Eyvah!.. “Akiller” gene ortaya çıktı!..

Medyaradar medya-siyaset analisti Atilla Akar, son günlerde tekrar gündeme oturan “Akiller girişimi” üzerine görüşlerini aktardı…

Ben artık bu saatten sonra pek etrafta görünemezler sanıyordum. Malum; sürecin gelip buralarda düğümlenmesinden, hele de PKK’nın saldırgan, HDP’nin de bilumum “onaylayıcı” tavırlarından sonra (Onaylamayıp da ne yapacaklardı?) gene “ortalara çıkıp bir şeyler söyleme yüz ve cesaretini kolay kolay bulamazlar” diyordum. Yanılmışım!

Evet, “Akiller”den bahsettiğimi hemen anlamışsınızdır zaten. Düne kadar topluma büyük bir tantana ile lanse edilen “açılım şovu” fos çıkınca “misyonları” da son bulmuştu. Lakin düne kadar arkalarında devlet teşviki ile iş gören “akiller”in bir bölümü bu kez kendi kendilerine inisiyatif kurarak tekrar sahne almış bulunuyorlar. Tabii aralarında muhtelif “fraksiyonlara” bölünmüşler. (En hızlıları “Kadirizm taraftarları” galiba!) Düne değin her tür şakşakçığı yapan kimi “AKP-Erdoğan yandaşı akiller” ise şimdi iklim değişince imza dahi vermemişler. Bu işten en kârlı çıkanlar ise kapağı milletvekilliğine atanlar oldu galiba!

TÜRKLERE MASALLAR!

Şu akillik hikâyesi ilk ortaya çıktığında belki de üzerine en çok yazı yazan yazarlardan biri de benim. O zaman yazmakta olduğum gazetedeki köşemde doğrudan konuyla ilgili tam 8 yazı yazmışım. Bunların bir kısmı uyarı amaçlı iken bir kısmı da eleştiri amaçlıydı. Belki de hepsinden önemlisi –çoğu kişinin yaptığının tersine- “akillik “ ve ”akiller” kavramına direkt karşı çıkmadan “modelleme”nin yanlış yapıldığını, (Alternatif “Platoncu model”imle birlikte), aydınların devletle kontak kurması gerektiğini, aksi halde devletin hepten avamlaşacağını, seçilenlerin bu vasıfta olmadığını, bundan bir sonuç alınamayacağını, vb söyleyip durdum. Dinleyen kim? Üstelik bir de ”çözüm istemeyenler” olarak damgalandık. (Tam tersine bu perspektiften bakılabilseydi ne öncesinde “Oslo saçmalığı” ne “Habur rezaleti” ne de sonrasındaki şımarmalar yaşanmazdı.) Yazık ki ne yazık. Sakalımız yoktu ki dinletelim!

Bunu şuna da benzetebiliriz. İlk düğmeyi yanlış iliklersen devamını düzgün iliklemen mümkün değildir. Ama şu anki haliyle adına “devlet” denilen yapı -zihinleri yanlış iliklenmiş adamlar eliyle- bir anlamda hep “İlk düğmeyi yanlış ilikleme aygıtı” gibi çalışmıyor mu zaten? Bir ton zaman, çaba, emek heba oluyor. Sonra başladığın noktaya hatta ondan bile gerisine dönmeler. Kısaca düzelt düzeltebilirsen!

O gün kullandığım tabirlerle “atanmış akiller” eliyle işin “panayır kumpanyası”na çevrileceğini, bu insanların –niyetleri ne olursa olsun- “açılım tiyatrosu”nun “dekoratif aydınları” görevini icra edeceklerini, bir “yanıltıcı kampanya”ya “dolgu malzemesi” olacaklarını, işin sadece bir “PR hamlesi” olarak kalacağını, “yandaş aydınların doluşturulacağını” (Hoş, “yandaş olmayan” da olsa fark etmezdi çünkü “model yanlıştı), “dişe dokunur somut bir sonuç çıkmayacağını” milleti yanıltma ve bilhassa “Türklere masallar” programında “masalcı dede ve masalcı nine” rolü oynayacaklarını, bunun asıl olarak “Türkleri açılıma ikna projesi” olduğunu, ama milletin vicdanında mahkum ettiği şeyi, millete rağmen gerçekleştiremeyeceklerini söyledim. Öyle de oldu. Haklı çıktım. Keşke çıkmaz olaydım o başka!

Öyle anlaşılıyor ki bugün aynı akillerin bir kısmı, gene çıkıp “Barış, çatışmasızlık, silahların susması” teranelerini yeniden sayıklıyor. (“Analar ağlamasın”ın daha entelektüel versiyonu!) Ne güzel! Bende bunları istiyorum ama bunu kimden, nasıl, niye ve hangi zeminde istediğini bileceksin. Yoksa hepsi güzel ama ”içi boş laflar” olarak ortada kalır. Şiir gibi konuşsan ne fayda!

Dolayısıyla ben bu “akil hayaleti”nin tekrar hortlamasından pirelendim. Hatta ne yalan biraz da tırstım. Çünkü ne zaman bunlar ortaya çıksa milletin zihnini bulandırmada yeni bir merhale kat ediliyor. (Şimdikiler Beşiktaş’ta bir “Balıkçı” da buluşmuşlar galiba. “Milleti bir kez daha nasıl aynalı sazan yerine nasıl koyarız” ı tartıştılar herhalde) Ne zaman bunlar ortaya çıksa bu sorun üzerinden yeni bir manevra çevriliyor. Hangi soruyu sorsak “şaşırtmaca” bir cevap alıyoruz. Şaşırmayan tek şey hedefini bulan terörün körleme kurşunları. Silahların, bombaların, molotofların gölgesinde adam da akıl mı kalır?

Bence bu aşamadan sonra bu tarz akillerin yapabileceği en iyi şey susmalarıdır. “Kendileri çalıp kendileri oynama “havasına kapılmamalarıdır. Zaten kimselerin onları taktığı filân da yoktur. Bir vehimle gene kendilerine belli misyonlar biçiyorlarsa, kendilerini ilelebet verilmiş bir “paye”nin temsilcisi sanıyorlarsa çok yanılırlar. Süreçte gelinen nokta ve tabii ortaya koydukları pratik onları dışlamıştır. Kendileri bunun farkında olmayabilirler tabii!..

Şimdi yeni süreçte hangi “aklı” devreye sokacağımızı, yeni “akli unsurlar”ın tasarımının nasıl yapılacağına kafa yoralım. Havanda su döven, toplumu yanıltıcı, içi boş çağrılar yerine somut, sonuç alıcı, adımlar atmanın vaktidir. Barışa evet ama “barış” adı altında (Ki artık kelimenin ciddiyeti kalmadı) her seferinde aldatılmaya ve başka taşların döşenmesine hayır!

Her toplumun böylesi kritik, adeta iç savaşa zorlandığı anlarda, belli kıyamet alametleri vardır. Bende sevgili akillerimizin yeniden ortaya çıkışını –ne yazık ki- bu kıyamet alametleri arasında sayıyorum!..

03.08.2015.

atillaakar@gmail.com