"ERTUĞRUL ÖZKÖK ORTADOĞU'DAN TİKSİNİYOR!" HAŞMET BABAOĞLU'NDAN OLAY SÖZLER!

Marmara'da kadınlar olduğunda aklın ermiyor, çünkü o kadınlardan da tiksiniyorsun. Mesele burada&... Dürüst olsunlar ciğerimi yesinler...

Babaoğlu'nun açıklamaları bu hafta çok ses getirecek...

SEMPATİKLİK SEKSAPELİTEYİ ALT ETTİ!
Bu haftanın en önemli etkinliklerinden biri Eurovision yarışmasıydı. Almanya, büyük puan farkıyla birinci oldu? Bu dereceyi hak ettiler mi sizce, Lena Meyer’i birinci yapan neydi?
Kız daha sahneye çıktığı anda birinci olacağını hissetmiştim. Bütün kadın yarışmacılar seksapel üzerine oynadılar ve aşırı gösterişlilerdi. Hepsi –beceremeseler de- müthiş şovlar yapmaya çalıştı. Sonra birdenbire Lena Meyer çıktı. Neredeyse demode bir görüntüsü vardı. Elbisesi bile buna dahil… Mezuniyet balosuna giyecek gösterişli bir elbise bulamamış utangaç, uslu ve “inek” kız görüntüsü vardı. Söylediği şarkıda da “Ne olursan ol, seni seveceğim” gibi sözler vardı. Bizim modern flört ve aşk kültüründe bu sözler de “demode” kalıyor.

Lena’nın bu sadeliği bence bütün Avrupalılara bir ferahlık duygusu verdi. Yalnızca Almanya’ya oy vermeye hazır dost ülkeler değil, aynı zamanda Almanya’ya kendini yakın hissetmeyen ülkeler de Lena’ya oy verdiler. Bence bu yarışmada sempatiklik seksapeliteyi yendi.

Bu sene bence Manga’nın ikinciliği Sertab’ın birinciliğinden bile daha net bir başarı… Çünkü oyların yarısı kısa mesajla, diğer yarısı jüri tarafından verildi. Yani komşu kıyakları oylamayı yüzde yüz belirleyemedi. Demek ki Manga gerçekten beğenilmiş.

Manga’nın farklılığı da şuydu: onun gibi başka müzik yapan yoktu. Bu sene herkes klasik festival şarkılarına geri dönmüştü. Klasik slow festival şarkıları açısından bakınca bence bu seneninkiler son on yılın en iyileriydi. Yarışan tüm bu şarkılardan bir albüm yapılsaydı, yani müzik endüstrisinde yer alsalardı, bu albüm tutardı.
Lena’nın sempatikliğinden bahsettiniz. Peki şarkıyı beğendiniz mi?
Diğer bütün klasik festival şarkıları kadar beğendim açıkçası. Eurovision aslında bir televizyon şovu… Kimse doğrudan şarkılara bakıp da oy vermiyor. Manga’ya oy verenler de şarkısına bakmadılar. Zaten “We Could Be The Same” bence Manga’nın yapıp yapabileceği en kötü şarkı bence. Oy verenler Manga’nın kendisine ve yaptığı şova baktılar. Aslında şovları da biraz fazlaydı. O üç dakikalık yanar döner şov içinde Manga’yı ancak bir dakika görebildik.

"BURCU ESMERSOY ÖDÜLLERİ"
Geçtiğimiz gün 37. Altın Kelebek ödülleri dağıtıldı. Ödül alanlarla ilgili değerlendirmenizi alabilir miyim?
Etkinliğin organizatörleri ciddi biçimde sıkıntıya düşmüşler: “Ödül törenine bekliyoruz” diye 20 defa filan mesaj attılar. Aynı şey başka davetlilerin de başına gelmiş. Nitekim gece çok soluk geçmiş.

Törenin sunuculuğunu Burcu Esmersoy yaptı. Son zamanlarda ödül törenleri “Burcu Esmersoy ödülleri” gibi oluyor. Ya en büyük ödülü o alıyor, ya da töreni o sunuyor, sonuçta da aklımda bir tek onun ismi kalıyor

Diğer ödül törenleri için de bahsettiğim sorun Altın Kelebek'te de tekrarlandı: ödüllerin kategorilendirilmesi meselesi… Saba Tümer’in “En İyi Kadın Sunucu” ödülünü almasını anlayamıyorum. Saba Tümer bir televizyon şovu yapıyor geceleri, bir şey sunduğu filan yok. Belki de televizyonla ilişkili kavramlarımızı yeniden değerlendirmemiz ve değiştirmemiz gerekiyor. Yeni kategorilere ihtiyacımız var.

