Eski spiker, yeni yazardan bomba sözler: Biat etmek istemediğim için ekranda yokum!
Sözcü Gazetesi usta röportajcısı ve çiçeği burnunda yeni yazarı, ünlü televizyoncu Özlem Gürses Medyaradar’dan Alev Gürsoy’a konuştu. Gürses, hem medyayı hem de Sözcü Gazetesini anlattı. Çok çarpıcı açıklamaları vardı.
Ekran kişisi, gazeteci, iyi evlat, iyi anne, iyi eş ve çok iyi bir dost! Bu haftaki konuğumu sanırım size anlata anlata bitiremeyebilirim. Bu kez konuğum Sözcü Gazetesi’nin usta röportajcısı ve yeni yazarı Özlem Gürses…
Uzun yıllardır tanırım Özlem Gürses’i… Soyadı gibi gür çıkar sesi. Haksızlıklara tahammül edemez… Vicdanlı, duyarlı, dürüst daha önemlisi medyada hiç alışık olmadığınız kadar dosttur. Bir dönemin ekrana en yakışan ismiydi o. Sunduğu haberler, yaptığı programlarla izleyiciden büyük alkış alırdı, gel gelelim ekranlara uzun bir süre ara verdi. En son Artı 1 isimli televizyonda gördük kendisini, usta gazeteci Uğur Dündar ile birlikte Türkiye gündemini yorumladılar. Kısa sürede kurulan kanalın reytinglerini Mustafa Hoş’un da omuz atmasıyla adeta uçurdular. Tabii o kadroda ben de olduğum için onu çok daha yakından tanıdım ki öncesinde de zaten tanıyordum… Özlem’le birebir çalışan onun ne kadar işinde başarılı ve titiz olduğunu bilir. Medyada dost sahibi olmak hiç de kolay değildir, zemin çok kaygandır, arkanı kimseye bir an olsun dönemezsin, ama o öyle değildir. Sırtımı hiç tereddüt etmeden dönebileceğim nadir isimlerden biri o.
Ekranda görmeye alışık olduğumuz başarılı ekran yüzü Özlem Gürses, artık görsel basında olmasa da gazeteciliğe devam ediyor. Bu kez yazılı basında da başarıdan başarıya koşuyor. Tirajları her geçen gün yükselen Sözcü Gazetesi’ne onunla birlikte yeni bir renk geldi.
Gazetede ses getiren röportajlar yapan Gürses artık haftada 2 gün de köşe yazıları ile Sözcü okurları ile buluşacak. Röportajımızda medyanın dününü, bugününü konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde Cizre’ye giden Özlem, orada neler yaşadığını ve bizzat şahit olduğu olayları anlattı.Kendisi muhalif olduğunu kabul etmiyor. O cümleden de nefret ediyor. Medyayı ise sorunlu buluyor. Kendisini çok sevsem de sorularımda torpil yapmadım, o da zaten bunu bildiği için bu röportaj teklifimi kabul etti. Şimdi ben aradan çekiliyorum sizleri Sevgili Özlem ile baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar diliyorum. Güneşli güzel günler sizinle olsun… Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
“ONLARIN MANŞETLERİNİ ATMAYAN HERKES VATAN HAİNİ”
Öncelikle geçtiğimiz günlerde yaşanan ve hepimizi derinden üzen o vahim olayla, yani Ahmet Hakan’a yönelik gerçekleştirilen saldırı ile başlamak istiyorum, neler düşünüyorsun?
Şaşılacak bir şey yok. Son 7-8 yıldır iktidar partisi ve onun temsilcileri tarafından medyaya karşı tırmandırılan bir öfke iklimi hâkim, sürekli bir hain yaratma projesi var. Onların fikirlerini paylaşmayan, yazmayan, onların manşetlerini atmayan herkes onlara göre vatan haini. Soru soran, düşünen, soru sorma cesareti gösteren herkes potansiyel vatan haini, terörist. Ben bunu bekliyordum, geç bile oldu bu saldırı… Sadece Ahmet’e değil; ben daha bir sürü kişiye böyle saldırılar yapılacağından endişe duyuyorum. Kötü bir iklim var.
Biz bunu seneler önce ekranlara çıkıp: “Arkadaşlar basın üzerine büyük bir baskı kurulmaya çalışılıyor, çok büyük bir sansür süreci başladı. İnsanlar telefon açıp; hangi haber nasıl yayınlanacak, hangi alt yazı atılacak, nasıl manşetler düşülecek bunları bile dikte ediyorlar” dediğimizde “Amma abartıyorsunuz” diyorlardı, uğramadığımız hakaret kalmıyordu. Bugün gördük ki söylediğimiz her şey doğruymuş, hatta feriştahı varmış, Bakınız bunun en büyük örneği Alo Fatih’ler, medyayla ilgili internete düşen o dehşet verici tapeler, ve yaşadıklarımız.
“SORUN SADECE MEDYADA DEĞİL HER ALANDA”
Bu anlattıklarının tanımı tam olarak ne, biz neyi yaşıyoruz?
Türkiye’de sadece medya değil, ekonomide de, yargıda da, içişlerinde de aklına gelecek her alanda kamuda, bürokrasi de bir otoriterleşme, diktatörleşme ve bir tek adamlık yaşıyoruz. Bunun başka bir tanımı olamaz.
“BİAT ETMEK İSTEMEDİĞİM İÇİN EKRANDA YOKUM”
Eğitim durumun çok iyi, ekranda çok iyisin ve izleyicilerin seni seviyordu ama ekranlardan uzun bir zamandır uzaksın neden, herhangi bir baskı mı seni bu noktalara getirdi?
O benim tercihim. Tabii ki bir baskı yaşadım. İstesem kalabilirdim ekranlarda ama ben kalıp biat etmek istemedim. Susabilirdim, kendi köşeme çekilebilirdim. Birçok arkadaşımın mecbur kalarak yaptığı gibi idare etmeye çalışıp, bugünlerin geçmesini de bekleyebilirdim ama ben böylesini tercih ettim. Çünkü biat etmek benim yapıma ters.
“ÜÇ KURUŞLUK İTİBARLARI KALMADI”
Ekrandayken hiç o baskıyı üzerinde hissettiğin anlar oldu mu?
Elbette. Habertürk’te mesela Yiğit Bulut’tan önce de bir baskı vardı ama Yiğit Bulut’tan sonra çok daha fecisini yaşadık. Çağıracağımız konuktan tut da, o konuğa soracağımız sorular ve ekrana yazacağımız alt yazlara kadar her şeye karışan bir medya temsilcisi sistemi vardı hep Ciner Medyada. O kişiler Ciner’de de var, başka guruplar da ve hala var olmaya devam ediyorlar… Fakat insanların anlamadığı, göremediği şu; bu gazeteler okunmuyor, bu televizyonlar izlenmiyor. Daha da fenası üç kuruşluk itibarları kalmadı.
Canım sen de önüne ne konuyorsa sunsaydın, okusaydın haberini, çekilseydin köşene. Haber spikeri haberi okur geçer diyenler olacaktır. Buna ne dersin?
Olmazdı o, çünkü benim her şeyden önce kendime vereceğim bir hesap var, bir vicdan muhasebem var. Önüme konanın, yalanı dolanı okuyamazdım, hayat seçimlerden ibaret ben de seçimimi böyle yaptım. Bir kere ben haber spikeri değildim. Ben gazetecilikten, muhabirlikten yani sahadan gelen biriydim. Gazeteciliğin temel unsuru muhabirliktir ve hala da muhabirlik yapmaya devam ediyorum. Bana sorarsan dünyanın en zevkli, en heyecanlı en şerefli ve her şeye tanıklı eden mesleğidir o. Ekranda olduğumda da kendimi öyle gördüm. Kendimi hiçbir zaman kendimi spiker olarak kabul etmiyorum, ekran kişisi diyebilirsin ya da televizyon gazetecisi. Ben şu anda doğru yerde, doğru insanlarla çalıştığımı düşünüyorum.
“MUHALİF LAFINDAN NEFRET EDİYORUM”
Muhalif misin?
Hayır, muhalif değil, gazeteciyim ben. Bu muhalif lafından da nefret ediyorum. Kavramların içinin boşaltıldığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Ayrıca herkesin bir eleştiri hakkı var, bunun adı muhaliflik olamaz. Ben muhalif falan değil. Sadece merak ediyorum, bir gazetecinin temel görevi nedir? Soru sormaktır, ben de iktidar sahiplerine, Türkiye’yi yönetenlere, güç sahiplerine, devleti yönetenlere soru sormak istiyorum ama maalesef artık soru soramadığımız günlerden geçiyoruz.
Mesela neler sormak istiyorsun da soramıyorsun?
*Örtülü ödenekten son 13 yılda ne tür bir bütçe, hangi amaçlarla kullanıldı?
*Türkiye’de son 8-10 yıl içinde kaç işçi, hangi nedenlerle yaşamını yitirdi?
* Kadın ve Aile’den sorumlu Devlet Bakanlığı, sokakta her gün öldürülen kadınlarla ilgili ne tür çalışmalar yaptı, ne sonuçlar aldı?
*Ruhsatsız bir sarayda oturan Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa’ya göre tarafsızlığını korumak zorunda, niye korumuyor? Bunu sormak istiyorum…
*Seçim yaptık ve bu seçim neden yok sayıldı?
*Çözüm sürecinde masa neden devrildi, bugüne kadar ne pazarlıklar yapılmıştı ve ne değişti de o masa devrildi.
“HESAP VERECEKLERİ GÜNLER GELECEK”
Bunları sorabilecek misin?
Elbette o günler gelecek. Hiç şüphen olmasın. Türkiye’de sadece benim gazeteci olarak bu soruları sorabileceğim günler değil, aynı zamanda kamuoyunun vicdanında bugün bu memleketi bu içler acısı hale getiren tüm erk sahiplerinin hesap vereceği günler gelecek. Hiç şüphen olmasın.
“İKTİDARIN EN BÜYÜK SORUNU SAMİMİYET”
Az önce çözüm süreci dedin de. Çözüm süreci sence neden buzdolabına kondu ve sen o süreci samimi buluyor muydun?
Bence bu iktidarın zaten en büyük sorunu samimiyet problemi… Sadece çözüm süreci değil ele aldıkları her konuda bu sorun var. Bana sorarsan inanç özgürlükleri ve İslamiyet ile ilgili de çok ciddi samimiyet sorunları var. Bugün din adına, İslamiyet adına yaptıkları söyledikleri uygulamaların ne dinle, ne ahlakla hiçbir şekilde ne bir açıklaması var, ne bir yeri var. Alevi açılımı mesela samimi miydi, bence hiç değildi! Geldiğimiz noktada hiçbir sonuç üretilemedi. Kadınlarla ilgili heyetler toplandı, ne oldu? Bugün her gün onlarca kadın sokaklarda öldürülüyor. Kürt açılımı dedik, çözüm süreci dedik şu an iç savaşın eşiğindeyiz. Bunun bir sonraki aşaması Batı’da da sokakta da insanların birbirini öldürdüğü bir gündeme gelmek.
“NEDEN ÖCALAN?”
Çözüm süreci bitmeli miydi sence?
Asla bitmemeliydi. Adı çözüm süreci olan o süreç bitmemeli ama şekli şemalı değişmeliydi. Türkiye Cumhuriyet’inin bütün sorunlarını çözecek irade TBMM’dedir. Şeffaf, uzlaşmayla her parti dinlenilmeli ve her biri muhatap alınmalı bu konu parlamentoda çözülmeliydi. Bugün Kürtlere de şunu sormak istiyorum, neden Türkiye Cumhuriyet’inin temsilcileri ister Cumhurbaşkanı, ister Başbakan, hangi makamda otururlarsa otursunlar; çözüm süreci adını verdikleri bu barış sürecini Türkiye’de bugün 6 milyon seçmenin legal yani yasal oylarını almış ve sadece Kürtler’den değil Türkler’den de oy almış HDP’nin Genel Başkanı ve yöneticileri ile değil de bir adaya hapsettikleri, kim olduğu hakkında hala hepimizin büyük soruları olan bir örgütün eski lideri olan Öcalan ile yürütüyor, neden? Bugün Öcalan hapisten çıksa ve bir parti kursa yüzde 13 buçuk oranında oy alabilir mi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından? Öcalan’ın kuracağı herhangi bir parti Kürt siyasi hareketini temsil edecek herhangi bir oy alabilir mi? Mümkün değil. HDP’ye oy veren hangi Türk gider de Öcalan’ın kuracağı herhangi bir partiye oy verir, bu imkânsız. O halde neden bu ülke ve bu ülkeyi yöneten kişiler bu süreci seçilmiş bir partinin genel başkanı ve yöneticileri ile değil de böyle biri ile götürüyor. Kürtlerin bunu kendine sorması gerekir bence.
“EN BÜYÜK ENDİŞEM SUİKASTE KURBAN GİTMELERİ”
Ama HDP de süreci Öcalan ile götürüyor…
Bir tarafta yüzde 13 alan bir parti, diğer tarafta silahlı bir örgütten bahsediyorsun. Onlarla bu süreci nereye kadar götürebilirsin? Ama HDP bunu yapabilir ve onlarla da görüşmek zorunda. Arada köprü. Kopamazlar… Benim bu seçim sürecinde en büyük endişem: HDP’nin genel başkanı Sayın Demirtaş ve temsilcilerinin Kürt hareketi içindeki kirli bir kanat tarafından öldürülmesi.
Çözüm süreci neden sona erdi sence?
Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum… Kimsenin de bildiğini düşünmüyorum.
“CİZRE’YE GİTTİM ÇÜNKÜ”
Riskli bir dönemde, ortalık bu kadar karışıkken, Cizre’ye gittin geçtiğimiz günlerde. Peki, orada ne gördün?
Yo hiç de riskli değildi. Evet, bir sokağa çıkma yasağı vardı ama ben hiç endişe duymadım, neden duymadığımı da söyleyeyim. Çünkü ben eğer bu ülkede doğduysam, yaşıyorsam, bu ülkenin okullarında okuduysam, çalışıp para kazandıysam bu ülkenin her santimetre karesine de gitme özgürlüğüm ve sorumluluğum var diye düşünüyorum.
“HAVUZ MEDYASI VE ŞEMS’İN MEDYASI BİZE DOĞRUYU SÖYLEMİYOR”
Ekranlarda izlediklerimiz ile orada gördüklerin arasında farklar var mı?
Çok fark var. Şunu sana net olarak söyleyebilirim. Bir kez ana akım medyanın temsilcileri şu anda bulundukları pozisyon itibari ile orada yaşanan gerçekliğin tamamını yansıtmakta bir zaaf içindeler. Çünkü hem Hürriyet hem Sözcü, hem Fox TV gibi şu dönemin en cesur yayın organlarını oluşturan o küme şu anda PKK soruşturması, kovuşturması altında. Sözcü gibi bir gazete bile PKK’nın sözcüsü adı altında PKK kovuşturması geçiriyor. Bu inanılır gibi değil. Hürriyet dersen kara bulutlar hiç başlarından eksilmiyor, Fox TV’deki arkadaşlarımızın tepesinde sürekli Demokles’in kılıcı sallanıyor. Dolayısı ile her şeyi veremeyebilirler. Diğer medyaya zaten inanmıyorum. Havuz medyası bize şimdiye kadar neyi doğru söyledi ki? Kabataş olayında nasıl bir yalan söylediklerini görmediniz mi? Alevi meselesinde yine öyle. Bize Suriye meselesinde de, Kürt meselesinde de yalan söylediler. Ekonomide bize nasıl yalan söylediklerinin bugün sonuçlarını görebiliyoruz. Onlara şimdi kalkıp da nasıl inanabiliriz ki? Bize bugüne dek hiç doğruyu söylememiş bir yönetimin biatı altındaki havuz medyası, şems medyasının doğru söylemediğini bildiğimiz için ben de kalkıp gittim oraya.
“AKP’YE ORADAN ARTIK TEK BİR ADET OY ÇIKMAZ”
Ne gördün orada?
Bölgenin gerçeklerini gördüm. Sana şunu net olarak söyleyebilirim; ne bu seçim de ne de bundan sonra yapılması beklenen bir başka seçimde o bölgeden AKP’ye tek bir adet oy çıkma ihtimali yok. Oradaki halkın birbirlerine tutkunluğu çok enteresan, çok bağlılar. AKP’ye de çok kızgınlar… Kandırıldıklarını düşünüyorlar. Bugün her şeyin bir yalan olduğunu, her şeyin bir siyasi hesapla yapıldığını, pazarlık konusu olduğunu, her şeyin tamamen tek bir kişinin ve ailesinin kurtuluşu üzerine kurulmuş bir yeni Türkiye meselesi olduğunu görüyorlar. Mardin sokaklarında, Diyarbakır Sur’da, Cizre’de her yerde duvarlarda hırsız AKP yazıyor. Yani hiçbir şekilde o bölgeden artık Tayyip Erdoğan’ın temsilcisi göründüğü bir AKP ‘ye oy çıkmaz. İnsanlar oralarda artık Sözcü okumaya başlamış.
O kadar değildir…
İnan o kadar…
Sözcü’yü faşist buluyorlarmış bölgede…
Bu sadece o bölgeye mahsus değil. Beyaz Türkler arasında da öyle görenler var. Hiç de katılmıyorum… Eğer faşizmden söz edeceksek Türkiye’de havuz medyası adı altında rezil yayınlar yapan, sakil gazeteler çıkaran o medyanın tamamıdır faşist olan. Gazeteci, yazarlar için “Bunları dövün, sinek gibi ezin, sokaklarda ağızlarını burunlarını kırın” çağrıları yapanlar ve bu yönde manşetler atanlardır faşist olan. Sözcü kendine göre bir dünya görüşü ve yaklaşımı olan, Türkiye’nin hiç şüphesiz en cesur gazetesi. Bu konuda hiçbir tereddütüm yok.
“SÖZCÜ’NÜN ÜSLUBU SERT ÇÜNKÜ…”
Sözcü’nün üslubunu çok sert bulanlar da var. Sen ne düşünüyorsun o ailenin bir ferdi olarak?
Evet, üslubu çok sert. Ama Türkiye çok sert. Türkiye’de hayat artık marjinalleşti. Liderler bile sert, siyasetin dili sert. AKP bu sertlikten senelerce beslendi. Bir tek göze Sözcü’nün dili mi batıyor. Tabii diğer gazeteler ortalık güllük gülistanlık şeklinde yalan manşetler atınca, Sözcü de doğruları yazınca, üslubu sert geliyor diğerlerine. Sözcü, Türkiye için olmazsa olmaz gazetelerden biri, kendim orada çalıştığım için değil, bu ülkenin bir ferdi olarak bunu söylüyorum. Ülke olarak dipteyiz. İnsanlar artık birbirine nefretle bakar oldu. Normalleşmekten başka çaremiz yok. İnsanlar artık iki kelime laf edemez oldu. Sosyal medyada en matrak halinle iki satır bir şey yazsan 800 trol üzerine ana avrat küfretmek suretiyle sana izansız bir şekilde saldırıyor. Böyle bir ülkede yaşanmaz, nefes alınmaz, burada âşık olamaz, çocuğunu büyütemezsin. İş yapamazsın, geçimini sağlayamazsın. Böyle bir ülke olmaz. Siyasi olarak dipteyiz, ekonomide dipteyiz, dış ilişkilerde dipteyiz, özgürlüklerde dipteyiz. Bu böyle gitmez.
“ŞÜKÜR BİRBİRİMİZİ ÖLDÜRMÜYORUZ”
İçimizi kararttın. Ülke olarak hiç mi iyi olduğumuz yerler yok?
İyi olduğumuz tek bir yer var. Nasıl oluyor bilmiyorum inan ama bunca şiddet iklimi ve bunca insanlarını birbirine sürekli hakaret etmesine rağmen hala sokaklarda birbirimizi öldürmüyoruz. Bu çok iyi bir şey. Bundan birkaç hafta HDP’nin ilçe binalarına saldırmaya başladıklarında ben dedim ki; “Bitti” İstanbul’da Bursa’da, İzmir gibi yerlerde artık insanlar birbirini vurmaya başlayacak. O derece korktum. Şükür ki daha oralara gelmedik. Ben Türk seçmenine güveniyorum yine de.
“O LİDER TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK BİR ŞANS”
Peki, siyasi liderlerin tavrını nasıl buluyorsun?
Allah Selahattin Demirtaş’a uzun ömürler versin. Müthiş sükûnetle, elinden geldiğince kendi dar alanında bence önemli hareketler yapıyor. Allah Kılıçdaroğlu’na da uzun ömürler versin. Bugün CHP gibi son derece sıkıntılı olabilecek bir partiyi toparladı. Her siyasi parti ve herkesle konuşabilerek büyük bir alan yarattı kendine. Bugün herkesle konuşabilen bir siyasi lider vardır ülkede o da Kemal Kılıçdaroğlu. AKP’yle de konuşuyor. Kürtlerle de, MHP’yle de. Ne kadar önemli ir pozisyon ve Türk siyaseti açısından çok büyük bir şans. Allah Devlet Bahçeli’ye de uzun ömürler versin. Her ne kadar Meclis başkanlığı seçiminde bizi hayal kırıklığına uğratsa da, bugün kendi kitlesini her şeye rağmen büyük bir sükûnet ve sorumlulukla tutuyor ve yönetiyor olması bizim büyük şansımız. Davutoğlu’na da teşekkür etmemiz lazım. Çünkü ben Türkiye Cumhuriyet’inin bir vatandaşı olarak inanıyorum ki, AKP-CHP koalisyonunu ülkede en çok kurmak isteyen Davutoğlu’ydu ama yapamadı. Nedenini de zaten herkes biliyor.
“ÇOK ŞATAFATLI, GÖRKEMLİ BİR MAĞLUBİYETE UĞRADILAR”
1 Kasım’dan beklentin ne?
Aynı sonuç çıkar. Hiçbir şey değişmez. AKP’nin tek başına iktidar olması için HDP’nin baraj altında kalması lazım. Bu da şu şartlar altında imkânsız görünüyor. Zaten bütün hesaplar HDP’yi baraj altında bırakmak için. Ama ben HDP’nin baraj sorunu olduğunu düşünmüyorum. Dolayısı ile AKP’ye hiçbir şekilde tek başına iktidar yok. Levent Gültekin’in Şatafatlı mağlubiyet kitabı var. AKP’nin durumu buna çok uygun. Tam olarak öyle. Çok şatafatlı, çok görkemli büyük bir mağlubiyete uğradılar. 1 Kasım’da aynı tablo çıkarsa, çok uzun bir süre İslamcı siyasi hareketler Türkiye’de bir karşılık bulamayacaklar. Herkes dersini aldı.
