ETYEN MAHÇUPYAN'DAN ECE TEMELKURAN'A: HRANT'IN PARAZİTLERİ!
Etyen Mahçupyan, Temelkuran'ın Guardian'daki yazısına Today's Zaman'daki köşesinden cevap verdi.
Guardian’daki yazısında Ergenekon davası tutuklu sanıkları Nedim Şener’i ve Ahmet Şık’ı Hrant Dink’in katillerini ortaya çıkarmaya çalışan iki gazeteci olarak tanımlayan Ece Temelkuran’a cevap Etyen Mahçupyan’dan geldi. Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra Agos Gazetesi’nin 4 yıl boyunca yayın yönetmenliğini de yapan Mahçupyan, Temelkuran’ın iddia ettiği gibi Şener ve Şık’ın, Dink’in katillerini ortaya çıkarmak yerine soruşturmanın seyrini değiştirmeye çalıştıklarını iddia etti.
İşte Etyen Mahçupyan’ın Today’s Zaman’daki o yazısı:
Hrant’ın parazitleri
Hrant’ın öldürülmesi onu kendisi olmaktan çıkararak kullanılabilir bir malzeme haline getirdi. Bu dönüştürme eyleminin ilk adımı, Hrant’ın toplumla kurmuş olduğu duygusal bağı anlamsızlaştıracak ölçüde bir ‘ laik solcu’ olarak sunulması. Böylece Hrant neredeyse toplum üstü, ama aynı zamanda toplum dışı bir kahraman olarak yeniden çiziliyor. İkinci aşamada ise devlet bugünkü hükümetle yer değiştiriyor ve özgürlük mücadelesinin ekseni AKP karşıtlığı olarak kurgulanırken, devlet de ergenekon davalarının itibarsızlaştırılması sayesinde ihya edilmeye çalışılıyor. Ancak ‘ideolojik ahlaksızlık’ olarak adlandırılabilecek olan bu tutum, Hrant’ı fırsatçılık ve faydacılıktan nasibini almış, basmakalıp ve içi boş bir ruhsuz hayalete dönüştürüyor.
Sol adına yapılan bu Hrant araçsallaştırması, bir parazit kolonisinin saygı ve dinginliği hak eden bir acının üzerine çullanmasından, onu didikleyerek beslenmesinden başka bir şey değil. Bunun son örneklerinden birini geçenlerde Ece Temelkuran’ın kaleminden okuduk. Guardian’da yayımlanan makale muhtemelen batılı laikçi çevrelerin zihninde doğal bir karşılık bulmuştur. Ama Türkiye’yi bilen insanlar için, izan eksikliği ile kendini paye verme ihtirasının bu bileşimin herhalde yozlaşma dışında bir tanım hak etme imkanı yok.
Temelkuran yazısına şu başlığı uygun görmüş: ‘Türk gazeteciler çok korkuyorlar – ama bu korkuya karşı savaşmalıyız’. Hemen anlayabileceğimiz gibi bu makaleyle Temelkuran büyük bir cesaret örneği verdiğini, meslekdaşlarına öncülük ettiğini düşünmüş. Ama ne yazık ki sonuçta patetik ve doğruyu söylemek gerekirse gülünç bir değerlendirmede karar kılmış. Buna göre Temelkuran’ın Milliyet gazetesinden çıkarılması, meğerse hükümetin Hrant’ın öldürülmesine kadar geri giden baskı stratejisinin sonucuymuş. Anlaşılan aslında Hrant’ın üzerine gidilmesinin ve katledilmesinin ardındaki esas irade hükümete aitmiş. Tabii Temelkuran diğer cinayetlerden, yükseltilmeye çalışılan ulusalcılıktan, AKP’yi ‘gayrı milli’ kılma çabalarından ve itiraflar sayesinde iyice açığa çıkan ergenekon girişiminden pek söz etmiyor. Bunun yerine ergenekon’u bir ‘iddia’ olarak sunarak aslında söz konusu ‘kaos yaratma ve darbe zemini oluşturma’ iddiasının gerçek dışı olduğunu ima etmeye çalışıyor. Kısacası Temelkuran aslında bilinen ulsalcı önermenin içinden konuşuyor ve ideolojik olarak ergenekon dünyasından pek de uzak olmadığını bizlere hatırlatıyor.
Böylesine çürük bir temel üzerinden yürümeniz için gerçeklerin üzerinden geçip giden bir asma köprüye ihtiyacınız var. Temelkuran bu işlevi Ahmet Şık ve Nedem Şener tutuklamasına yüklemiş. Bu iki gazetecinin ergenekon ağının doğrudan parçası olmadıkları ve tutuklu yargılanmalarının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği konusunda fazla fikir ayrılığı bulunmuyor. Ancak Temelkuran, Hrant’ın ölümünün perde arkasının sanki sadece bu iki gazeteci tarafından araştırıldığını ima ediyor. Bunun yanlışlığı bir yana, Şener’in kitabı polisteki bilgileri açığa çıkarma açısından yararlı olmakla birlikte, siyaseten askeri kollamayı de hedefliyor izlenimi vermekte. Şık’ın kitabının ise bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi, Gülen hareketinin devlete nüfuz etmiş olduğunu kanıtlamak üzere kaleme alınmış. Ayrıca Şener yazmış olduğu değil, Hanefi Avcı adına yazılmış olan bir başka kitapla ilgili olarak suçlanıyor. Sorun şu ki her iki kişinin de yazarlık eylemleri ergenekon çevrelerinin çıkarına uygun gözüküyor ve gerçeği henüz bilmiyoruz. Ancak bu iki kişiyle ilgili olarak asıl konu siyasi fikirleri veya angajmanları değil... Şener’in tutuklandığında ‘Hrant için’ diye bağırması, Şık’ın ‘dokunan yanar’ demesi, eğer kendilerini fazla önemsemekten gelen bir abartma değilse, açıkça iç dünyalarındaki daha derin bir zaafa işaret ediyor.
Bu gazetecilerin yargı sürecindeki koşulları tasvip edilemez. Temelkuran’ın gazeteden çıkarılmasının da nedenlerinin kamuoyu ile paylaşılması gerekir ve bu nedenlerin makul olması da şarttır. Ama bu mağduriyetlerin ideolojik olarak kullanıma sokulması ve Hrant’ın buna müdanaasızca alet edilmesi ancak ahlaksızlık olarak değerlendirilebilir. Çünkü sadece gerçekler çarpıtılmıyor, katledilmiş bir insanın bizzat kendisi çarpıtılarak, gerçeklerin yeniden kurgulanmasına harç yapılıyor.
Temelkuran bu arada yazmış olduğu kitabın Hrant tarafından ‘istendiğini’ söylemeyi ve İçişleri Bakanı’nın ancak utanılacak bir sözünü de eklemeyi unutmamış. Böylece AKP o bakanın seviyesine inerken, kendisi de Hrant’ın yanına kuruluyor.
Görünen o ki ‘Türk’ gazeteciler çok korkmuyorlar... Aksine çok cesurlar. O kadar ki yurt dışındaki algıyı manipüle etmek uğruna olağan düzeysizliklerini bile aşmakta tereddüt etmiyorlar.
Zaman
İşte Etyen Mahçupyan’ın Today’s Zaman’daki o yazısı:
Hrant’ın parazitleri
Hrant’ın öldürülmesi onu kendisi olmaktan çıkararak kullanılabilir bir malzeme haline getirdi. Bu dönüştürme eyleminin ilk adımı, Hrant’ın toplumla kurmuş olduğu duygusal bağı anlamsızlaştıracak ölçüde bir ‘ laik solcu’ olarak sunulması. Böylece Hrant neredeyse toplum üstü, ama aynı zamanda toplum dışı bir kahraman olarak yeniden çiziliyor. İkinci aşamada ise devlet bugünkü hükümetle yer değiştiriyor ve özgürlük mücadelesinin ekseni AKP karşıtlığı olarak kurgulanırken, devlet de ergenekon davalarının itibarsızlaştırılması sayesinde ihya edilmeye çalışılıyor. Ancak ‘ideolojik ahlaksızlık’ olarak adlandırılabilecek olan bu tutum, Hrant’ı fırsatçılık ve faydacılıktan nasibini almış, basmakalıp ve içi boş bir ruhsuz hayalete dönüştürüyor.
Sol adına yapılan bu Hrant araçsallaştırması, bir parazit kolonisinin saygı ve dinginliği hak eden bir acının üzerine çullanmasından, onu didikleyerek beslenmesinden başka bir şey değil. Bunun son örneklerinden birini geçenlerde Ece Temelkuran’ın kaleminden okuduk. Guardian’da yayımlanan makale muhtemelen batılı laikçi çevrelerin zihninde doğal bir karşılık bulmuştur. Ama Türkiye’yi bilen insanlar için, izan eksikliği ile kendini paye verme ihtirasının bu bileşimin herhalde yozlaşma dışında bir tanım hak etme imkanı yok.