Ayrıca “Canım Ailem” gibi bir dizi varken niçin “Geniş Aile” dizisi her televizyon ödül töreninden ödül alıyor; bunu da anlamıyorum. “Sahici acılardan, dertlerden, sevinçlerden sıkıldık, sahici aileler de istemiyoruz. Bize aileleri anlatmayın, onların karikatürünü çizin” der gibi bir tavır var sanki ödül jürilerinde.

DYLAN KONSERDE DİNLENMEZ
Bob Dylan konseri de geçtiğimiz haftanın iz bırakan etkinliklerinden birisiydi…
Ben konsere gitmedim, gitmeyeceğimi de söylemiştim. Bence Bob Dylan’ın konserine gitmenin hiçbir anlamı yok, gidip albümünü alır dinlersin. Bob Dylan’ı “One More Cup of Coffee”den ibaret sanan, onun son parçalarını bir kez bile dinlememiş, dinlemeye tahammül etmemiş adamlar konsere gidip bir de üzerine ukalaca yazılar yazdılar.
Bob Dylan’ın bir tarzı var ve onu o şekilde kabul edip sevmek gerekiyor. Şöyle diyor zaten: “Konser vermemi çok istiyorsunuz, ben de size gelip çalıyorum. Ama en sıradan konser bile şovdur ve üzgünüm ben bir şovmen değilim.”

YAKIŞIKLI OLAN İYİ OYUNCU GİBİ GÖRÜLÜYOR
Grease müzikali Türkiye’de gösterilmeye başladı. Müzikal ekibi, gittiği her ülkede Teen Angel rolünü oynaması için o ülkenin ünlü oyuncularından birini seçiyor. Türkiye’de de bu rol için Kıvanç Tatlıtuğ seçildi. Bu seçim doğru oldu mu sizce?
Kıvanç Tatlıtuğ’a çeşitli televizyon ödül törenlerinde “en iyi oyuncu” ödülü verildi. Araya Kenan İmirzalıoğlu girmemiş olsaydı bu sene de Kıvanç Tatlıtuğ Altın Kelebek’te “en iyi oyuncu” ödülünü alırdı. Bizim ülkemizde oyunculuk yeteneğinin çok da önemi yok galiba. Kim hoşlarına gidiyorsa, kim yakışıklıysa onu aynı zamanda iyi oyuncu zannediyorlar. Ama Grease bir sahne gösterisi, o nedenle Teen Angel rolü için Kıvanç Tatlıtuğ’un seçilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Orada eleştirilecek bir taraf göremiyorum ben.

KONSER BİLETLERİ ÇOK PAHALI
Siz bir rock sever olarak bu ayın sonunda gerçekleşecek Sonisphere Festivali hakkında ne düşünüyorsunuz? Metallica, Rammstein, Slayer gibi çok önemli gruplar geliyor.
Metallica’yı senelerdir konserlerinde dinleye dinleye bende bir “metal yorgunluğu” oluştu. Ama şunu da belirtmek gerekiyor: Metallica, metal müziğin en özel ve farklı grubudur, her zaman da dinlenir. Fakat artık konserine gitmek istemem.

Diğer taraftan Rammstein’ın gelmesi çok güzel. Tek sorun şu: metal müzik artık buluğ çağındaki gençlerin ilgisini eskisi kadar çekmiyor. Eskiden metal yoğun olarak ortaokul çağlarında dinlenirdi. Lise son sınıfta en sert metalciler bile rock’a geçerler, sonra da yavaş yavaş kız arkadaşlarının etkisiyle pop müziğe kayarlar. Hatta “20’li yaşlardan öteye kalmaz metal müzik” diye bir espri vardır. Ama şimdilerde bütün dünyada ve Türkiye’de 12-16 yaş arası gençlerin metal müziğe olan ilgisi çok azaldı. Dolayısıyla bu konserlerde ne olacak bilmiyorum.

Bu kadar çok konserin olması çok güzel, ama organizatörler gençlerin bu konserlerin bilet fiyatlarını karşılayacak kadar paraları olmadığını bilmiyorlar galiba. Bir yaz mevsimi içinde bu kadar çok konserin olması, bilet fiyatları yüzünden bir sevinç ve coşku yaratmıyor artık. Tam tersine bir hayal kırıklığı ve kalp kırıklığı yaratıyor. Bunun kimse farkında değil
Konserlerin zamanlaması da çok kötü… Üniversite finallerinin başladığı tarihlerde birçok konser etkinliği düzenleniyor. O yüzden organizasyonlarda büyük bir sorun olduğunu düşünüyorum.

GÜVENLİK SORUNUMUZU ÇÖZMELİYİZ"
EURO 2016’ya ev sahipliğini Fransa karşısında 1 oy farkla kaybettik. Bu konu birçok tartışmalara sebep oldu. Hatta UEFA Başkanı Michel Platini’ye kızanlar oldu. “Michel Platini ortaladı, Sarkozy vurdu” gibi tepkiler verildi.
Kaybetmesini bilmek lâzım... Bu işi bu kadar uzatmanın âlemi yok. Ben “Platini’nin yaptığı normaldir” diyenlerle aynı kanıda değilim. Platini’nin Sarkozy’yi bütün delegelerle tanıştırması doğru değil. Bu yakışıksız bir lobi davranışı… Ama olayı çok abartmamak gerekiyor.

Burada önemli olan nokta şu: Euro 2016 gibi büyük bir spor organizasyonuna ev sahipliği yapabilmemiz için Avrupa’nın karşısında “güvenliği tam olmayan ülke” görüntümüzden kurtulmamız gerekiyor. Artık Avrupa’daki organizasyonlarda “Türkiye güvenli bir ülke mi?” tartışması yapılmamalı. Bizim bu olanlardan bir ders çıkartmamız lâzım.

Euro 2016’nın Fransa’ya kalması, UEFA’nın kendi ilkeleri açısından yanlış değil mi? Bence yanlış. Guus Hiddink durumu çok doğru bir şekilde yorumlamış: “UEFA, hem futbolu geliştirmek isteyen ülkelere Avrupa Şampiyonası’nı götürmek istediğini söylüyor, hem de daha önce 2 defa Avrupa Futbol Şampiyonası’na bir defa da Dünya Futbol Şampiyonası’na ev sahipliği yapmış Fransa’ya 2016’yı veriyor. 7 üyenin verdiği karar daha önce belirttiği UEFA’nın kendi stratejisine ve felsefesiyle çelişiyor". UEFA yalnız Türkiye’ye değil; Çek Cumhuriyeti’ne, Romanya’ya, Polonya’ya, yani Avrupa’nın kıyı ülkelerine açılmalı.

Bu hafta neler yaptınız? Neler dinlediniz? Nerelere gittiniz?

'ARAF'A TAKILDIM
Mor ve Ötesi’nin son albümündeki “Araf” şarkısına takıldım. Albümdeki bütün şarkılarda dikkat çekici bir güzel özellik var: Harun Tekin şarkı söyleme tekniğini çok geliştirmiş ve bu da grubun şarkılarının kalitesini çok yükseltiyor. “Araf” bence Mor ve Ötesi’nin yaptığı en iyi beş şarkıdan birisi bence…

NE OLACAK BU ALAÇATI'NIN HALİ!
Alaçatı’ya gittim geçen hafta. İlk defa Alaçatı’nın geleceği konusunda endişe duydum. Her sokağında 10-20 tane butik otel olan kasabaya dönüşmeye başlamış. Açılan yeni restoranlarda çok uçuk hesaplar ödüyorsunuz. “Çok fazla kişi geldiği için bozuluyor” düşüncesine katılmıyorum. Sivil toplum kuruluşları, belediyeler ve dernekler iş birliği yapıp duruma el koyarsa bozulmaz. İnsanlar geliyor diye Alaçatı bozulmaz. Tam tersine oraya insanların gelmesi, ekonominin dönmesi lâzım. Ama Alaçatı’da yerel yönetimin işin ucunu kaçırdığını düşünüyorum. Gûya yatak sayısı ve inşaatlar sınırlandırılacaktı. Alaçatı bunun altından kalkamayacak gibi.

Kasabalarda gündelik hayatın sürmesi lâzım… Yalnızca yemek yenilecek ve yatılacak yerler varsa orada gündelik hayat sürmez. Orası büyük bir tatil köyüne dönüşür. Alaçatılıarın ve Alaçatı belediyesinin “burası bir kasaba olarak mı kalacak, yoksa büyük bir tatil köyüne mi dönüşecek” konusunda bir karara varmaları gerekiyor.

MODERN SANATA YOĞUN İLGİ
Koç Vakfı’nın Beyoğlu’nda açtığı sergi mekânı Arter’in önünden geçiyordum geçenlerde. Akşam saatleri olduğu için mekân kapalıydı. Ama kapısının önünde müthiş bir kalabalık vardı. Herkes de şişme bir tanka (Michael Sailstorfer’ın T72’si) bakıyordu. Hani derler ya “modern sanat palavradır, bu sanat dalıyla eleştirmenler ve bazı sanatseverler hariç kimse ilgilenmez” diye… Doğru değil… Resmen izdiham vardı galerinin önünde!

