ERTUĞRUL ÖZKÖK "HİZBULLAH TRAVMASI" İÇİN 4 ODA GEZDİ! SON ODADA NE GÖRDÜ?
Dün, işaret fişeği atan iki gazetenin manşetinde aynı ifadeyi görünce içime derin bir şüphe düştü.
Son odada ne gördüm
KAFAM karışık, o nedenle karışık bir yazı olacak.
Sizi bir odadan alıp ötekine sokacağım.
Çünkü “Hizbullahçıların salınması” ile yaşadığımız toplumsal travma, manşetlerdeki kadar basit değil.
HUKUK ODASI
Manşetler dümdüz gidiyor.
“Hizbullah katilleri serbest.”
Şeytanın değil, hukukun avukatlığını yapacağım.
Ben “onlara” bazı gazete manşetleri ve köşe yazılarındaki kadar kolaylıkla “katil” damgası yapıştıramayacağım.
Evet; boğma telleriyle insanları boğmuş olabilirler.
Henüz “iddia”.
İnsanları evlerin altındaki mağaralara gömmüş olabilirler.
Henüz “iddia”.
Haklarındaki hükümler henüz kesinleşmemiş. Yani onlar henüz “katil” değil.
Çok iyi biliyorum. Bu cümle, onların elinde hayatını kaybetmiş insanların ailelerine çok acıtıcı, ıstırap verici gelecek.
Haklılar. Elim zor gidiyor. Böyle bir cümleyi kaleme almaktan ben de mustaribim.
Çare yok. Hukuka inanıyorsak, onlar hâlâ “sanık”.
Kendimize yakın gördüğümüz sanıklara gösterdiğimiz özeni onlara da göstermek zorundayız.
İSYAN ODASI
Herkes isyanda.
Benim de içimde canhıraş bir feryat var.
Bu adamlar nasıl salınır?
O günlerde yaptığım gazete sayfalarını hatırlıyorum.
Öfke aynı öfkeymiş; bir dirhem azalmamış.
Fotoğraflar hâlâ kalbimizde.
Ne var ki, kanunlar da hâlâ aklımızda.
Siz “tutukluluk” hakkında böyle bir kanun çıkarmışsanız, kanunun öngördüğü süreler içinde onları hukukun gözünde de “katil” haline getirememişseniz...
Yapacak bir şey yok: Onların sıfatı hâlâ “tutuklu”dur bu kanundan yararlanırlar.
Cemil Çiçek sonuna kadar haklı:
İki yıldır içerde yatan Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan için “uzun” olan tutukluluk hali, 10 yıldır içerde yatan Hizbullah sanıkları için “kısa” olamaz.
HAKKANİYET ODASI
Bütün parmaklar Yargıtay’a uzanmış.
Hançereler gerilmiş, herkes suçluyor:
“Adam 10 yıldır yargılanıyor, niye karara bağlamadın?”
Bu davayı 9 yıldır karara bağlamayan mahkemeye nedense kimse sesini çıkarmıyor.
Onun 9 yılda yapamadığının hesabı, dosyayı daha üç beş ay önce eline alabilmiş Yargıtay’dan soruluyor.
Bilen de soruyor, bilmeyen de.
Hadi bilmeyeni, bilmeyip de sormayanı anladım.
Ya durumu gayet iyi bilenler? Bilip de pusuya yatmış gibi hiç sesini çıkarmayan, uyarmayan, serinkanlı biçimde bekleyenler?
Öyleyse, vakit kaybetmeyelim; hemen “Acaba odası”na girelim.
ACABA ODASI
Dün, işaret fişeği atan iki gazetenin manşetinde aynı ifadeyi görünce içime derin bir şüphe düştü.
“Acaba” dedim.
Ufukta yeni bir HSYK olayı mı var?
Manşetler şuydu:
“Yargıtay ve Danıştay’a yeni daireler geliyor.”
Aslında ne güzel bir müjde değil mi?
Heyhat; ağzım bir kere HSYK’dan fena yanmış; dudaklarım, damağım hâlâ alev alev.
Ne yalan söyleyeyim, bu müjdeyi “iyiye yoramadım”.
Üstelik, Yargıtay’ın yanına bir de Danıştay eklenmiş. Bahane de hazır.
“Acaba” dedim. “Acaba o bahane, yargıda yeni bir ‘Hayırlara vesilenin’ bahanesi mi?”
Son günlerde paranoyalarım depreşti. “İnşallah bu da paranoyadır...”
