de değişiklik oldu mu? Özellikle sosyal medya nedeniyle haber içeriğinin daha tüketilebilir bir hâl aldığı varsayımları yapılıyor.
Dijital mecradaki haberciliğin gelişmesinin, haberciliğin iletimini demokratikleştirdiğini düşünüyorum. Öte yandan okurların daha hızlı ve daha kısa haberleri istediğini varsayıyoruz. Ben bunun tüm haber tüketicileri için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Her tüketici tipinde olduğu gibi tek tip bir tüketici yok karşımızda. Günlük haberden anlık habere geçtik ve anlık haber tüketicileri çok hızla tüketiyorlar. Olması gereken bunları çeşitlendirmek. Anlık haber üretiyoruz diye haberi feda etmemek gerekiyor. Hızlı olsun, sonra düzeltiriz anlayışı var şu an medyada. Hayır. Gazetecilikteki temel kuraldır. Yazdığınız her haberi herkes okumak zorunda değil. Her haberiniz doğru olmak zorunda. Mesele farklılaştırmakta yatıyor. Okurun habere ulaşımı daha kolaylaştı ve eriştiği mecralar çoğaldı. Eskiden bir dereden bir tas su almak zorundayken şimdi bir okyanustan su almak zorunda kalıyor. Şimdi okur daha seçici olmak zorunda. Bizim de onları yönlendirmemiz gerekiyor. Bizim de onlara bir yandan daha ayrıntılı çalışılmış dosyalar sunmamız, bir yandan da daha kısa haberler vermemiz gerekiyor. ABD’de geçtiğimiz yıl bazı basılı gazetelerin tirajları arttı örneğin. İnternette verdiklerini basılı gazetede vermiyorlardı. Şimdi bizim medyada haber sunumu anlamında curcuna var. Hiçbir kural, oturtulmuş kalıplar yok.
‘5N1K’SI EKSİK ÇOK FAZLA HABER VAR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı da “Haber Nasıl Yazılmaz” oldu. Haber yazımındaki 5N1K kuralı başta olmak üzere haber yazımına dair pek çok bilgi de bu bölümde mevcut. Günümüz okurlarının en büyük sorunlarından birisi de eksik bilgilerin olduğu haberlere maruz kalmaları.
5N1K’sı eksik çok fazla haber var. Türkiye’de haber kaynakları anlamında ciddi problemler var. Ajanslardan da çoğu zaman hatalı ve eksik geliyor haberler. Eskiden gazetelerin hem yurt içinde hem yurt dışındaki önemli merkezlerinde çok önemli yaygın ağları vardı ve haberleri kontrol edebiliyorlardı. Şimdi onlar yok ve haberler eksik çıkabiliyor. Editörlerin de bunu önemsemesi ve “Öznesi yok haberin” demesi gerekiyor. Ayrıca haber tüketicilerinin farklı kaynaklardan içeriği takip etmesi, medya üzerinde baskı kurmaya devam etmesi gerekiyor. “Canım bunlar da yazmıyor” demek yerine görüşlerini iletmeleri, yanlışı sorgulamaları gerekiyor.
‘UÇAĞA DAVET EDİLEN GAZETECİLER BİR MİSYONU KABUL ETMİŞ OLUYORLAR’
Kitabınızın bir bölümünü de “Özel Uçak Gazeteciliği” oluşturuyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gezilerine eşlik eden gazeteciler bazı kesimler tarafından eleştiriliyor.
Bu bölüm sadece günümüzü değil geçmişten bu yana siyasi liderlerin izlenmesi konusunda nasıl değişim olduğunu anlatıyor. Celal Bayar da var, İnönü de, Özal da… Bakıldığında günümüzde akreditasyon yöntemi tam bir cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması olarak kullanılıyor. Bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bakanları ve diğer yöneticileri izlemek için akreditasyon uygulanıyor. Akreditasyondan geçemeyenler ciddi bir sınırlandırmayla karşı karşıya. Süreçte uçağa davet edilmek başlı başına bir ödüllendirme haline geliyor. Uçağa kabul edilen gazeteciler bir misyonu kabul etmiş oluyorlar. Misyon nedir? O uçağın kuralları var. Gazeteci her şeyi sormaz orada. Söyleşiye girmeden önce belli konular var ve onları sorabiliyorlar. Sorular da genelde açık uçlu şekilleniyor, “nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl görüyorsunuz” gibi. Bir gazetecinin karşısındaki siyasetçiyi zorlayıcı sorular sorması siyasetçinin kendisini daha iyi ifade etmesine yol açar. Cumhurbaşkanı ile yapılan söyleşiler bir açıklamaya dönüyor. Kaldı ki o açıklamalar da sonradan kontrol ediliyor. Kontrol edilmiş metin bütün gazete ve televizyonlarda aynı şekilde çıkıyor. Üzgünüm ama bu yapılan bir gazetecilik faaliyeti değil.
Uçağa binerken gazetecilik pistte mi bırakılıyor yani?
Dönem gazeteciliği diyorum ben buna. Tek kelimeyle üzücü bu durum.
‘TARTIŞMALARIN CUMHURİYET’İ YIPRATTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’nde geçtiğimiz günlerde yaşanan yönetim değişikliği sonrası, gazetecilerin istifaları ve yeni yönetimin açıklamaları çok konuşuldu. Eski bir Cumhuriyet çalışanı olarak yaşananları gazetecilik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz.
‘MURAT SABUNCU’NUN SON YAZISINDAKİ DURUŞUNU ÇOK DEĞERLİ BULUYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yönetim değişikliğinin ardından iki tarafı belirgin olarak hissetti kamuoyu. Bu tip tartışmalarda gazeteciler taraf olmalı mıdır?
Gazeteciler de siyasi görüşü olan insanlar. Bu insanları tamamen siyasetten arınmış olarak göremeyiz. Önemli olan düşüncenizi nasıl ifade ettiğiniz ve nasıl uyguladığınızdır. Burada o konuda problemler yaşandı. Cumhuriyet’in eski ve yeni yönetiminin dünya görüşleriyle ilgili bir şey söylemek istemem. Ben görevden uzaklaşan arkadaşların gazetecilik yapmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Ama gazetecilik yaparken ciddi yanlışlarının da olduğuna inanıyorum. Fakat gazetecilerin yanlışları gazeteciler arasında tartışılmalı. Gerekirse özeleştiri de yapılmalı, mesleki anlamda gerekleri yapılmalı. Mahkeme sürecinde olmaması gereken şeyler oldu. Bir gazeteci arkadaşın yaptığı gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanmasını, hapse atılmasını asla onaylamam. Orada ifade verilmesini, bir şekilde suçlayan tarafta yer alınmasını asla doğru bulmam. Ne olursa olsun gazetecilik nedeniyle insanların yıllarca hapiste yatmış olmasının bir saygı getirmesi gerektiğini düşünüyorum. O insanların oradaki mesleki duruşlarına saygı göstermek gerekiyor. Bu yönetim değişikliği çok daha olgun bir biçimde ve gazetecilik hassasiyetleriyle yapılabilirdi. Böyle olsaydı bugün gazeteden ayrılan bazı arkadaşlar işten ayrılmazlardı. Ben bu kavgada taraf değilim ve olmam. 1991’deki kavgada da taraf olmamış üçüncü olmaya çalışmıştım. Bütün kavgalarda iki taraf oluyor ne yazık ki. İki taraf olunca gazete zarar görüyor, yine gördü. Şimdi Cumhuriyet’te ayrılanların da yönetimde olanların da suçlayıcı bir takım açıklamalar yapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyet daha nasıl iyi gazeteci olabilir ile uğraşmak gerek. Son olarak Murat Sabuncu’nun hem yargı sürecindeki hem de son yazısındaki duruşunu çok değerli buluyorum.
SÖYLEŞİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ
Bildirici, Cumhuriyet'teki yönetim değişikliğine ilişkin olarak, "Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz" ifadesini kullandı.
İşte Duvar'dan Serkan Alan'a konuşan Bildirici'nin o söyleşisi:
‘KİTAPTA BÜTÜN GÜNAHLARIMIZ YOK’
“Günahlarımızda Yıkandık” medyada yaşananları ayrı ayrı başlıklarla incelemesinin yanı sıra öğretici bir kitap. Gazeteciliğe ve hakim medyaya dair okuyucuları nelerin beklediğini sizden dinleyelim.