“O GÜN HEP BİRLİKTE SARAY ÖNÜNDE OTURMALIYIZ”
Ya tam tersi olursa?
Tam tersi olursa hep birlikte gidip Saray’ın önünde oturmamız lazım bence. Sandıktan çıkan iradeye elbette saygılıyız ama ben oyların AKP’ye gitmeyeceğinden eminim. Doğu ve Güneydoğu’daki manzaraya bizzat şahit oldum. Benim korkum seçimin olmama ihtimali. Herkesin endişesi de bu zaten. İşte o zaman herkesin Ankara’ya gitmesi lazım. Yürüyerek, koşarak, atalara binerek. Sen eğer İki kere seçmenin iradesini yok sayarsan, bu ülkenin parlamentosunu yok sayarsan, milli iradeyi ve seçmeni yok sayarsan orası artık çıkmaz sokak. Ve hepimizin sokağa çıkması lazım işte o noktada…
“DEMİRTAŞ’I BEĞENİYORUM, HDP’YE OY VERMEDİM”
Terör git gide tırmanıyor. Her gün şehit haberleri geliyor, HDP’ye giden bu emanetçi oyların akıbet ne olur? Bir de sen hiç emanet oy verdin mi?
Kime verdiğimi etik olarak söylemeyeceğim ama kime vermediğimi söyleyebilirim. Bu son seçimde HDP’ye oy vermedim ama Türkiye siyasetinde son dönemde beğenerek takip ettiğim bir lider Selahattin Demirtaş. Omuzlarında çok büyük bir sorumluluk var. Sadece Kürt siyasetini temsil açısından değil aynı zamanda kendisine gelen Türk oylarının temsilcisi noktasında da çok önemli. Bunu olabildiğince en iyi şekilde idare etmek durumunda olduğunu görüyorum. Samimi buluyorum Selahattin Demirtaş’ı… Daha cesur olmasını hepimiz isteriz. PKK bir terör örgütüdür net bir şekilde söylemesi gerekir ama niye yapamadıklarını anlamak için batıdakilerin doğuya gitmesi gerekir. Orayı görmeden orayı yaşamadan öyle yapma da, şöyle yap demek kağıt üstünde kolay ama oraya gidince iki ateş arasındaki pozisyonu gördüğün zaman ne kadar zor olduğunu biraz daha iyi anlıyorsun. Siyaset seçmenin iradesi ile şekillenir.
Senin de üslubun çok sert. Muhalif değilim diyorsun ama korkmuyor musun ya başıma bir şey gelirse diye?
Hiç korkmuyorum ayrıca insanların o korkuyla yaşadıkları dönemi çoktan aştıklarını düşünüyorum. Neden korkacağım, bana mı kalmış korkmak? İnsanlar bu ülkede zindanlarda öldüler, niye yargılandıklarını bilemeden öldüler, sokak ortasında öldürüldüler. İşsiz kaldılar, dövüldüler, hedef gösterildiler, terörist, vatan haini ilan edildiler. O kadar bedel ödeyen insan varken bizim korkmamız ayıp olur. Bu kadar herkes her şeyi görüyor ve farkında ki hiçbir şey sır değil artık Türkiye’de. İnsanların bu gerçekleri kabullenmesi biraz zaman aldı ama ben AK Parti içinde de çok büyük bir çözülme olduğunu düşünüyorum. Biz bunu şimdi görmüyoruz ama çok yakın zamanda 2 Kasım sabahı itibarıyla bunu çok net görebileceğimizi sanıyorum.
Peki, o zaman ekranlara döner misin? İzleyicileri kendinden mahrum ettin…
Estağfurullah, ben izleyicileri mahrum etmedim aslında ben kendi işimi yapamamanın büyük üzüntüsü ve acısı içindeyim. Benim mesleğim Türkiye’de çok talihsiz bir döneme denk geldi. Hepimiz onu yaşadık. Mesleğimin ilk 6-7 yılı Türkiye’de haberciliğin harika yapıldığı yıllardı. Bu bana çok şey verdi. İlk mesleğe 95’te başladım. Susurluk skandalının patladığı zamanlardı. O zaman neler yapabildik, neler yazabildik bir bilsen, fakat bugün hiçbirini yapamıyoruz. Ama öyle bir dönem ki bu yıllar, hain devşirme yetiştirme dönemi bu yıllar. Çok karanlık bir devir medya açısından. Bu dönemin kitabı da yazılacaktır hatta proje olarak bu işe başladım bile “Medyada AKP’liler” diye. Bunun belgeseli bile çekilecektir. Sadece Gezi dönemini anlatsak o bile yeter medyada ne olup bittiğini anlatmak için. Tabi büyük umutlarla büyük heyecanla başladığım mesleğimi ekranlarda sürdürememek üzücü bir şey benim için. Ama ben artık 45 yaşımı bitirdim artık. Türkiye’de kadın gazeteciler için özellikle ekran önündekiler için çok kritik yaştır 45. Ne yazık ki hala bizi vitrin malzemesi olarak kullanıyorlar. Buna aslında çok şey kattı ekranda olmadığım süreç, başka yollardan da gazetecilik yapmanın yollarını öğretti. Yazılı basında çalışmak, dijital medyada haber yapmak, sosyal medyada yazmak, internet mecrası ile çalışmak gibi birçok yolu gösterdi bu süreç bana. Ama eminim günün birinde ben de kendi mesleğime geri döneceğim.
“SÖZCÜ’DE DAHA TEK GÜN SANSÜRE UĞRAMADIM”
Sözcü’yü çok cesur buluyorsun da mutlu musun orada olmaktan?
Çok mutluyum. Niye mutlu olduğumu da söyleyeyim, iyi insanlarla çalışıyoruz Sözcü’de. Dışarıdan baktığınızda bizim manşetlerimizi sert bulabilirler, dilimizi sert bulabilirler, hep katıldığım doğru bulduğum işler mi yapılıyor gazetemde? Hayır. Herkes her zaman aynı şeyi düşünmeyebilir ama benzer şekilde onların da benim yaptığım işlere zaman zaman katılmadıkları vardır tabi ki de ama bunların tek kelimesine bile dokunmadan yayınladı benim gazetem. Bir kere Sözcü’nün bu pozisyonunu çok seviyorum. Gönderdiğim hiçbir yazı, hiçbir röportaj bugüne kadar hiçbir sansüre uğramadı. Virgüle, noktasına, kelimesine dokunmadan yayınladılar. Canım kiminle istiyorsa onunla röportaj yaptım. Hiçbir yönlendirmeye maruz kalmadım. Bunlar çok büyük lüksler ama daha çok önemlisi birlikte çorba içmekten hoşlandığım bir ekiple çalışıyorum. Medya plazalarında bu ortam yok. Büyük medya akımlarında bunlar yok orada başka ilişkiler var.
Çok güzel röportajlar yapıyorsun beni de kıskandırıyorsun, hayalindeki kim, kim gibi olmak istiyorsun ve kiminle röportaj yapmak istiyorsun? Mesela benim hayalimde Tayyip Erdoğan’la röportaj yapmak var…
Estağfurullah. Röportajın iyi olması röportajcıyla alakalı bir şey değil karşınızdaki kişiyle alakalı. Sana böyle sansürsüz röportaj veremeyen birisiyle çok zor. Ben doğrusu yaratıcı insanlarla röportaj yapmak isterdim. Ne bilim film yönetmenleriyle, dünyanın düşünce sistemini değiştirmiş bir ressamla, değerli bir buluş bulmuş bilim insanı ile, benim için onlar daha önemli. Siyasetçiler o kadar önemli değil, onlar gelip geçici. Amerikan başkanı bile gelip geçici. O yüzden ben dünyaya katkı sağlamış ve değişime yol açanlarla konuşmak isterim.
