ERTUĞRUL ÖZKÖK U2 KONSERİNE NEDEN GİTMEDİ?

"Oysa yıllardır “U2”yu İstanbul'da dinlemeyi ne kadar hayal etmiştim." Özkök neden konsere gitmedi?

U2 konserine neden gitmedim

TANIDIĞIM insanların çoğu “U2” konserindeyken, ben aynı saatlerde televizyonda Amerikalı besteci Cole Porter’ın hayatı ile ilgili bir filmi seyrediyordum.

Oysa yıllardır “U2”yu İstanbul’da dinlemeyi ne kadar hayal etmiştim.
Neden mi gitmedim?
İçimden bir ses öyle dediği için...
Tuhaf bir iştahsızlık, ne bileyim, işte öyle bir şey.
Bir de bugünlerde kafam yeni müzisyenlerle dolu.
Mesela “Gaslight Antheme”i daha çekici buluyorum.
Lady Gaga bana “U2”dan daha devrimci geliyor.
Katy Perry’de yeni Cyndi Lauper’ı görüyorum.
Brooklyn’in “Indie”leri beni çok daha fazla heyecanlandırıyor.
Sonra dönüp dolaşıp, yine kürkçü dükkânına, Cole Porter gibi bestecilerin harika şarkılarına dönüyorum.
“Night and day”i” dinlerken, hayatımda geceler boyu çektiğim ıstırapları, tattığım mutlulukları, hazları hatırlıyorum.
Geceler boyu düşünüp de, kulaklarını çınlatabildiğim, çınlatamadığım insanları hayal ediyorum.
Ya, “Her elveda deyişimizde, ben biraz daha ölürüm” diyen o lirikler...
Bu sözler, hangimizin bir yerinde, tenha, karanlık bir noktasında bir sinir ucuna, zonalı bir yerine değmez ki...
Nostalji mi?
Sanmıyorum.
Tam aksine hep zamanımın, şimdiki zamanımın çok ötesinde yaşamak, düşünmek, hissetmek ve bunu söylemenin bedellerini ödeyerek büyüdüm.
Yine de geride kalmış geceler yakamı bırakmadı.
“I’ve got you under my skin”i dinlerken, derimin altına nüfuz eden tutkuları, sancıları ben de hep hissettim.
* * *
Bir erkek hem gay olup, hem de karısıyla büyük bir aşkı yaşayabilir mi?
Hayat hikâyelerine bakarsanız, ikisi arasındaki şey bir “mantık izdivacı”...
O karısına, büyük bir sanatçının yüksek statüsünü verirken; karısı, gay’liğin ayıptan öte, ağır suç sayıldığı bir dönemde ona meşruiyet kamuflajını sağlıyor.
Filmi seyrediyorum ve kendi kendime soruyorum.
“Bu kadar basit mi...”
Evet, Cole Porter, en başarılı, en alkış aldığı gala gecelerini, bir erkeğin yanında tamamlıyor.
Ama her sabah karısının yanına dönüyor.
Hem de öyle üç beş gece değil...
1919-1954...
Tam 35 yıl.
Night and day...
Gece ve gündüz.
“Mantık izdivacı” denilip geçilecek kadar basit bir şey mi bu.
Bakıyorum ve kendi kendime hep soruyorum.
İnsan aynı anda iki şey birden olamaz mı...
Yan yana gelemeyecek duygulardan mürekkep “oksimoron hayatlar” mümkün olamaz mı.
Trajikomik diye bir şey varsa niye olmasın...
* * *
Vanity Fair Dergisi, Lady Gaga’yı “Yeni kültür devrimcisi” olarak tanıtırken, “açlığını kendiyle gideren” bir nesilden söz ediyor.
Ne kadar doğru bir tarif.
Hepimizin içinde, hiçbir zaman itiraf edemediğimiz “oksimoron hayatlar” var ve hepimiz sırf hayatımızı idame ettirebilmek için, kendi içimizdeki “ötekilerle” mantık izdivaçları yapmak zorunda kalıyoruz.
Bir yanımız, yaşamadığımız öteki yanımıza hep meşruiyet kamuflajı bulmak, hep bahane yaratmak zorunda.
Hepimiz meşruiyet dileniyoruz.
Tek kişilik dilenciler tarikatı olarak, gittikçe çoğalıyoruz.
Ama şu biçareliğimize bakın ki, çoğaldıkça tenhalaştığımızı sanıyoruz.
* * *
Biliyorum, Atatürk Stadı’ndaki kalabalık, o tanıdık, akraba insanlar bana çok iyi gelecekti.
Son günlerdeki iştahsızlığıma iyi gelebilecek oksimoron vitaminleri orada bulabilecektim.
Heyhat, içimdeki o ses...
Yani bütün hayatım boyunca beni cüretkârlığa, isyana teşvik eden o ses bu defa “Gitme” dedi.
Ben de gitmedim.

- Cole Porter bugün, Mount Hope (Umut Tepesi) mezarlığında, karısıyla babasının arasında yatıyor.
Arkasında “Anything goes” gibi bir şarkı bıraktı.
Çevirmesi çok zor. “Her şey kabul” deyip geçin.
Woody Allen da son filminde “Whatever works” demiyor muydu?
Neticede, her şey yoluna giriyor.
Şöyle veya böyle...
Hepinize iyi ve mutlu bayramlar diliyorum.

Ertuğrul Özkök/Hürriyet