ERTUĞRUL ÖZKÖK MECLİS'TEKİ KÜRT SORUNU TARTIŞMASINI HANGİ DUYGULARLA İZLEDİĞİNİ AÇIKLADI?

"Türkiye en köklü, en zor, en tarihi sorununu Meclis´inde ilk defa bu kadar "adını koyarak" tartışıyor."

Demokrasi korkuların pazarı değilse

DÜN Meclis´teki "Kürt sorunu tartışmasını" karışık duygularla izledim.

Türkiye en köklü, en zor, en tarihi sorununu Meclis´inde ilk defa bu kadar "adını koyarak" tartışıyor.


Sadece konuşmak, konuşabilmek, yüzleşebilmek bile başlı başına bu oturuma tarihi bir özellik veriyor.


* * *


Oturumu bir vatandaş olarak izliyorum.


CHP Genel Başkanı Deniz Baykal´ın konuşmasını beğeniyorum.


Söylediklerinin çoğuna katılıyorum.


MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli için de duygularım aynı.


DTP Genel Başkanı Ahmet Türk´ün söylediklerine bakıyorum.


Kendimi onun yerine koyduğumda haklı gördüğüm birçok şey var.


AK Parti adına konuşan Ömer Çelik´i dinliyorum.


Kendinden önceki konuşmacıların eskiden söylediklerine sağlam referanslar veriyor.


Onunla ilgili duygularım da aynı.


Hemen hemen bütün konuşmacıların söylediklerinde katıldıklarım var.


Katılmadıklarım da var.


Peki bu nasıl oluyor?


Ben her dinlediğine inanan, her söylenenden etkilenen fikirsiz, görüşsüz bir adam mıyım?


Hayır değilim.


Üstelik bu konuda çok net bir görüşüm var.


Adına ister "Kürt açılımı" deyin, ister "Demokratik açılım" deyin, ben bu açılımı gönülden destekliyorum.


Öyleyse, bu açılımı eleştirenlerin söylediklerini nasıl olur da doğru bulabilirim?


* * *


Çünkü sorun çok karmaşık.


Çünkü sorun, öyle eline bıçağı alıp, bir kesişte bitirilecek bir sorun değil.


Çünkü bu karmaşık sorunda, hepimizin çok samimi olarak haklı olduğumuz yanlar var.


Meclis´teki protestolara bakın.


Bir tek kadının, evet sadece tek bir kadının, bir şehit yakınının eylemi bütün Türkiye´ye dalga dalga yayılıyor.


Demek ki, bu öyle bir sorun ki, Meclis´te tek bir hareketi, milyonlarca insanın ortak sesi, ortak eylemi haline getirebiliyor.


Getirebiliyor, çünkü arkasındaki duygu, milyonlarca insanın ta içinde hissettiği bir tepkiden güç alıyor.


Sonuç.


Kürt sorununu AK Parti tek başına çözemez.


Çözümünün "Meclis´in çözümü" haline gelmesi gerekir.


O da yetmez.


"Devletin çözümü" haline gelmesi gerekir.


Bir şehit yakınının tek başına verdiği güçlü mesaj da şunu söylüyor.


Demek ki, aynı zamanda "milletin çözümü" haline gelmesi gerekiyor.


Ama kim ne derse desin, Türkiye, Kürt sorununu çözmek için yola çıktı.


Artık bu yoldan dönüş yok.


Dönmemeliyiz.


Bu defa Kürt sorununu kalıcı biçimde çözmeliyiz.


* * *


Meclis´teki tartışmaları izlerken, aklım "Demokratik açılım" kavramına takılmıştı.


Tartışılan olay, Kürt açılımıydı.


Hükümetin tercih ettiği "Demokratik açılım" kavramına baktığım zaman, ister istemez şunu soruyorum.


Acaba Kürt açılımından sonra sıra gerçekten "Demokratik açılıma" gelecek mi?


Bakın Kürt sorunu konusunda demokratik açılım yapmaya çalışırken, ülkemizin tarihinde görülmemiş bir dinleme skandalıyla karşı karşıyayız.


Ülke bir korku imparatorluğuna dönüşmüş.


Basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü neredeyse askeri rejimleri aratır düzeye indirgenmiş.


Dünyanın en etkili gazetelerinden New York Times, Ergenekon davasını "engizisyona" benzeten ağır bir yazı yayınlamış.


Bağımsız yargı, tarihinde görülmemiş bir baskı altına girmiş, savcılar ve yargıçlar ayağa kalkmış.


Bu manzaraya bakınca insan kendi kendine sormaz mı?


Bunun adı gerçekten "Demokratik açılım"sa o demokrasinin sınırı nedir?


Sadece Kürt sorunu mu...


Başbakan Erdoğan dün "Demokrasi korkuların pazarı değildir, panzehiridir" dedi.


Şimdi hepimiz o panzehiri bekliyoruz.


İşte damarımız burada...

Ertuğrul Özkök/Hürriyet