ERTUĞRUL ÖZKÖK'ÜN BAŞI BAŞBAKAN ERDOĞAN'LA NEDEN BELADA?

"AH benim belalı başım, bugünlerde fena halde belada.. Ortasından yarılmış bir elma gibi, öyle duruyor."

İki gözüm, başım belada


AH benim belalı başım, bugünlerde fena halde belada...

Ortasından yarılmış bir elma gibi, öyle duruyor.

Tıpkı “Economist” dergisinin kapağındaki yeşil elma gibi.
Bir yanda Amerika Birleşik Devletleri, bir yanda Avrupa Birliği, hemen alt tarafında “yükselen piyasalar”...
Yani benim ülkem; Türkiye...
Elmanın “Eurozone” kısmından bir kurtçuk başını çıkarmış.
O taraf kurtlanmış, kemiriliyor.
Ya benimki...
Taptaze, dipdiri duruyor.
Ama gel bir de bana sor...

* * *
Başım Başbakan Erdoğan’la belada... Fena halde belada...
- Bakıyorum; “Artık uçak yapalım” diyor.
“İşte benim liderim” diyorum.
Önümüze “büyük hedefler” koyan; “İlk hedefimiz G-8” diye haykıran; “yükselen piyasa” lafıyla yetinmeyen, elinin tersiyle iten bir “vizyon”.
İçimdeki ses, “İşte senin ülken... Vaat edilmiş büyük Türkiye” diyorum.
Yıllardır üçüncü, dördüncü kümede oynayan ülkemi, ölmeden önce görmek istediğim süper lige çıkaracak büyük vizyon...
- Sonra gözüm kenara kayıyor.
Dayak yiyen gençleri, çocuğunu düşüren kızları görüyorum.
“Bir yumurta uğruna Ya Rab, ne güneşler batıyor” diyor içimdeki ses.
Bir yanda göklere tırmanmak isteyen bir vizyon, öte yanda dipsiz kuyulara düşmüş bir hoşgörüsüzlük...

* * *
- Bir bakıyorum okullarda “Fatih” projesi.
Kara tahta, kara kaplı tarih olmuş, her öğrenciye bilgisayar, internet...
“İşte” diyorum. “İşte 21’nci yüzyıl Türkiye’sine yakışan, ‘liderlik’ portresi.”
Büyük başöğretmen...
- Tam böyle derken o cümle geliyor;
“Fatih’in tokadı suratınızda patlayacak...”
Patlıyor da... Okulda, ilim ve irfan yuvasında patlıyor...
Millet olarak, öğretmene, komutana, “Artık öğrenciye de, ere de dayak yok” diye övündüğünüz gün...
Gök yarılıyor; içinden, elinde sopayla o eski başöğretmen çıkıp geliyor.
Balkona kaçan topu kesen, falakaya yatıran başöğretmen...
Cümle suratınızda patlıyor, heyecan kursağınızda kalıyor.

* * *
- Bir bakıyorum, ülkemde püfür püfür demokrasi rüzgârları...
On yıl önce ağzınıza alamadığımız kelimeler, günlük lügatinize girmiş.
Güle oynaya “Kürt” diyorsunuz, “Kürtçe” diyorsunuz...
“Darbe” kelimesi, “postal” ürpertisi, “derin devlet kâbusu” yakanızdan düşmüş, hesap sorulamayandan hesap sorulmaya başlanmış...
“Allahım nihayet o muasır medeniyet” diyorsunuz.
Tam, “Helal olsun, işte devrimci lider budur”, “Demokrasi mesihi gelmiştir” diye sevinç çığlığı atacaksınız;
Tam böyle diyeceksiniz; başınızı bir öteki tarafa çeviriyorsunuz ki...
- Bir zamanlar güle oynaya söylenen söz, rahatça yapılan eleştiri, yazılan yazı, elini kolunu sallaya sallaya yapılan gösteri...
Hepsi bastırılmış, susturulmuş, tarumar edilmiş.
Azar tepende, maliyeci kapında, polis yakanda, cop ensende...
Bir adım ötende çalıştığın yerin kapısı, iki adım ötende mahkeme kapısı, üç, bilemedin dört adım ötende demir parmaklık...

* * *
Ve sen, iktidara kayıtsız şartsız destek veren sözde aydının yuhalamasından bunalmış halde; Başbakan’a bakıyorsun.
İki elin başında, başınsa belada... Kalakalıyorsun.
Ah benim belalı başım, ah benim şaşı gözüm.
Biri o yana bakar, sevinir, alkışlar; biri ise fena halde bu yana...
İçinden içinden bir bıldırcın yumurtası atmak gelir.
Ona da eli gitmez; eli gitse yüreği elvermez... Atamaz.


Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET