ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN 'PAZAR' YANILGISINA BİR DÜZELTME DE SABAH YAZARINDAN GELDİ!..... İŞTE ÖZKÖK'ÜN YANILGISI VE GERÇEKLER!....

Ertuğrul Özkök, dünkü yazısında "Simone de Beauvoir'ın efsaneleşecek" fotoğrafını çeken ismi yanlış yazmıştı. Bugün de Sabah yazarı fotoğrafın hikayesinin detaylarını kaleme aldı.

İki aşkın bir fotoğrafı


Aslında bugüne başka bir yazı yazmıştım. Fakat daha sonra, Hürriyet'te (17.2.2008) Ertuğrul Özkök'ün yazısını okuyunca fikrimi değiştirdim ve bu yazıyı yazmaya başladım. Garip bir hikayesi var.
Bu yıl Simone de Beauvoir'ın yüzüncü yılı. Fransa'dan gelen bütün dergilerde onunla ilgili yazılar çıkıyor. Ben de ona dönük bir şeyler yazmak istiyordum. Fakat ansızın Madame'ın Türkiye'de meşhur olduğunu gördüm. Sebebi, bir yerlerde yayınlanan ve onu aynanın karşısında saçlarını toplarken çırılçıplak gösteren fotoğrafı. Önce Reha Muhtar yazmış. Dün de Ertuğrul Özkök bu konuya değinmiş, resmi de yayınlamış.


'Skopofili': izleme hazzı
Özkök, yazısında hem genel olarak izlemenin hazzından hem de sevgilimiz olan bir kadını izlemenin lezzetinden bahsetmiş. Evet, skopofili denilen öyle bir haz vardır. Freud'un keşfettiği, benim de Görsellik, Cinsellik, Pornografi (Agora Yayınları) isimli kitabımda ele alıp uzun boylu irdelediğim o haz özünde eril bir eylemdir. Sinema izlemek de bazı feminist yazarlara göre özünde bu erilliği içerir ve kadın sinemada daima gösterilen/bakılan olur. Laura Mulvey bu olguyu keşfeden kişidir ve ondan sonra bütün görsel kuram boydan boya yenilenmiştir.
Neyse, işin bu kısmını geçip Beauvoir'a dönelim.


Nerede bu Sartre?
Ertuğrul'a göre, de Beauvoir bu resmi çektirirken ebedi aşkı Sartre kendisini izliyordu: 'aynanın karşısındaki yatakta yatan Sartre'. Bunu yazının sonunda da tekrarlıyor Özkök ve buradan yola çıkıp bana göre biraz abartılı, biraz da yapmacık olan ama hoş bir şeyler söylemiş.
Ama, üzgünüm, Sartre'ın o fotoğrafla hiç mi hiç ilgisi yok. Varsa da Ertuğrul'un söylediği anlamda var: o resimde Sartre'ın 'kaybettiği' Beauvoir'ı görüyoruz. Şöyle.


Aşkın halleri
Sartre'la Beauvoir henüz yirmili yaşlarında birbirine aşık olduklarını açıkladılar. Ömürlerinin sonuna kadar 'burjuva işi' dedikleri evliliğe bulaşmayacak ama büyük bir dürüstlükle birbirlerine açık ve birlikte olacaklardı. Bu ilkelere sonuna kadar sahip çıktılar. Beauvoir biseksüeldi. Genç kadın/kız sevgilileri oldu. Onları Sartre'dan saklamadı. Filozof ise erkek frijiddi. Cinsel ilişkide yok denecek kadar az bulunuyordu. Ama onun da sarıldığı, kucaklaştığı sevgilileri oldu, gidip hepsini Madame'a açıkladı. Sonunda miraslarını sevgililikle ilişkiye başladıkları insanlara bıraktılar.


Bir aşktan ötekine
Beauvoir'ın aşkları içinde en önemlilerinden birisi Nelson Algren isimli Amerikalı bir romancıydı. (Bir romanı şu sırada Türkçeye çevrildi.) Şikago'da yaşıyordu. Beauvoir'la tanıştılar ve birbirlerine aşık oldular. Aralarında müthiş bir mektuplaşma başladı. O mektuplar şimdi karşımdaki koskocaman büyük ciltte duruyor: Beloved Chicago Man (Sevgili Şikagolu). Beauvoir, mektuplarında ona ' benim gerçek kocam' diyordu. Sonunda bir gün kalkıp Şikago'ya gitti.
Algren'in evinde banyo yoktu. Fotoğrafçı arkadaşı Art Shay Fransız sevgiliyi alıp evinde banyo olan bir başka arkadaşına götürdü. Beauvoir yıkandı. Sonra saçlarını toplarken Art, savaş döneminden kalma Leica makineyle fotoğrafını çekmeye başladı. Simone, deklanşör sesinden fotoğrafının çekildiğini anladı, aldırmadı, gülümseyip 'yaramaz adam' dedi.
Fotoğraf ilk kez Hazel Rowley'in çok güzel kitabı Tete-a-Tete'de yayınlandı. Ben orada gördüm. Simone de Beauvoir'ın kısa boyunu, çok kalın bacaklarını, iri kalçalarını orada fark