Bana bu güzel röportaj için vakit ayırdığın için sana çok teşekkür ediyorum…
Uzun yıllardır tanırım Özlem Gürses’i… Soyadı gibi gür çıkar sesi. Haksızlıklara tahammül edemez… Vicdanlı, duyarlı, dürüst daha önemlisi medyada hiç alışık olmadığınız kadar dosttur. Bir dönemin ekrana en yakışan ismiydi o. Sunduğu haberler, yaptığı programlarla izleyiciden büyük alkış alırdı, gel gelelim ekranlara uzun bir süre ara verdi. En son Artı 1 isimli televizyonda gördük kendisini, usta gazeteci Uğur Dündar ile birlikte Türkiye gündemini yorumladılar. Kısa sürede kurulan kanalın reytinglerini Mustafa Hoş’un da omuz atmasıyla adeta uçurdular. Tabii o kadroda ben de olduğum için onu çok daha yakından tanıdım ki öncesinde de zaten tanıyordum… Özlem’le birebir çalışan onun ne kadar işinde başarılı ve titiz olduğunu bilir. Medyada dost sahibi olmak hiç de kolay değildir, zemin çok kaygandır, arkanı kimseye bir an olsun dönemezsin, ama o öyle değildir. Sırtımı hiç tereddüt etmeden dönebileceğim nadir isimlerden biri o.
Ekranda görmeye alışık olduğumuz başarılı ekran yüzü Özlem Gürses, artık görsel basında olmasa da gazeteciliğe devam ediyor. Bu kez yazılı basında da başarıdan başarıya koşuyor. Tirajları her geçen gün yükselen Sözcü Gazetesi’ne onunla birlikte yeni bir renk geldi.
Gazetede ses getiren röportajlar yapan Gürses artık haftada 2 gün de köşe yazıları ile Sözcü okurları ile buluşacak. Röportajımızda medyanın dününü, bugününü konuştuk.
Geçtiğimiz günlerde Cizre’ye giden Özlem, orada neler yaşadığını ve bizzat şahit olduğu olayları anlattı.Kendisi muhalif olduğunu kabul etmiyor. O cümleden de nefret ediyor. Medyayı ise sorunlu buluyor. Kendisini çok sevsem de sorularımda torpil yapmadım, o da zaten bunu bildiği için bu röportaj teklifimi kabul etti. Şimdi ben aradan çekiliyorum sizleri Sevgili Özlem ile baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar diliyorum. Güneşli güzel günler sizinle olsun… Sevgiyle kalın…
RÖPORTAJ: ALEV GÜRSOY CİMİN
TWİTTER: gazetecialev
Mail: alevgursoy2008@gmail.com
Fotoğraflar: Emrah Yeşilduman
“ONLARIN MANŞETLERİNİ ATMAYAN HERKES VATAN HAİNİ”
Öncelikle geçtiğimiz günlerde yaşanan ve hepimizi derinden üzen o vahim olayla, yani Ahmet Hakan’a yönelik gerçekleştirilen saldırı ile başlamak istiyorum, neler düşünüyorsun?
Şaşılacak bir şey yok. Son 7-8 yıldır iktidar partisi ve onun temsilcileri tarafından medyaya karşı tırmandırılan bir öfke iklimi hâkim, sürekli bir hain yaratma projesi var. Onların fikirlerini paylaşmayan, yazmayan, onların manşetlerini atmayan herkes onlara göre vatan haini. Soru soran, düşünen, soru sorma cesareti gösteren herkes potansiyel vatan haini, terörist. Ben bunu bekliyordum, geç bile oldu bu saldırı… Sadece Ahmet’e değil; ben daha bir sürü kişiye böyle saldırılar yapılacağından endişe duyuyorum. Kötü bir iklim var.
Biz bunu seneler önce ekranlara çıkıp: “Arkadaşlar basın üzerine büyük bir baskı kurulmaya çalışılıyor, çok büyük bir sansür süreci başladı. İnsanlar telefon açıp; hangi haber nasıl yayınlanacak, hangi alt yazı atılacak, nasıl manşetler düşülecek bunları bile dikte ediyorlar” dediğimizde “Amma abartıyorsunuz” diyorlardı, uğramadığımız hakaret kalmıyordu. Bugün gördük ki söylediğimiz her şey doğruymuş, hatta feriştahı varmış, Bakınız bunun en büyük örneği Alo Fatih’ler, medyayla ilgili internete düşen o dehşet verici tapeler, ve yaşadıklarımız.
“SORUN SADECE MEDYADA DEĞİL HER ALANDA”
Bu anlattıklarının tanımı tam olarak ne, biz neyi yaşıyoruz?
Türkiye’de sadece medya değil, ekonomide de, yargıda da, içişlerinde de aklına gelecek her alanda kamuda, bürokrasi de bir otoriterleşme, diktatörleşme ve bir tek adamlık yaşıyoruz. Bunun başka bir tanımı olamaz.
“BİAT ETMEK İSTEMEDİĞİM İÇİN EKRANDA YOKUM”
Eğitim durumun çok iyi, ekranda çok iyisin ve izleyicilerin seni seviyordu ama ekranlardan uzun bir zamandır uzaksın neden, herhangi bir baskı mı seni bu noktalara getirdi?
O benim tercihim. Tabii ki bir baskı yaşadım. İstesem kalabilirdim ekranlarda ama ben kalıp biat etmek istemedim. Susabilirdim, kendi köşeme çekilebilirdim. Birçok arkadaşımın mecbur kalarak yaptığı gibi idare etmeye çalışıp, bugünlerin geçmesini de bekleyebilirdim ama ben böylesini tercih ettim. Çünkü biat etmek benim yapıma ters.
“ÜÇ KURUŞLUK İTİBARLARI KALMADI”
Ekrandayken hiç o baskıyı üzerinde hissettiğin anlar oldu mu?
Elbette. Habertürk’te mesela Yiğit Bulut’tan önce de bir baskı vardı ama Yiğit Bulut’tan sonra çok daha fecisini yaşadık. Çağıracağımız konuktan tut da, o konuğa soracağımız sorular ve ekrana yazacağımız alt yazlara kadar her şeye karışan bir medya temsilcisi sistemi vardı hep Ciner Medyada. O kişiler Ciner’de de var, başka guruplar da ve hala var olmaya devam ediyorlar… Fakat insanların anlamadığı, göremediği şu; bu gazeteler okunmuyor, bu televizyonlar izlenmiyor. Daha da fenası üç kuruşluk itibarları kalmadı.
Canım sen de önüne ne konuyorsa sunsaydın, okusaydın haberini, çekilseydin köşene. Haber spikeri haberi okur geçer diyenler olacaktır. Buna ne dersin?
Olmazdı o, çünkü benim her şeyden önce kendime vereceğim bir hesap var, bir vicdan muhasebem var. Önüme konanın, yalanı dolanı okuyamazdım, hayat seçimlerden ibaret ben de seçimimi böyle yaptım. Bir kere ben haber spikeri değildim. Ben gazetecilikten, muhabirlikten yani sahadan gelen biriydim. Gazeteciliğin temel unsuru muhabirliktir ve hala da muhabirlik yapmaya devam ediyorum. Bana sorarsan dünyanın en zevkli, en heyecanlı en şerefli ve her şeye tanıklı eden mesleğidir o. Ekranda olduğumda da kendimi öyle gördüm. Kendimi hiçbir zaman kendimi spiker olarak kabul etmiyorum, ekran kişisi diyebilirsin ya da televizyon gazetecisi. Ben şu anda doğru yerde, doğru insanlarla çalıştığımı düşünüyorum.
“MUHALİF LAFINDAN NEFRET EDİYORUM”
Muhalif misin?
Hayır, muhalif değil, gazeteciyim ben. Bu muhalif lafından da nefret ediyorum. Kavramların içinin boşaltıldığı bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey yok. Ayrıca herkesin bir eleştiri hakkı var, bunun adı muhaliflik olamaz. Ben muhalif falan değil. Sadece merak ediyorum, bir gazetecinin temel görevi nedir? Soru sormaktır, ben de iktidar sahiplerine, Türkiye’yi yönetenlere, güç sahiplerine, devleti yönetenlere soru sormak istiyorum ama maalesef artık soru soramadığımız günlerden geçiyoruz.
Mesela neler sormak istiyorsun da soramıyorsun?
*Örtülü ödenekten son 13 yılda ne tür bir bütçe, hangi amaçlarla kullanıldı?
*Türkiye’de son 8-10 yıl içinde kaç işçi, hangi nedenlerle yaşamını yitirdi?
* Kadın ve Aile’den sorumlu Devlet Bakanlığı, sokakta her gün öldürülen kadınlarla ilgili ne tür çalışmalar yaptı, ne sonuçlar aldı?
*Ruhsatsız bir sarayda oturan Sayın Cumhurbaşkanı Anayasa’ya göre tarafsızlığını korumak zorunda, niye korumuyor? Bunu sormak istiyorum…
*Seçim yaptık ve bu seçim neden yok sayıldı?
*Çözüm sürecinde masa neden devrildi, bugüne kadar ne pazarlıklar yapılmıştı ve ne değişti de o masa devrildi.
“HESAP VERECEKLERİ GÜNLER GELECEK”
Bunları sorabilecek misin?
Elbette o günler gelecek. Hiç şüphen olmasın. Türkiye’de sadece benim gazeteci olarak bu soruları sorabileceğim günler değil, aynı zamanda kamuoyunun vicdanında bugün bu memleketi bu içler acısı hale getiren tüm erk sahiplerinin hesap vereceği günler gelecek. Hiç şüphen olmasın.
“İKTİDARIN EN BÜYÜK SORUNU SAMİMİYET”
Az önce çözüm süreci dedin de. Çözüm süreci sence neden buzdolabına kondu ve sen o süreci samimi buluyor muydun?
Bence bu iktidarın zaten en büyük sorunu samimiyet problemi… Sadece çözüm süreci değil ele aldıkları her konuda bu sorun var. Bana sorarsan inanç özgürlükleri ve İslamiyet ile ilgili de çok ciddi samimiyet sorunları var. Bugün din adına, İslamiyet adına yaptıkları söyledikleri uygulamaların ne dinle, ne ahlakla hiçbir şekilde ne bir açıklaması var, ne bir yeri var. Alevi açılımı mesela samimi miydi, bence hiç değildi! Geldiğimiz noktada hiçbir sonuç üretilemedi. Kadınlarla ilgili heyetler toplandı, ne oldu? Bugün her gün onlarca kadın sokaklarda öldürülüyor. Kürt açılımı dedik, çözüm süreci dedik şu an iç savaşın eşiğindeyiz. Bunun bir sonraki aşaması Batı’da da sokakta da insanların birbirini öldürdüğü bir gündeme gelmek.
“NEDEN ÖCALAN?”
Çözüm süreci bitmeli miydi sence?
Asla bitmemeliydi. Adı çözüm süreci olan o süreç bitmemeli ama şekli şemalı değişmeliydi. Türkiye Cumhuriyet’inin bütün sorunlarını çözecek irade TBMM’dedir. Şeffaf, uzlaşmayla her parti dinlenilmeli ve her biri muhatap alınmalı bu konu parlamentoda çözülmeliydi. Bugün Kürtlere de şunu sormak istiyorum, neden Türkiye Cumhuriyet’inin temsilcileri ister Cumhurbaşkanı, ister Başbakan, hangi makamda otururlarsa otursunlar; çözüm süreci adını verdikleri bu barış sürecini Türkiye’de bugün 6 milyon seçmenin legal yani yasal oylarını almış ve sadece Kürtler’den değil Türkler’den de oy almış HDP’nin Genel Başkanı ve yöneticileri ile değil de bir adaya hapsettikleri, kim olduğu hakkında hala hepimizin büyük soruları olan bir örgütün eski lideri olan Öcalan ile yürütüyor, neden? Bugün Öcalan hapisten çıksa ve bir parti kursa yüzde 13 buçuk oranında oy alabilir mi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından? Öcalan’ın kuracağı herhangi bir parti Kürt siyasi hareketini temsil edecek herhangi bir oy alabilir mi? Mümkün değil. HDP’ye oy veren hangi Türk gider de Öcalan’ın kuracağı herhangi bir partiye oy verir, bu imkânsız. O halde neden bu ülke ve bu ülkeyi yöneten kişiler bu süreci seçilmiş bir partinin genel başkanı ve yöneticileri ile değil de böyle biri ile götürüyor. Kürtlerin bunu kendine sorması gerekir bence.
Ama HDP de süreci Öcalan ile götürüyor…
Bir tarafta yüzde 13 alan bir parti, diğer tarafta silahlı bir örgütten bahsediyorsun. Onlarla bu süreci nereye kadar götürebilirsin? Ama HDP bunu yapabilir ve onlarla da görüşmek zorunda. Arada köprü. Kopamazlar… Benim bu seçim sürecinde en büyük endişem: HDP’nin genel başkanı Sayın Demirtaş ve temsilcilerinin Kürt hareketi içindeki kirli bir kanat tarafından öldürülmesi.
Çözüm süreci neden sona erdi sence?
Bu sorunun cevabını ben de bilmiyorum… Kimsenin de bildiğini düşünmüyorum.
“CİZRE’YE GİTTİM ÇÜNKÜ”
Riskli bir dönemde, ortalık bu kadar karışıkken, Cizre’ye gittin geçtiğimiz günlerde. Peki, orada ne gördün?
Yo hiç de riskli değildi. Evet, bir sokağa çıkma yasağı vardı ama ben hiç endişe duymadım, neden duymadığımı da söyleyeyim. Çünkü ben eğer bu ülkede doğduysam, yaşıyorsam, bu ülkenin okullarında okuduysam, çalışıp para kazandıysam bu ülkenin her santimetre karesine de gitme özgürlüğüm ve sorumluluğum var diye düşünüyorum.
“HAVUZ MEDYASI VE ŞEMS’İN MEDYASI BİZE DOĞRUYU SÖYLEMİYOR”
Ekranlarda izlediklerimiz ile orada gördüklerin arasında farklar var mı?
Çok fark var. Şunu sana net olarak söyleyebilirim. Bir kez ana akım medyanın temsilcileri şu anda bulundukları pozisyon itibari ile orada yaşanan gerçekliğin tamamını yansıtmakta bir zaaf içindeler. Çünkü hem Hürriyet hem Sözcü, hem Fox TV gibi şu dönemin en cesur yayın organlarını oluşturan o küme şu anda PKK soruşturması, kovuşturması altında. Sözcü gibi bir gazete bile PKK’nın sözcüsü adı altında PKK kovuşturması geçiriyor. Bu inanılır gibi değil. Hürriyet dersen kara bulutlar hiç başlarından eksilmiyor, Fox TV’deki arkadaşlarımızın tepesinde sürekli Demokles’in kılıcı sallanıyor. Dolayısı ile her şeyi veremeyebilirler. Diğer medyaya zaten inanmıyorum. Havuz medyası bize şimdiye kadar neyi doğru söyledi ki? Kabataş olayında nasıl bir yalan söylediklerini görmediniz mi? Alevi meselesinde yine öyle. Bize Suriye meselesinde de, Kürt meselesinde de yalan söylediler. Ekonomide bize nasıl yalan söylediklerinin bugün sonuçlarını görebiliyoruz. Onlara şimdi kalkıp da nasıl inanabiliriz ki? Bize bugüne dek hiç doğruyu söylememiş bir yönetimin biatı altındaki havuz medyası, şems medyasının doğru söylemediğini bildiğimiz için ben de kalkıp gittim oraya.