Eğer iletişim camiasından birileriyse okuyanlar içerisinde bulundukları sorunları derli toplu biçimde, farklı bir gözle incelenmiş biçimiyle bu kitapta bulacaklardır. Okuyanlar yalnızca medya tüketicisiyse medyayı çok farklı bir gözle, üzeri örtülen, görmezden gelinen bir takım sorunları olanca açıklığı ve samimi bir dille sergilemiş bir kitapla karşı karşıyalar… Bu çalışmayla hedefim hataların üzerini örtmek değil tam tersine hataları açmak, irdelemek, nedenlerini ortaya koymak ve oradan da o hataların yapılmayacağı bir sürece evrilmesine katkı sağlamak. Elbette kitapta bütün günahlarımız yok. Bunu açık yüreklilikle söylemek lazım. Mümkün olduğu kadarıyla her şeyi yazmaya çalıştım. Hürriyet Gazetesi Ombudsmanı olarak yazdığım hatalar, eksikler ya da doğrular elbette Hürriyet’e özgü hatalardı ama baktığınızda sadece Hürriyet’e özgü olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Hürriyet bu ülkede yakın zamana kadar ana akım medyayı temsil ediyordu. Hürriyet’te yapılan, tekrar edilen bütün hatalar tüm medyada karşılaştığımız hatalar. Kitapta sergilenen hatalara, eksiklere ve bir takım çarpıklıklara bütün Türkiye medyasının yanlışları ve eksikleri diye bakmakta fayda var.
‘GÜNAHLARDA YIKANDIK AMA ARINDIK DEMEDİM’
Kitapta yer almayan ve kitap yazım sürecinden sonra da işlenmiş günahlara dair ne söylemek istersiniz?
Kitapta, “Günahlarda yıkandık ama arındık” demedim. “Arınma çabası” dedim. Ben bu arınma çabasını sergiledim, hâlâ da sergiliyorum. Bizim günahlarımızın birçok nedeni var. Sadece birkaç gazeteci arkadaşımın dikkatsizliğinden kaynaklı günahlar olsa işimiz çok kolay olurdu. O arkadaşlarımızı uyarır sorunları çözerdik. Hem gazetecilerin etiğe dikkat etmemeleri gibi sorunlar var, hem de medyanın sahipliğinden kaynaklanan yapısal problemleri var. Ayrıca bir de Türkiye’nin demokrasi sorunları var. Bizim şu anda uğraştığımız, gazetecilik yapmaya çalıştığımız zemin, maalesef demokrasi ve özgürlüklerin hakim olduğu bir zemin değil. Biliyoruz ki gazetecilik, habercilik demokrasinin olduğu bir zemin ister. Geçenlerde bir toplantıda Kadri Gürsel arkadaşım söylemişti, “Bataklıkta gül yetişmez” diye, çok doğru. Ama biz yine de bataklıkta gül yetiştirmeye çalışıyoruz. Medyanın geneline baktığımızda doğru düzgün habercilik yapılmıyor ama yapmaya çalışan insanlar var ve hâlâ gazeteciliği dimdik ayakta tutmaya çalışan medya kuruluşları var.
‘DARBE KOŞULLARINDA BİLE GAZETECİLİK YAPMAYA ÇALIŞAN İNSANLAR VARDI’
Ben gazeteciliğe 12 Eylül koşullarında başladım. O koşullarda bile ben ve birçok arkadaşım gazetecilik yapmaya çalışıyorduk. Benim gazetecilikte aldığım ilk ödül, 1981 yılında Mamak Cezaevi’ndeki askeri mahkemelerle ilgili yazdığım iki haberdi. Haberin birisinin başlığı, “İki ayrı davada iki ayrı sanık aynı kişiyi öldürmekten yargılanıyor”, diğerinin başlığı da “Bir sanık yaşayan bir kişiyi öldürdüğü savıyla yargılanıyor” idi. Bu haberlerle Çağdaş Gazeteciler Derneği haber ödülünü aldım. Biz 12 Eylül döneminde Cumhuriyet Gazetesi’nde 12 Eylül işkencelerini yazdık, yazabiliyorduk. O askeri darbe koşullarında bile gazetecilik yapmaya çalışan insanlar vardı. Bugün de var ama elbette yeterli değil.
‘AYKIRI SORU SORMAK İŞTEN ATILMA NEDENİ OLABİLİYOR’
Meslekte 38 yılı geride bıraktınız. Mesleğe yeni başladığınız dönemde 12 Eylül koşullarında gazetecilik yaptığınızı aktardınız. Bugün bu koşullarda gazeteciliğe başlasaydınız ne hissederdiniz? Yapabilir miydiniz?