İnşallah Hizbullah olayı, kötü niyetin bahanesi değil, iyi niyetin gerekçesi olur.
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET
KAFAM karışık, o nedenle karışık bir yazı olacak.
Sizi bir odadan alıp ötekine sokacağım.
Çünkü “Hizbullahçıların salınması” ile yaşadığımız toplumsal travma, manşetlerdeki kadar basit değil.
HUKUK ODASI
Manşetler dümdüz gidiyor.
“Hizbullah katilleri serbest.”
Şeytanın değil, hukukun avukatlığını yapacağım.
Ben “onlara” bazı gazete manşetleri ve köşe yazılarındaki kadar kolaylıkla “katil” damgası yapıştıramayacağım.
Evet; boğma telleriyle insanları boğmuş olabilirler.
Henüz “iddia”.
İnsanları evlerin altındaki mağaralara gömmüş olabilirler.
Henüz “iddia”.
Haklarındaki hükümler henüz kesinleşmemiş. Yani onlar henüz “katil” değil.
Çok iyi biliyorum. Bu cümle, onların elinde hayatını kaybetmiş insanların ailelerine çok acıtıcı, ıstırap verici gelecek.
Haklılar. Elim zor gidiyor. Böyle bir cümleyi kaleme almaktan ben de mustaribim.
Çare yok. Hukuka inanıyorsak, onlar hâlâ “sanık”.
Kendimize yakın gördüğümüz sanıklara gösterdiğimiz özeni onlara da göstermek zorundayız.
İSYAN ODASI
Herkes isyanda.
Benim de içimde canhıraş bir feryat var.
Bu adamlar nasıl salınır?
O günlerde yaptığım gazete sayfalarını hatırlıyorum.
Öfke aynı öfkeymiş; bir dirhem azalmamış.
Fotoğraflar hâlâ kalbimizde.
Ne var ki, kanunlar da hâlâ aklımızda.
Siz “tutukluluk” hakkında böyle bir kanun çıkarmışsanız, kanunun öngördüğü süreler içinde onları hukukun gözünde de “katil” haline getirememişseniz...
Yapacak bir şey yok: Onların sıfatı hâlâ “tutuklu”dur bu kanundan yararlanırlar.
Cemil Çiçek sonuna kadar haklı:
İki yıldır içerde yatan Mustafa Balbay, Mehmet Haberal ve Tuncay Özkan için “uzun” olan tutukluluk hali, 10 yıldır içerde yatan Hizbullah sanıkları için “kısa” olamaz.
HAKKANİYET ODASI
Bütün parmaklar Yargıtay’a uzanmış.
Hançereler gerilmiş, herkes suçluyor:
“Adam 10 yıldır yargılanıyor, niye karara bağlamadın?”
Bu davayı 9 yıldır karara bağlamayan mahkemeye nedense kimse sesini çıkarmıyor.
Onun 9 yılda yapamadığının hesabı, dosyayı daha üç beş ay önce eline alabilmiş Yargıtay’dan soruluyor.
Bilen de soruyor, bilmeyen de.
Hadi bilmeyeni, bilmeyip de sormayanı anladım.
Ya durumu gayet iyi bilenler? Bilip de pusuya yatmış gibi hiç sesini çıkarmayan, uyarmayan, serinkanlı biçimde bekleyenler?
Öyleyse, vakit kaybetmeyelim; hemen “Acaba odası”na girelim.
ACABA ODASI
Dün, işaret fişeği atan iki gazetenin manşetinde aynı ifadeyi görünce içime derin bir şüphe düştü.
“Acaba” dedim.
Ufukta yeni bir HSYK olayı mı var?
Manşetler şuydu:
“Yargıtay ve Danıştay’a yeni daireler geliyor.”
Aslında ne güzel bir müjde değil mi?
Heyhat; ağzım bir kere HSYK’dan fena yanmış; dudaklarım, damağım hâlâ alev alev.
Ne yalan söyleyeyim, bu müjdeyi “iyiye yoramadım”.
Üstelik, Yargıtay’ın yanına bir de Danıştay eklenmiş. Bahane de hazır.
“Acaba” dedim. “Acaba o bahane, yargıda yeni bir ‘Hayırlara vesilenin’ bahanesi mi?”
Son günlerde paranoyalarım depreşti. “İnşallah bu da paranoyadır...”
İnşallah Hizbullah olayı, kötü niyetin bahanesi değil, iyi niyetin gerekçesi olur.
Ertuğrul ÖZKÖK / HÜRRİYET