Etyen Mahçupyan, cemaate savaş ilan etti!
Başbakan'ın başdanışmanı Etyen Mahçupyan, Gülen Cemaati'nden kendisene yapılan ithamlara karşı artık sessiz kalmayacağını ilan etti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun başdanışmanı Etyen Mahçupyan, Akşam gazetesindeki köşesinde Cemaat medyasında yer alan ithamlara artık sessiz kalmayacağını ilan etti.
17 Aralık'tan önce kaleme aldığı ve Zaman gazetesinin yayımlamadığı yazısını bugünkü köşesine taşıyan Etyen Mahçupyan, "Aslında bunu ve ardından gelecek iki yazıyı yazmaya hiç niyetim yoktu. Ama bu camia içinde ve çevresindeki bazı kişilerin sınırları zorlayan tutumunu bir ‘davet’ olarak algılıyorum" sözleriye artık sessiz kalmayacağını açıkladı.
Cemaat'in medyasında ve sosyal medya hesaplarında Etyen Mahçupyan çok ağır ifadelerle uzun zamandır itham ediliyor. Son olarak Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, "Mahçupyan'ın 'mahcup' çıkışı" başlıklı bir yazı kaleme aldı ve "Umut edelim ki, zaman içinde, damlaya damlaya göl olur ve çekingen bile olsa, gene de doğru yolu gösteren cümleler zihinlerde bir birikim yaratır" demişti.
Etyen Mahçupyan'ın 'Haklıyken kendine zarar vermek' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
SINIRLARI ZORLUYORLAR
Alttaki yazı 17 Aralık’tan haftalar önce Zaman gazetesinde basılmayan makalenin kısaltılmış hali … Yazıyı ‘isterseniz basmayabilirsiniz’ notu ile göndermiştim. Şimdi kullanmamın nedeni bir hatırlatma olması için. Aslında bunu ve ardından gelecek iki yazıyı yazmaya hiç niyetim yoktu. Ama bu camia içinde ve çevresindeki bazı kişilerin sınırları zorlayan tutumunu bir ‘davet’ olarak algılıyorum.
HAKAN FİDAN HATIRLATMASI
Belki de artık kendimizi aldatmamamız gereken bir evredeyiz. Dershane meselesinin çok katmanlı ve girift bir karşılıklı bağımlılık ilişkisinin uzantısı olduğunu göz ardı etmemiz giderek olanaklı olmaktan çıkıyor. Hükümet’te, özellikle çözüm süreci ile birlikte Hizmet Hareketi’nden dirençle karşılaştıklarına ve bunun bürokrasiye yansıdığına dair bir kanaat var. Öte yandan 2012 başında Hakan Fidan’a açılan soruşturmanın sahiplenilme biçiminin de söz konusu algıyı pekiştirdiğini biliyoruz.
Bu detaylar hükümetin çeşitli kademelerindeki kişilerin zihninde bütünleşerek bir ‘strateji’ oluşturuyor ve Hizmet Hareketi’nin iradi tercihi olarak okunuyor. Dershane hamlesinin bu değerlendirmeden azade olduğuna inanmak güç… Hükümetin iyi hazırlanılmamış, acilci bir eda ve itici bir yöntemle gündeme getirdiği bu tasarrufun zorlanarak hayata geçirilmesindeki amacı bilmiyoruz ama muhtemel bir sonucunu öngörebiliriz: Hizmet Hareketi’nin kamuoyu önünde yapay bir biçimde ‘şeffaflaştırılması’.
Haklı olmanın verdiği güven çoğu zaman ters tepen bir dinamik üretebilir. Daha heyecanlı, atak ve hevesli unsurların öne çıkması onların temsil yeteneğini gerçekte artırmasa da, kamuoyu nezdinde aktörleşmelerine neden olur. Bir süre sonra toplum o hareketi bu öne çıkan unsurların dili ve tutumu üzerinden okumaya başlar. Giderek siyaset ahlaki normlara galebe çalar ve çarpık bir şeffaflaşma yaşanır. Diğer bir deyişle görünür hale gelen hareketin kendisi değil, onun çatışma ortamında öne çıkan atak ve çoğu zaman seviye tutturmayı beceremeyen unsurlarıdır.
HÜKÜMETİN SAVUNULUR YANI YOK AMA...
Hizmet Hareketi’nin karşısında bugün böyle bir tehlike var ve maalesef dershane tartışmasının bu Hareket’i bir bütün olarak toplum önünde nereye konumlandırdığı sorusu sorulmuyor. Evet, hükümetin tavrının savunulur yanı yok. Bunca insanı ilgilendiren bir değişiklik, yangından mal kaçırır gibi ve sorunun tüm boyutlarına hakim olunmadan yapılamayacağı gibi, inandırıcılığı temin edecek bir samimiyetten de yoksunsa, atılan adımın meşruiyet zaafı içermesi kaçınılmazdır. Ancak hükümet siyasi bir organ… Pragmatist olduğu bilinen ve hızlı dönüşler yapabilen bir iktidar olmanın dışında, bu tür özelliklerin bir siyasi partide olması da genelde yadırganmaz. Ne var ki dershane meselesi Hizmet Hareketi’ni de siyasetin içine çekiyor ve kendisine zarar verebilecek olan bir üslup ve muhakemenin kapısını açıyor.