Yapmaya çalışırdım ama çok zor olurdu sanırım çünkü gazetecilikte etik değerler dediğimiz şey sadece okuma ve yazmayla olmuyor. Gazetecilikte birçok meslekte olduğu gibi kuşaklar arası aktarım çok önemli. Deneyimli kuşakların yeni başlayanlara etiğe dair meseleleri aktarması çok çok önemli. Oysa şu anda Türkiye’de gazetecilik öyle yapılmıyor ki, bir takım yanlışlar çok olağan, sıradan ve doğruymuş gibi kabul ediliyor. Yeni mezun bir arkadaşın bazı şeyleri doğal kabul etmesi mümkün. Sonrasında daha da büyük yanlışlar beraberinde gelecek. Örneğin, dünyanın her yerinde gazeteci en aykırı soruyu bile sorandır. Türkiye’de basın toplantılarında, özellikle devleti yönetenlere soru sorulmuyor. Soruların çoğu önceden alınıyor. Aykırı soru sormak işten atılma nedeni olabiliyor. Dolayısıyla yeni başlayan bir kişi bunun çok normal bir şey olduğunu sanabilir. “Gazeteci soru sormaz” diyebilir. Soru sormak gazeteciliğin özüdür. Soru sormak iktidardır, soran daha güçlüdür. Gazeteciler karşısındakine soru sormayarak iktidarını teslim ediyor.
‘GAZETECİLERİN, REKLAMI REKLAMCILARA BIRAKMASI GEREKİYOR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı, “Davet Gazeteciliği ve Hediyeler”… Bazı gazetecilerin sosyal medya hesaplarında bazı ürünleri önerdiklerine tanık oluyoruz. Bir diğer tartışmalı konu ise hediye meselesi. Siyasetçilere verilen hediye eleştirilirken gazeteciler açısından bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ürün yerleştirme hediye almanın birkaç adım ötesinde duruyor. Ürün yerleştirme, gazetecinin herhangi bir markanın herhangi bir ürününün gizli reklamını yapmasıdır. Reklamdan daha beter bir şey. Gazetecilerin, reklamı reklamcılara bırakması gerekiyor. Gazeteci herhangi bir ürünün tanıtımını yapmaz, onun daha fazla tüketilmesine yönelik çaba harcamaz. Gazeteci insanlara bilgi verir. Herhangi bir üründen söz ediyorsa da onun artı ve eksilerini, hangi gruba hitap ettiğini tüm çerçevesiyle eksiksiz haberinde yazar. Gazeteci bir reklama yönelip bunu da gizli yapıyorsa okuyucu/izleyiciyi kandırdığı anlamına gelir. Bu da katmerlenmiş bir günah oluyor.
‘GAZETECİLERİN BU KADAR KÜÇÜLMEMELERİ LAZIM’
Hediye meselesine gelecek olursak… Gazeteci elbette hediye kabul eder. Ama nasıl eder? Gazeteci maddi değeri düşük olan sembolik hediyeleri kabul edebilir. Bunlar da özel günlerde özel nedenlerle olabilir. Maddi değeri yüksek olan hediyeler kabul etmesi asla yapılmaması gereken davranış biçimidir. Eğer aldığı hediyeyle ilgili bir haber yazıyor ya da yazı konusu yapıyor, markayı övücü bir şey söylüyorsa günah yine katmerlenir. Çıkar ilişkisiyle haber yazmak da okurları yanıltmak demektir. Gazeteci her zaman söylendiği gibi veriler karşısında nesnel ve objektif davranmalıdır. Bu durum davet gazeteciliğinde de geçerli. Bir gazeteci yurt dışına götürülüp ağırlanıyor, ağırlamada sadece götürenlerin anlattıklarını yazıyor ise bu da yanlıştır. Gazeteci edindiği tek yanlı bilgiyi okuruna aktarıyor demektir. Bu bir gönüllü çarpıtmadır. Gazetecilerin bu kadar küçülmemeleri lazım.
