ERTUĞRUL ÖZKÖK'E ŞENER ŞEN BENZETMESİ; "Bİ SOR NİYE YAPTIM!"

Star yazarı Elif Çakır, isim vermeden Hürriyet'in eski genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü yerden yere vurdu!

Manşet kurbanları!

Hrant Dink’in tetikçisi Ogün Samast’ın 4 Nisan’daki duruşmada söylediklerini duyunca şaşırmadım, ancak irkildim.
Samast, baktı ki işler istediği istikamette gitmedi, her konuştuğunda yeni açılımlar peşinde koşmaya başladı.

Son harikası da “manşetlerin kurbanıyım” açıklaması oldu.

Hani “kader kurbanları” vardır eskiden beri bildiğimiz, son yıllarda bunun yanına “manşet kurbanları” da eklendi.

Danıştay saldırganı Alparslan Aslan da Vakit’in manşetlerini koleksiyon yapıyordu, Ogün Samast da, bildik merkez medyanın manşetlerini diline doladı şimdi: “Hrant’ı gazetelerin manşetleri ve bazı köşe yazarlarının yazıları öldürdü.”

Bugüne kadar vicdan sahibi pekçok aydının sorduğu hesabı bu sefer Samast sormuş: “Dink’i hedef gösteren manşetleri atanlar neden yargılanmıyor? Hrant’ı ben değil manşetler öldürdü. Ben o tarihlerde Agos’un yerini dahi bilmezdim.”

Bu irkilmeyle, nehir kenarı entelektüelinin 23 Mart’ta yazdığı “Azmettirici ve tetikçi aynı karede” yazısına yeniden bakma ihtiyacı hissettim.

“Misyoner cinayetleri, bu toplumun maalesef ortak bilinçaltının suçudur.

21. yüzyılda hâlâ üzerimizden atamadığımız bir Hıristiyan, bir “öteki” fobisinin ortak mahsulüdür.

Hâlâ matahmış gibi “Yüzde 99’u Müslüman olan toplumumuzda” diye başlayan bir iftihar belagatının arkasında sakladığımız ilkel duygudur.”

Toplumsal gelişmeler birilerinin kalbine ilham veriyor galiba diye düşündüm.

Ya da filmin sonuna geldiklerini biliyor olmanın telaşı sardı birilerini.

Yoksa “bizimki”, nehir entelliğinden şark kurnazlığına soyunmuş ama sempatik değil. Şener Şen’in İlyas Salman’a her defasında dediği gibi, “hele bir sor niye yaptım” şirinliğinde hiç değil.

Bu olsa olsa yakalanmışlık psikolojisinin insanlardaki farklı tezahürleri... Normalde bir suçlu yakalandığında, itiraf etmekten başka seçeneği kalmadığında “ben suçluyum” der değil mi? Normal olmadığınızda ise adalet suçluyu yakalamak için kırk yöntem biliyorsa, suçlu kırkbirinci yöntemi çoktan keşfetmiş olmanın rahatlığı içerisindedir zaten.

“Fotoğrafa bir bütün olarak bakalım” aymazlığı içerisinde bir de isim vermiş önümüze koymaya çalıştığı fotoğrafa: “toplumsal bir sahtekarlığın fotoğrafı”.

Genelde “ben” demeyi bir özgüven, aldığı eğitimin, yetiştiği kültürün bir göstergesi olarak gören nehir kenarı entelektüeli ne olduysa “biz” demeyi tercih ediyor yazısında.

Yakalanmışlığın çaresizliği içerisinde, Hıristiyanlarla yüzyıllar boyu hiçbir sorunu olmayan bir milleti de günahına ortak etmeye çalıştığını görünce tebessüm ettim.

“Biz” diyor, “hepimiz suçluyuz”. Sanıyorsunuz ki “günah çıkartıyor” “pişmanlık duyuyor”.

Hayır, yazıyı okuduğunuzda bir bakıyorsunuz “biz” ile başlayan nehir enteli, son bir hamleyle kenara çekilmiş ve bütün toplum “mat” olmuş.

***

Geçenlerde tahliye olan Hüseyin Üzmez de gençlik yıllarında (1952) Ahmet Emin Yalman’a düzenlediği silahlı saldırı için de devrin manşetlerinden etkilenmişti. Nitekim suikastle hiçbir bağı olmadığı halde, Büyük Doğu dergisindeki yazıları sebebiyle azmettirici olarak Necip Fazıl Kısakürek’i de beraberinde hapse sürüklemişti.

Hüseyin Üzmez’in Büyük Doğu okuru olduğunun “suç delili” olarak kendisine söylenmesi üzerine Necip Fazıl, “Kıskançlık krizleri geçiren bir adamın cebinde bu temayı işleyen Othello bulunsa, Shakespeare’i mezarından kaldırıp asacak mısınız?”

O yıllarda Necip Fazıl bir yıl cezaevinde yatmış ve nihayetinde suçsuz bulunmuş ve yattığı yanında kâr olarak tahliye olmuştu.

Tabi sonuçta medyayı, gazetecileri suçlamak işin başka bir boyutu ama, Necip Fazıl’ın verdiği cevabı söyleyebilmek için bu çileyi çekmek gerekiyor belki de!..

Elif ÇAKIR / HÜRRİYET