“AKP’YE ORADAN ARTIK TEK BİR ADET OY ÇIKMAZ”
Ne gördün orada?
Bölgenin gerçeklerini gördüm. Sana şunu net olarak söyleyebilirim; ne bu seçim de ne de bundan sonra yapılması beklenen bir başka seçimde o bölgeden AKP’ye tek bir adet oy çıkma ihtimali yok. Oradaki halkın birbirlerine tutkunluğu çok enteresan, çok bağlılar. AKP’ye de çok kızgınlar… Kandırıldıklarını düşünüyorlar. Bugün her şeyin bir yalan olduğunu, her şeyin bir siyasi hesapla yapıldığını, pazarlık konusu olduğunu, her şeyin tamamen tek bir kişinin ve ailesinin kurtuluşu üzerine kurulmuş bir yeni Türkiye meselesi olduğunu görüyorlar. Mardin sokaklarında, Diyarbakır Sur’da, Cizre’de her yerde duvarlarda hırsız AKP yazıyor. Yani hiçbir şekilde o bölgeden artık Tayyip Erdoğan’ın temsilcisi göründüğü bir AKP ‘ye oy çıkmaz. İnsanlar oralarda artık Sözcü okumaya başlamış.
O kadar değildir…
İnan o kadar…
Sözcü’yü faşist buluyorlarmış bölgede…
Bu sadece o bölgeye mahsus değil. Beyaz Türkler arasında da öyle görenler var. Hiç de katılmıyorum… Eğer faşizmden söz edeceksek Türkiye’de havuz medyası adı altında rezil yayınlar yapan, sakil gazeteler çıkaran o medyanın tamamıdır faşist olan. Gazeteci, yazarlar için “Bunları dövün, sinek gibi ezin, sokaklarda ağızlarını burunlarını kırın” çağrıları yapanlar ve bu yönde manşetler atanlardır faşist olan. Sözcü kendine göre bir dünya görüşü ve yaklaşımı olan, Türkiye’nin hiç şüphesiz en cesur gazetesi. Bu konuda hiçbir tereddütüm yok.
“SÖZCÜ’NÜN ÜSLUBU SERT ÇÜNKÜ…”
Sözcü’nün üslubunu çok sert bulanlar da var. Sen ne düşünüyorsun o ailenin bir ferdi olarak?
Evet, üslubu çok sert. Ama Türkiye çok sert. Türkiye’de hayat artık marjinalleşti. Liderler bile sert, siyasetin dili sert. AKP bu sertlikten senelerce beslendi. Bir tek göze Sözcü’nün dili mi batıyor. Tabii diğer gazeteler ortalık güllük gülistanlık şeklinde yalan manşetler atınca, Sözcü de doğruları yazınca, üslubu sert geliyor diğerlerine. Sözcü, Türkiye için olmazsa olmaz gazetelerden biri, kendim orada çalıştığım için değil, bu ülkenin bir ferdi olarak bunu söylüyorum. Ülke olarak dipteyiz. İnsanlar artık birbirine nefretle bakar oldu. Normalleşmekten başka çaremiz yok. İnsanlar artık iki kelime laf edemez oldu. Sosyal medyada en matrak halinle iki satır bir şey yazsan 800 trol üzerine ana avrat küfretmek suretiyle sana izansız bir şekilde saldırıyor. Böyle bir ülkede yaşanmaz, nefes alınmaz, burada âşık olamaz, çocuğunu büyütemezsin. İş yapamazsın, geçimini sağlayamazsın. Böyle bir ülke olmaz. Siyasi olarak dipteyiz, ekonomide dipteyiz, dış ilişkilerde dipteyiz, özgürlüklerde dipteyiz. Bu böyle gitmez.
“ŞÜKÜR BİRBİRİMİZİ ÖLDÜRMÜYORUZ”
İçimizi kararttın. Ülke olarak hiç mi iyi olduğumuz yerler yok?
İyi olduğumuz tek bir yer var. Nasıl oluyor bilmiyorum inan ama bunca şiddet iklimi ve bunca insanlarını birbirine sürekli hakaret etmesine rağmen hala sokaklarda birbirimizi öldürmüyoruz. Bu çok iyi bir şey. Bundan birkaç hafta HDP’nin ilçe binalarına saldırmaya başladıklarında ben dedim ki; “Bitti” İstanbul’da Bursa’da, İzmir gibi yerlerde artık insanlar birbirini vurmaya başlayacak. O derece korktum. Şükür ki daha oralara gelmedik. Ben Türk seçmenine güveniyorum yine de.
“O LİDER TÜRKİYE İÇİN BÜYÜK BİR ŞANS”
Peki, siyasi liderlerin tavrını nasıl buluyorsun?
Allah Selahattin Demirtaş’a uzun ömürler versin. Müthiş sükûnetle, elinden geldiğince kendi dar alanında bence önemli hareketler yapıyor. Allah Kılıçdaroğlu’na da uzun ömürler versin. Bugün CHP gibi son derece sıkıntılı olabilecek bir partiyi toparladı. Her siyasi parti ve herkesle konuşabilerek büyük bir alan yarattı kendine. Bugün herkesle konuşabilen bir siyasi lider vardır ülkede o da Kemal Kılıçdaroğlu. AKP’yle de konuşuyor. Kürtlerle de, MHP’yle de. Ne kadar önemli ir pozisyon ve Türk siyaseti açısından çok büyük bir şans. Allah Devlet Bahçeli’ye de uzun ömürler versin. Her ne kadar Meclis başkanlığı seçiminde bizi hayal kırıklığına uğratsa da, bugün kendi kitlesini her şeye rağmen büyük bir sükûnet ve sorumlulukla tutuyor ve yönetiyor olması bizim büyük şansımız. Davutoğlu’na da teşekkür etmemiz lazım. Çünkü ben Türkiye Cumhuriyet’inin bir vatandaşı olarak inanıyorum ki, AKP-CHP koalisyonunu ülkede en çok kurmak isteyen Davutoğlu’ydu ama yapamadı. Nedenini de zaten herkes biliyor.
“ÇOK ŞATAFATLI, GÖRKEMLİ BİR MAĞLUBİYETE UĞRADILAR”
1 Kasım’dan beklentin ne?
Aynı sonuç çıkar. Hiçbir şey değişmez. AKP’nin tek başına iktidar olması için HDP’nin baraj altında kalması lazım. Bu da şu şartlar altında imkânsız görünüyor. Zaten bütün hesaplar HDP’yi baraj altında bırakmak için. Ama ben HDP’nin baraj sorunu olduğunu düşünmüyorum. Dolayısı ile AKP’ye hiçbir şekilde tek başına iktidar yok. Levent Gültekin’in Şatafatlı mağlubiyet kitabı var. AKP’nin durumu buna çok uygun. Tam olarak öyle. Çok şatafatlı, çok görkemli büyük bir mağlubiyete uğradılar. 1 Kasım’da aynı tablo çıkarsa, çok uzun bir süre İslamcı siyasi hareketler Türkiye’de bir karşılık bulamayacaklar. Herkes dersini aldı.
“O GÜN HEP BİRLİKTE SARAY ÖNÜNDE OTURMALIYIZ”
Ya tam tersi olursa?