‘MEDYADA HABER SUNUMU ANLAMINDA CURCUNA VAR’
Gazetecilik pratiklerinde teknolojinin gelişmesiyle değişiklikler oldu. Okur profilinde, taleplerinde de değişiklik oldu mu? Özellikle sosyal medya nedeniyle haber içeriğinin daha tüketilebilir bir hâl aldığı varsayımları yapılıyor.
Dijital mecradaki haberciliğin gelişmesinin, haberciliğin iletimini demokratikleştirdiğini düşünüyorum. Öte yandan okurların daha hızlı ve daha kısa haberleri istediğini varsayıyoruz. Ben bunun tüm haber tüketicileri için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Her tüketici tipinde olduğu gibi tek tip bir tüketici yok karşımızda. Günlük haberden anlık habere geçtik ve anlık haber tüketicileri çok hızla tüketiyorlar. Olması gereken bunları çeşitlendirmek. Anlık haber üretiyoruz diye haberi feda etmemek gerekiyor. Hızlı olsun, sonra düzeltiriz anlayışı var şu an medyada. Hayır. Gazetecilikteki temel kuraldır. Yazdığınız her haberi herkes okumak zorunda değil. Her haberiniz doğru olmak zorunda. Mesele farklılaştırmakta yatıyor. Okurun habere ulaşımı daha kolaylaştı ve eriştiği mecralar çoğaldı. Eskiden bir dereden bir tas su almak zorundayken şimdi bir okyanustan su almak zorunda kalıyor. Şimdi okur daha seçici olmak zorunda. Bizim de onları yönlendirmemiz gerekiyor. Bizim de onlara bir yandan daha ayrıntılı çalışılmış dosyalar sunmamız, bir yandan da daha kısa haberler vermemiz gerekiyor. ABD’de geçtiğimiz yıl bazı basılı gazetelerin tirajları arttı örneğin. İnternette verdiklerini basılı gazetede vermiyorlardı. Şimdi bizim medyada haber sunumu anlamında curcuna var. Hiçbir kural, oturtulmuş kalıplar yok.
‘5N1K’SI EKSİK ÇOK FAZLA HABER VAR’
Kitabınızın bir bölümünün başlığı da “Haber Nasıl Yazılmaz” oldu. Haber yazımındaki 5N1K kuralı başta olmak üzere haber yazımına dair pek çok bilgi de bu bölümde mevcut. Günümüz okurlarının en büyük sorunlarından birisi de eksik bilgilerin olduğu haberlere maruz kalmaları.
5N1K’sı eksik çok fazla haber var. Türkiye’de haber kaynakları anlamında ciddi problemler var. Ajanslardan da çoğu zaman hatalı ve eksik geliyor haberler. Eskiden gazetelerin hem yurt içinde hem yurt dışındaki önemli merkezlerinde çok önemli yaygın ağları vardı ve haberleri kontrol edebiliyorlardı. Şimdi onlar yok ve haberler eksik çıkabiliyor. Editörlerin de bunu önemsemesi ve “Öznesi yok haberin” demesi gerekiyor. Ayrıca haber tüketicilerinin farklı kaynaklardan içeriği takip etmesi, medya üzerinde baskı kurmaya devam etmesi gerekiyor. “Canım bunlar da yazmıyor” demek yerine görüşlerini iletmeleri, yanlışı sorgulamaları gerekiyor.
‘UÇAĞA DAVET EDİLEN GAZETECİLER BİR MİSYONU KABUL ETMİŞ OLUYORLAR’
Kitabınızın bir bölümünü de “Özel Uçak Gazeteciliği” oluşturuyor. Özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın gezilerine eşlik eden gazeteciler bazı kesimler tarafından eleştiriliyor.
Bu bölüm sadece günümüzü değil geçmişten bu yana siyasi liderlerin izlenmesi konusunda nasıl değişim olduğunu anlatıyor. Celal Bayar da var, İnönü de, Özal da… Bakıldığında günümüzde akreditasyon yöntemi tam bir cezalandırma ve ödüllendirme mekanizması olarak kullanılıyor. Bugün Türkiye’de Cumhurbaşkanı başta olmak üzere bakanları ve diğer yöneticileri izlemek için akreditasyon uygulanıyor. Akreditasyondan geçemeyenler ciddi bir sınırlandırmayla karşı karşıya. Süreçte uçağa davet edilmek başlı başına bir ödüllendirme haline geliyor. Uçağa kabul edilen gazeteciler bir misyonu kabul etmiş oluyorlar. Misyon nedir? O uçağın kuralları var. Gazeteci her şeyi sormaz orada. Söyleşiye girmeden önce belli konular var ve onları sorabiliyorlar. Sorular da genelde açık uçlu şekilleniyor, “nasıl değerlendiriyorsunuz, nasıl görüyorsunuz” gibi. Bir gazetecinin karşısındaki siyasetçiyi zorlayıcı sorular sorması siyasetçinin kendisini daha iyi ifade etmesine yol açar. Cumhurbaşkanı ile yapılan söyleşiler bir açıklamaya dönüyor. Kaldı ki o açıklamalar da sonradan kontrol ediliyor. Kontrol edilmiş metin bütün gazete ve televizyonlarda aynı şekilde çıkıyor. Üzgünüm ama bu yapılan bir gazetecilik faaliyeti değil.
Uçağa binerken gazetecilik pistte mi bırakılıyor yani?
Dönem gazeteciliği diyorum ben buna. Tek kelimeyle üzücü bu durum.
‘TARTIŞMALARIN CUMHURİYET’İ YIPRATTIĞINI DÜŞÜNÜYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’nde geçtiğimiz günlerde yaşanan yönetim değişikliği sonrası, gazetecilerin istifaları ve yeni yönetimin açıklamaları çok konuşuldu. Eski bir Cumhuriyet çalışanı olarak yaşananları gazetecilik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tartışmaların Cumhuriyet’i yıprattığını düşünüyorum. Öyle ya da böyle Cumhuriyet bir şekilde yıpranıyor. Onun dışında çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Çünkü öyle bir kavga ki bu kavgada bir şey söylediğiniz zaman taraf haline gelmiş oluyorsunuz.
‘MURAT SABUNCU’NUN SON YAZISINDAKİ DURUŞUNU ÇOK DEĞERLİ BULUYORUM’
Cumhuriyet Gazetesi’ndeki yönetim değişikliğinin ardından iki tarafı belirgin olarak hissetti kamuoyu. Bu tip tartışmalarda gazeteciler taraf olmalı mıdır?
Gazeteciler de siyasi görüşü olan insanlar. Bu insanları tamamen siyasetten arınmış olarak göremeyiz. Önemli olan düşüncenizi nasıl ifade ettiğiniz ve nasıl uyguladığınızdır. Burada o konuda problemler yaşandı. Cumhuriyet’in eski ve yeni yönetiminin dünya görüşleriyle ilgili bir şey söylemek istemem. Ben görevden uzaklaşan arkadaşların gazetecilik yapmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Ama gazetecilik yaparken ciddi yanlışlarının da olduğuna inanıyorum. Fakat gazetecilerin yanlışları gazeteciler arasında tartışılmalı. Gerekirse özeleştiri de yapılmalı, mesleki anlamda gerekleri yapılmalı. Mahkeme sürecinde olmaması gereken şeyler oldu. Bir gazeteci arkadaşın yaptığı gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklanmasını, hapse atılmasını asla onaylamam. Orada ifade verilmesini, bir şekilde suçlayan tarafta yer alınmasını asla doğru bulmam. Ne olursa olsun gazetecilik nedeniyle insanların yıllarca hapiste yatmış olmasının bir saygı getirmesi gerektiğini düşünüyorum. O insanların oradaki mesleki duruşlarına saygı göstermek gerekiyor. Bu yönetim değişikliği çok daha olgun bir biçimde ve gazetecilik hassasiyetleriyle yapılabilirdi. Böyle olsaydı bugün gazeteden ayrılan bazı arkadaşlar işten ayrılmazlardı. Ben bu kavgada taraf değilim ve olmam. 1991’deki kavgada da taraf olmamış üçüncü olmaya çalışmıştım. Bütün kavgalarda iki taraf oluyor ne yazık ki. İki taraf olunca gazete zarar görüyor, yine gördü. Şimdi Cumhuriyet’te ayrılanların da yönetimde olanların da suçlayıcı bir takım açıklamalar yapmaktan vazgeçmeleri gerektiğini düşünüyorum. Cumhuriyet daha nasıl iyi gazeteci olabilir ile uğraşmak gerek. Son olarak Murat Sabuncu’nun hem yargı sürecindeki hem de son yazısındaki duruşunu çok değerli buluyorum.
SÖYLEŞİNİN TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