Temelkuran yazısına şu başlığı uygun görmüş: ‘Türk gazeteciler çok korkuyorlar – ama bu korkuya karşı savaşmalıyız’. Hemen anlayabileceğimiz gibi bu makaleyle Temelkuran büyük bir cesaret örneği verdiğini, meslekdaşlarına öncülük ettiğini düşünmüş. Ama ne yazık ki sonuçta patetik ve doğruyu söylemek gerekirse gülünç bir değerlendirmede karar kılmış. Buna göre Temelkuran’ın Milliyet gazetesinden çıkarılması, meğerse hükümetin Hrant’ın öldürülmesine kadar geri giden baskı stratejisinin sonucuymuş. Anlaşılan aslında Hrant’ın üzerine gidilmesinin ve katledilmesinin ardındaki esas irade hükümete aitmiş. Tabii Temelkuran diğer cinayetlerden, yükseltilmeye çalışılan ulusalcılıktan, AKP’yi ‘gayrı milli’ kılma çabalarından ve itiraflar sayesinde iyice açığa çıkan ergenekon girişiminden pek söz etmiyor. Bunun yerine ergenekon’u bir ‘iddia’ olarak sunarak aslında söz konusu ‘kaos yaratma ve darbe zemini oluşturma’ iddiasının gerçek dışı olduğunu ima etmeye çalışıyor. Kısacası Temelkuran aslında bilinen ulsalcı önermenin içinden konuşuyor ve ideolojik olarak ergenekon dünyasından pek de uzak olmadığını bizlere hatırlatıyor.
Böylesine çürük bir temel üzerinden yürümeniz için gerçeklerin üzerinden geçip giden bir asma köprüye ihtiyacınız var. Temelkuran bu işlevi Ahmet Şık ve Nedem Şener tutuklamasına yüklemiş. Bu iki gazetecinin ergenekon ağının doğrudan parçası olmadıkları ve tutuklu yargılanmalarının adil yargılanma hakkını ihlal ettiği konusunda fazla fikir ayrılığı bulunmuyor. Ancak Temelkuran, Hrant’ın ölümünün perde arkasının sanki sadece bu iki gazeteci tarafından araştırıldığını ima ediyor. Bunun yanlışlığı bir yana, Şener’in kitabı polisteki bilgileri açığa çıkarma açısından yararlı olmakla birlikte, siyaseten askeri kollamayı de hedefliyor izlenimi vermekte. Şık’ın kitabının ise bu konuyla hiçbir ilgisi olmadığı gibi, Gülen hareketinin devlete nüfuz etmiş olduğunu kanıtlamak üzere kaleme alınmış. Ayrıca Şener yazmış olduğu değil, Hanefi Avcı adına yazılmış olan bir başka kitapla ilgili olarak suçlanıyor. Sorun şu ki her iki kişinin de yazarlık eylemleri ergenekon çevrelerinin çıkarına uygun gözüküyor ve gerçeği henüz bilmiyoruz. Ancak bu iki kişiyle ilgili olarak asıl konu siyasi fikirleri veya angajmanları değil... Şener’in tutuklandığında ‘Hrant için’ diye bağırması, Şık’ın ‘dokunan yanar’ demesi, eğer kendilerini fazla önemsemekten gelen bir abartma değilse, açıkça iç dünyalarındaki daha derin bir zaafa işaret ediyor.
Bu gazetecilerin yargı sürecindeki koşulları tasvip edilemez. Temelkuran’ın gazeteden çıkarılmasının da nedenlerinin kamuoyu ile paylaşılması gerekir ve bu nedenlerin makul olması da şarttır. Ama bu mağduriyetlerin ideolojik olarak kullanıma sokulması ve Hrant’ın buna müdanaasızca alet edilmesi ancak ahlaksızlık olarak değerlendirilebilir. Çünkü sadece gerçekler çarpıtılmıyor, katledilmiş bir insanın bizzat kendisi çarpıtılarak, gerçeklerin yeniden kurgulanmasına harç yapılıyor.
Temelkuran bu arada yazmış olduğu kitabın Hrant tarafından ‘istendiğini’ söylemeyi ve İçişleri Bakanı’nın ancak utanılacak bir sözünü de eklemeyi unutmamış. Böylece AKP o bakanın seviyesine inerken, kendisi de Hrant’ın yanına kuruluyor.
Görünen o ki ‘Türk’ gazeteciler çok korkmuyorlar... Aksine çok cesurlar. O kadar ki yurt dışındaki algıyı manipüle etmek uğruna olağan düzeysizliklerini bile aşmakta tereddüt etmiyorlar.
Zaman