Tam tersi olursa hep birlikte gidip Saray’ın önünde oturmamız lazım bence. Sandıktan çıkan iradeye elbette saygılıyız ama ben oyların AKP’ye gitmeyeceğinden eminim. Doğu ve Güneydoğu’daki manzaraya bizzat şahit oldum. Benim korkum seçimin olmama ihtimali. Herkesin endişesi de bu zaten. İşte o zaman herkesin Ankara’ya gitmesi lazım. Yürüyerek, koşarak, atalara binerek. Sen eğer İki kere seçmenin iradesini yok sayarsan, bu ülkenin parlamentosunu yok sayarsan, milli iradeyi ve seçmeni yok sayarsan orası artık çıkmaz sokak. Ve hepimizin sokağa çıkması lazım işte o noktada…
“DEMİRTAŞ’I BEĞENİYORUM, HDP’YE OY VERMEDİM”
Terör git gide tırmanıyor. Her gün şehit haberleri geliyor, HDP’ye giden bu emanetçi oyların akıbet ne olur? Bir de sen hiç emanet oy verdin mi?
Kime verdiğimi etik olarak söylemeyeceğim ama kime vermediğimi söyleyebilirim. Bu son seçimde HDP’ye oy vermedim ama Türkiye siyasetinde son dönemde beğenerek takip ettiğim bir lider Selahattin Demirtaş. Omuzlarında çok büyük bir sorumluluk var. Sadece Kürt siyasetini temsil açısından değil aynı zamanda kendisine gelen Türk oylarının temsilcisi noktasında da çok önemli. Bunu olabildiğince en iyi şekilde idare etmek durumunda olduğunu görüyorum. Samimi buluyorum Selahattin Demirtaş’ı… Daha cesur olmasını hepimiz isteriz. PKK bir terör örgütüdür net bir şekilde söylemesi gerekir ama niye yapamadıklarını anlamak için batıdakilerin doğuya gitmesi gerekir. Orayı görmeden orayı yaşamadan öyle yapma da, şöyle yap demek kağıt üstünde kolay ama oraya gidince iki ateş arasındaki pozisyonu gördüğün zaman ne kadar zor olduğunu biraz daha iyi anlıyorsun. Siyaset seçmenin iradesi ile şekillenir.
Senin de üslubun çok sert. Muhalif değilim diyorsun ama korkmuyor musun ya başıma bir şey gelirse diye?
Hiç korkmuyorum ayrıca insanların o korkuyla yaşadıkları dönemi çoktan aştıklarını düşünüyorum. Neden korkacağım, bana mı kalmış korkmak? İnsanlar bu ülkede zindanlarda öldüler, niye yargılandıklarını bilemeden öldüler, sokak ortasında öldürüldüler. İşsiz kaldılar, dövüldüler, hedef gösterildiler, terörist, vatan haini ilan edildiler. O kadar bedel ödeyen insan varken bizim korkmamız ayıp olur. Bu kadar herkes her şeyi görüyor ve farkında ki hiçbir şey sır değil artık Türkiye’de. İnsanların bu gerçekleri kabullenmesi biraz zaman aldı ama ben AK Parti içinde de çok büyük bir çözülme olduğunu düşünüyorum. Biz bunu şimdi görmüyoruz ama çok yakın zamanda 2 Kasım sabahı itibarıyla bunu çok net görebileceğimizi sanıyorum.
Peki, o zaman ekranlara döner misin? İzleyicileri kendinden mahrum ettin…
Estağfurullah, ben izleyicileri mahrum etmedim aslında ben kendi işimi yapamamanın büyük üzüntüsü ve acısı içindeyim. Benim mesleğim Türkiye’de çok talihsiz bir döneme denk geldi. Hepimiz onu yaşadık. Mesleğimin ilk 6-7 yılı Türkiye’de haberciliğin harika yapıldığı yıllardı. Bu bana çok şey verdi. İlk mesleğe 95’te başladım. Susurluk skandalının patladığı zamanlardı. O zaman neler yapabildik, neler yazabildik bir bilsen, fakat bugün hiçbirini yapamıyoruz. Ama öyle bir dönem ki bu yıllar, hain devşirme yetiştirme dönemi bu yıllar. Çok karanlık bir devir medya açısından. Bu dönemin kitabı da yazılacaktır hatta proje olarak bu işe başladım bile “Medyada AKP’liler” diye. Bunun belgeseli bile çekilecektir. Sadece Gezi dönemini anlatsak o bile yeter medyada ne olup bittiğini anlatmak için. Tabi büyük umutlarla büyük heyecanla başladığım mesleğimi ekranlarda sürdürememek üzücü bir şey benim için. Ama ben artık 45 yaşımı bitirdim artık. Türkiye’de kadın gazeteciler için özellikle ekran önündekiler için çok kritik yaştır 45. Ne yazık ki hala bizi vitrin malzemesi olarak kullanıyorlar. Buna aslında çok şey kattı ekranda olmadığım süreç, başka yollardan da gazetecilik yapmanın yollarını öğretti. Yazılı basında çalışmak, dijital medyada haber yapmak, sosyal medyada yazmak, internet mecrası ile çalışmak gibi birçok yolu gösterdi bu süreç bana. Ama eminim günün birinde ben de kendi mesleğime geri döneceğim.
“SÖZCÜ’DE DAHA TEK GÜN SANSÜRE UĞRAMADIM”
Sözcü’yü çok cesur buluyorsun da mutlu musun orada olmaktan?
Çok mutluyum. Niye mutlu olduğumu da söyleyeyim, iyi insanlarla çalışıyoruz Sözcü’de. Dışarıdan baktığınızda bizim manşetlerimizi sert bulabilirler, dilimizi sert bulabilirler, hep katıldığım doğru bulduğum işler mi yapılıyor gazetemde? Hayır. Herkes her zaman aynı şeyi düşünmeyebilir ama benzer şekilde onların da benim yaptığım işlere zaman zaman katılmadıkları vardır tabi ki de ama bunların tek kelimesine bile dokunmadan yayınladı benim gazetem. Bir kere Sözcü’nün bu pozisyonunu çok seviyorum. Gönderdiğim hiçbir yazı, hiçbir röportaj bugüne kadar hiçbir sansüre uğramadı. Virgüle, noktasına, kelimesine dokunmadan yayınladılar. Canım kiminle istiyorsa onunla röportaj yaptım. Hiçbir yönlendirmeye maruz kalmadım. Bunlar çok büyük lüksler ama daha çok önemlisi birlikte çorba içmekten hoşlandığım bir ekiple çalışıyorum. Medya plazalarında bu ortam yok. Büyük medya akımlarında bunlar yok orada başka ilişkiler var.
Çok güzel röportajlar yapıyorsun beni de kıskandırıyorsun, hayalindeki kim, kim gibi olmak istiyorsun ve kiminle röportaj yapmak istiyorsun? Mesela benim hayalimde Tayyip Erdoğan’la röportaj yapmak var…
Estağfurullah. Röportajın iyi olması röportajcıyla alakalı bir şey değil karşınızdaki kişiyle alakalı. Sana böyle sansürsüz röportaj veremeyen birisiyle çok zor. Ben doğrusu yaratıcı insanlarla röportaj yapmak isterdim. Ne bilim film yönetmenleriyle, dünyanın düşünce sistemini değiştirmiş bir ressamla, değerli bir buluş bulmuş bilim insanı ile, benim için onlar daha önemli. Siyasetçiler o kadar önemli değil, onlar gelip geçici. Amerikan başkanı bile gelip geçici. O yüzden ben dünyaya katkı sağlamış ve değişime yol açanlarla konuşmak isterim.
Bana bu güzel röportaj için vakit ayırdığın için sana çok teşekkür ediyorum…