MUHTEŞEM KAHVALTILAR MEVSİMİ
Ben aslında kahvaltı yapmayan bir insanım, ama “muhteşem kahvaltılar mevsimi”nde, yani yılın tam bu dönemlerinde, nerede güzel kahvaltı edileceğini biliyorum. İzmir Güzelbahçe’deki “Gizlibahçe”, Zeytinler Köyü’ndeki “Hanedan”, Rumeli Hisarı’ndaki “Kale Kafe”ve Küçükkuyu-Asos yolu arasındaki “Aydede” muhteşem kahvaltı mevsiminde gidilecek en güzel mekânlar bence

ALTIN KOZA FAZLA ERTELENMEMELİYDİ
Altın Koza Film Festivali, İsrail’le ilgili gelişmelerden sonra ertelendi. Konuyla ilgili Adana Büyükşehir Belediye Başkanı “İnsanlar kan ağlarken biz eğlenemeyiz” dedi. Ertesi gün sinemacılar ve sinema yazarları “sinema bir eğlence türü değildir” diye eleştiride bulundular. Bu konuyla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bence Altın Koza 1-2 gün ertelemeyle yapılmalıydı. İsrail saldırısının dışında İskenderun’da askerlerimizin şehit edilmesi de çok üzücüydü. Tüm bunların üzerine aynı gün içinde insanların giyinip süslenip gittiği bir etkinliğin düzenlenmesi doğru olmazdı tabii ki… Ama birkaç gün erteledikten sonra sakin bir biçimde yapılması uygun olurdu.
Sinema bir eğlence değildir diyen sinema yazarları haklı ama Altın Koza gibi festivaller aynı zamanda eğlence amaçlı da düzenleniyor. Dolayısıyla iki tarafın da bir orta yol bulması gerekirdi. Ne belediye başkanı haksız, ne de sinemacılar haksız.

"ERTUĞRUL ÖZKÖK ORTADOĞU'DAN TİKSİNİYOR!"
İsrail’in Gazze’ye yardım götüren filoya yaptığı saldırıya bütün hafta boyunca yazılarınızda değindiniz. Daha çok da medyanın olaylara yaklaşımını eleştirdiniz. Son olarak bugün ne düşünüyorsunuz?
Çok derin kökleri olan bir kuşkumuz, uzaklığımız, yabancılığımız var Ortadoğu’ya karşı. Bu da sokaktaki insanın değil, merkez medyada hâkim olan kesimlerin hissiyatı… Ama bu gerçekle yüzleşemiyorlar. Bizim merkez medyamız 80’lerin ortasından sonra Filistin’i terk etti, işin gerçeği bu… İsrail utanç duvarı örüyor ya Filistin’e, aslında hiç farkında olmadan bizim merkez medyamız da böyle bir duvar ördü. Şimdi ise bu olaylar olduktan sonra ördükleri duvarı aşamıyorlar. O duvara yaslanıp ağlıyorlar.

Örneğin Ertuğrul Özkök: “Ben dürüstçe tepkilerimi yazdım” diyor. Dürüstçe tepkilerini yazamazsın, çünkü dürüst olduğunda İsraillileri daha batılı, daha kendin gibi görüyorsun ve onları anlamaya daha yatkınsın; ama Filistinlileri daha uzak, daha doğulu ve asla anlaşılamayacak adamları gibi görüyorsun. Bunu itiraf edemezsin. İtiraf edemeyeceğin için de dürüst olamazsın. Ben Ertuğrul Özkök ve benzerlerine “fikriniz değişsin” demiyorum, ama dürüstçe yazdıklarını söylemesinler. Artık bu mide bulandırıcı… Sen 20 yıl boyunca Hürriyet’i yönetmişsin bu kafayla… İtiraz etsen ne olur? Devam et, ama dürüstüm deme, ayıp oluyor! Sen aslında Ortadoğu’dan tiksiniyorsun. O yüzden ağzından kaçıyor, o yüzden “aktivist” kelimesinin bile anlamını anlamak istemiyorsun. O yüzden “o gemide neden kadınlar vardı?” diye soruyorsun. Bir Greenpeace gemisinde bulunan kadın militanları hoş bir magazin malzemesi olarak görüyorsun, ama Mavi Marmara’da kadınlar olduğunda aklın ermiyor, çünkü o kadınlardan da tiksiniyorsun. Mesele burada… Dürüst olsunlar ciğerimi yesinler, ama lolo yapmasınlar…


Alev Derben/Sabah