Unutmamak gerek ki bu konu ‘alan paylaşımına’ ilişkin bir gerilim olarak algılandığı ölçüde, her şey bittiğinde akıllarda sadece siyasi bir tahlil ve kanaat kalacak ve özellikle laik kesimin çoğunluğu Hizmet Hareketi’ni artık salt siyasi terimler çerçevesinde görmeye hazır hale gelecek.
Dolayısıyla öne sürülen argümanların içeriği kritik önemde…
Dershane sonuçta sınav sistemi nedeniyle oluşan bir talebe verilen teknik bir hizmet. Bunu ‘milletin kazanımı’ diye sunmak, ‘evlatlarımızın geleceğini karartmayın’ demek, dershane ortamındaki ‘güzelliklerden’ söz etmek, gelecek nesiller için ‘zaruri’ olduğunu öne sürmek, siyasete kapı açmak, ahlaki normları kimin belirleyeceği tartışmasını davet etmektir. Bunun kendi başına yanlış bir yanı yok… Ama ‘siyasi’ sorumluluğu taşımak gerekiyor. Aksi halde siyaset başkalarının algısı üzerinde oluşur ve o algı da en kolay yoldan Hareket’in görünürdeki ‘fedailerini’ veri alır.
CAMİAYA BORCUM GEREĞİ...
Buna paralel olarak bir gazetenin meşruiyet açısından dökülen haberi nihayette o ‘taşıyıcı’ gazetenin kendi işleviyle yeniden tanımlanmasına neden olur ama o habere hak ettiğinden fazla teveccüh gösterilmesi Hareket’i yaralayabilir. Çünkü bu teveccühün salt siyasi motif üzerinden okunma ihtimali yüksektir ve yaşanmakta olan gerilim ortamında, dışarıdan izleyen herkesin giderek daha kolaycı ve siyasi bakmaya eğilimli olacağını tahmin etmek zor değil.
Yaşanmakta olan sürecin geleceğe olan izdüşümü dershane konusunun nasıl çözüldüğüyle sınırlı kalmayacak. Bütün tarafların yeniden ve siyasi bir bağlam içinde tanımlanmasıyla sonuçlanacak. Bu konuda tercih beyan etmek bana düşmez… Ama tercih ne olursa olsun, bunun sorumluluğunun ciddiyetle taşınması konusunda basit bir hatırlatmanın bu camiaya borcumun gereği olduğunu düşünüyorum…
17 Aralık'tan önce kaleme aldığı ve Zaman gazetesinin yayımlamadığı yazısını bugünkü köşesine taşıyan Etyen Mahçupyan, "Aslında bunu ve ardından gelecek iki yazıyı yazmaya hiç niyetim yoktu. Ama bu camia içinde ve çevresindeki bazı kişilerin sınırları zorlayan tutumunu bir ‘davet’ olarak algılıyorum" sözleriye artık sessiz kalmayacağını açıkladı.
Cemaat'in medyasında ve sosyal medya hesaplarında Etyen Mahçupyan çok ağır ifadelerle uzun zamandır itham ediliyor. Son olarak Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, "Mahçupyan'ın 'mahcup' çıkışı" başlıklı bir yazı kaleme aldı ve "Umut edelim ki, zaman içinde, damlaya damlaya göl olur ve çekingen bile olsa, gene de doğru yolu gösteren cümleler zihinlerde bir birikim yaratır" demişti.
Etyen Mahçupyan'ın 'Haklıyken kendine zarar vermek' başlıklı bugünkü yazısı şöyle:
SINIRLARI ZORLUYORLAR
Alttaki yazı 17 Aralık’tan haftalar önce Zaman gazetesinde basılmayan makalenin kısaltılmış hali … Yazıyı ‘isterseniz basmayabilirsiniz’ notu ile göndermiştim. Şimdi kullanmamın nedeni bir hatırlatma olması için. Aslında bunu ve ardından gelecek iki yazıyı yazmaya hiç niyetim yoktu. Ama bu camia içinde ve çevresindeki bazı kişilerin sınırları zorlayan tutumunu bir ‘davet’ olarak algılıyorum.
HAKAN FİDAN HATIRLATMASI
Belki de artık kendimizi aldatmamamız gereken bir evredeyiz. Dershane meselesinin çok katmanlı ve girift bir karşılıklı bağımlılık ilişkisinin uzantısı olduğunu göz ardı etmemiz giderek olanaklı olmaktan çıkıyor. Hükümet’te, özellikle çözüm süreci ile birlikte Hizmet Hareketi’nden dirençle karşılaştıklarına ve bunun bürokrasiye yansıdığına dair bir kanaat var. Öte yandan 2012 başında Hakan Fidan’a açılan soruşturmanın sahiplenilme biçiminin de söz konusu algıyı pekiştirdiğini biliyoruz.
Bu detaylar hükümetin çeşitli kademelerindeki kişilerin zihninde bütünleşerek bir ‘strateji’ oluşturuyor ve Hizmet Hareketi’nin iradi tercihi olarak okunuyor. Dershane hamlesinin bu değerlendirmeden azade olduğuna inanmak güç… Hükümetin iyi hazırlanılmamış, acilci bir eda ve itici bir yöntemle gündeme getirdiği bu tasarrufun zorlanarak hayata geçirilmesindeki amacı bilmiyoruz ama muhtemel bir sonucunu öngörebiliriz: Hizmet Hareketi’nin kamuoyu önünde yapay bir biçimde ‘şeffaflaştırılması’.
Haklı olmanın verdiği güven çoğu zaman ters tepen bir dinamik üretebilir. Daha heyecanlı, atak ve hevesli unsurların öne çıkması onların temsil yeteneğini gerçekte artırmasa da, kamuoyu nezdinde aktörleşmelerine neden olur. Bir süre sonra toplum o hareketi bu öne çıkan unsurların dili ve tutumu üzerinden okumaya başlar. Giderek siyaset ahlaki normlara galebe çalar ve çarpık bir şeffaflaşma yaşanır. Diğer bir deyişle görünür hale gelen hareketin kendisi değil, onun çatışma ortamında öne çıkan atak ve çoğu zaman seviye tutturmayı beceremeyen unsurlarıdır.
HÜKÜMETİN SAVUNULUR YANI YOK AMA...
Hizmet Hareketi’nin karşısında bugün böyle bir tehlike var ve maalesef dershane tartışmasının bu Hareket’i bir bütün olarak toplum önünde nereye konumlandırdığı sorusu sorulmuyor. Evet, hükümetin tavrının savunulur yanı yok. Bunca insanı ilgilendiren bir değişiklik, yangından mal kaçırır gibi ve sorunun tüm boyutlarına hakim olunmadan yapılamayacağı gibi, inandırıcılığı temin edecek bir samimiyetten de yoksunsa, atılan adımın meşruiyet zaafı içermesi kaçınılmazdır. Ancak hükümet siyasi bir organ… Pragmatist olduğu bilinen ve hızlı dönüşler yapabilen bir iktidar olmanın dışında, bu tür özelliklerin bir siyasi partide olması da genelde yadırganmaz. Ne var ki dershane meselesi Hizmet Hareketi’ni de siyasetin içine çekiyor ve kendisine zarar verebilecek olan bir üslup ve muhakemenin kapısını açıyor.
Unutmamak gerek ki bu konu ‘alan paylaşımına’ ilişkin bir gerilim olarak algılandığı ölçüde, her şey bittiğinde akıllarda sadece siyasi bir tahlil ve kanaat kalacak ve özellikle laik kesimin çoğunluğu Hizmet Hareketi’ni artık salt siyasi terimler çerçevesinde görmeye hazır hale gelecek.
Dolayısıyla öne sürülen argümanların içeriği kritik önemde…
Dershane sonuçta sınav sistemi nedeniyle oluşan bir talebe verilen teknik bir hizmet. Bunu ‘milletin kazanımı’ diye sunmak, ‘evlatlarımızın geleceğini karartmayın’ demek, dershane ortamındaki ‘güzelliklerden’ söz etmek, gelecek nesiller için ‘zaruri’ olduğunu öne sürmek, siyasete kapı açmak, ahlaki normları kimin belirleyeceği tartışmasını davet etmektir. Bunun kendi başına yanlış bir yanı yok… Ama ‘siyasi’ sorumluluğu taşımak gerekiyor. Aksi halde siyaset başkalarının algısı üzerinde oluşur ve o algı da en kolay yoldan Hareket’in görünürdeki ‘fedailerini’ veri alır.
CAMİAYA BORCUM GEREĞİ...
Buna paralel olarak bir gazetenin meşruiyet açısından dökülen haberi nihayette o ‘taşıyıcı’ gazetenin kendi işleviyle yeniden tanımlanmasına neden olur ama o habere hak ettiğinden fazla teveccüh gösterilmesi Hareket’i yaralayabilir. Çünkü bu teveccühün salt siyasi motif üzerinden okunma ihtimali yüksektir ve yaşanmakta olan gerilim ortamında, dışarıdan izleyen herkesin giderek daha kolaycı ve siyasi bakmaya eğilimli olacağını tahmin etmek zor değil.
Yaşanmakta olan sürecin geleceğe olan izdüşümü dershane konusunun nasıl çözüldüğüyle sınırlı kalmayacak. Bütün tarafların yeniden ve siyasi bir bağlam içinde tanımlanmasıyla sonuçlanacak. Bu konuda tercih beyan etmek bana düşmez… Ama tercih ne olursa olsun, bunun sorumluluğunun ciddiyetle taşınması konusunda basit bir hatırlatmanın bu camiaya borcumun gereği olduğunu düşünüyorum…